- Kategori
- Anılar
Isparta'ya özlem
Isparta
Bir anıyı görmeye gittiğinizde neye dokunsanız içiniz acır.
M.Mungan
Sanırım kırklı yılların ortalarıydı. Babamızı yitirmiştik. Üç çocuklu, orta yaş başlangıcında bir genç kadın, annem yalnız kalmıştı. Hayır, yalnız değildi. Henüz insanların bir takım değerlerini yitirmediği, sevginin ve acının bir ekmek gibi paylaşıldığı yıllardı. Gidecek bir yerler olmalıydı, evet vardı. Isparta...
Isparta ile ilk karşılaşmam çocuk dünyamı alt üst eden böyle bir gelişmeyi takip eden günlerde olmuştu. Annem abisinin yanına dönüyordu, biz ise dayımızın ve halamızın evine katılmaya. Aile bizimde katılımımızla dokuz kişilik bir büyük aileye dönüşüyordu. Kentle ilk karşılaşmam, bir akşam saatinin koyu karanlığında duran trenden indiğimiz peronun, ürperten yayla serinliğinde oldu. Solgun istasyon ışıklarının, gecenin karanlığına yenik düştüğü bir akşam... Uzaklarda tek tük, ölgün kenar mahallelerin yoksul ışıkları. Acının, henüz bir taze yara gibi içimde halen kanadığı bir anda yalnızlık, bırakılmışlık, umarsızlık duygularını büyüten bir tükenişle öylesine kalıveriş. Sonra bindiğimiz faytonun biteviye, ritmik gürültüleriyle etrafta daha belirginleşen ama yine solgun sokak ışıkları, eve varış...
Sabah gün ışığında kentle ilk karşılaştığımda ki şaşkınlığımı hala anımsıyorum. Göğün mavisinin bu kadar mavi, yeşilinin her tonunun bu kadar elle tutulur ve etrafını kuşatan dağların bu kadar yakın ve heybetli duruşları beni şaşırtmıştı. Çok sonraları görev gereği ülkemizin bir çok yerini dolaşmak fırsatı bulmuş, ama kentle dağların, dağlarla yeşilin, yeşille kırmızı kiremitli evlerin bu kadar iç içe geçtiği bir yer görmemiştim.
İlkokul ikinci sınıftaydım. Dayım İstiklal İlkokulu müdürüydü. Doğal olarak orada eğitime devam edecektim. Çelebiler Mahallesindeki evden okula yürüyerek giderdim. Sümerbank Fabrikasının önünden geçerken giderek artan mekanik, ritmik gürültüler, çayın üzerindeki köprüden geçerken Hisartepe’nin oralardan bir yerlerden kopup geliveren suyun coşkun çağıltısı hala kulaklarımda. Okulumuz, öğretmenim Hasan Dikmen. Kişiliğimin oluşmasında büyük katkıları olduğu kuşku götürmez bir Cumhuriyet öğretmeni. Okulumuz, hemen bahçe duvarından elinizi uzatıverseniz yakalayabileceğinizi sandığınız, Sidre’nin, Karatepe’nin ve Hisartepe’nin dorukları, ve yeşillikler, yeşillikler ve bir ağaç denizi. Bir sahil kasabasından gelmiş olmakla, önümde gözlerimi hayretle büyütüveren ve beni yeni bir sonsuzluk duygusuyla tanıştırıp başımı döndüren, her türlü ağaçla çeşitlenen bir yeni, bir yeşil deniz.
İçimdeki yara kabuk tutuyor, kentle ben artık iki sevgili gibi, çekingenliği bir yana atmış, birbirimize daha sokuluyor, kokluyor ve alışıyorduk. Yıllar bulutlar gibi geçip gidiyordu. Şimdi hala çoğu orada olan arkadaşlarımı tanıyordum. Etrafını çevreleyen dağların dorukları bulutlanıyor, sabahlar ve akşamlar daha bir üşütüyor, yeşillikler denizinin renkleri gökkuşağı renklerine dönüyordu. Sonbahar geliyordu. O yılların Isparta sonbaharları bende okulların açılışını çağrıştırır hala. Ve sonbahar kente, iki kitapçı dükkanındaki yeni basılmış okul kitaplarının mürekkep , defterlerin taze kağıt kokuları, kırmızılı mavili kaplama kağıtları ile gelirdi sanki. En azından benim için öyleydi, ya da ben öyle sanırdım. Oysa bağlar bozulmuş, komşu evlerin bahçelerinde ateşler yakılmış, pekmez kazanları ateşe oturtulmuş olurdu. Mis gibi üzüm kokuları havanın sihirli kokusuna karışır, bir yanık Isparta türküsü havada asılı kalırdı. “Pencereden kar geliyor.”
Güzel günlerdi, çocukluğumu ve ilk gençlik yıllarımı bozuk paralar gibi harcadığım, hiç bitmezmiş gibi geliveren güzel günler. Bir Isparta halısının solmaz renkleri ile renk cümbüşüne dönüveren güzel günler. Nokul kokulu bayram sabahları, kentin sokaklarının iki yanında akan suları gül kokusu kokularıyla yıkayan gül yağı fabrikasının atıkları... Bahar sabahlarını kiraz çiçeklerinin beyazına boyayan günler. Çarşamba pazarının renk cümbüşü içinde kaynaşan kalabalığı, bir bolluk denizi. Kese yoğurtları, kaymaklar, yağlar, ergenlerin kırmızısı, üzümlerin buğulu siyahı ve sanki size gülümseyen bir sebze ve meyve bolluğu. Sonra Davraz’ın doruğunu beyazlayıp aşağılara inmeye başlayan karla geliveren sert, amansız kışlar.
Isparta; özlemlerimin kenti. Hamurumu karan, beni şekillendiren, okullarında okuduğum kent. Elma yanaklı kızlarına ıraktan çekingen baktığım, ilk aşkların, ilk ve kalıcı arkadaşlıkların kenti. Bütün renklerimin kenti, Isparta...
Büyüklerinin ölülerini topraklarında gömülü bıraktığı bir geniş ailenin, hayatın dalgalarıyla ülkenin çeşitli yerlerine dağıldığı bir üyesinin, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını yaşadığı uzaklarda bir kent artık Isparta... Hüznün, inatçı bir bulut gölgesi gibi hayatımın başlangıç yıllarını gölgelediği günleri yaşadığım, şimdi uzaklarda olan bir kent.
Bazan gecenin bir saati bölünen uykumun orta yerinde ansızın anılarımda beliriveren, bazan yanık bir Akdeniz türküsünde gözlerimi buğulayan, içimde küllenmeye yüz tutmuş bir özlemi yeniden ateşleyen bir hüznün kenti.. Uzakta, ama bir o kadar yakında...
Akın Yazıcı