Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Kasım '17

 
Kategori
İstanbul
 

İstanbul'un Belleği (Samatya-Kumkapı-Yedikule-Cerrahpaşa)

İstanbul'un Belleği (Samatya-Kumkapı-Yedikule-Cerrahpaşa)
 

 

Samatya’daki Van Kahvaltı Salonu’na giderken, deniz surlarının içinde gelişmiş ağaç kökünü şaşkınlıkla izliyorum. Surların içinden sanki kendine yer açmış, taşla mücadelesini kazanmış. Tıpkı İstanbul’un kendisi gibi, bütün taşlara, engellere, cehalete inat güzelliğini sürdürüyor.   Zevksiz ‘Samatya’ya Hoşgeldiniz’ yazısının altından geçeyim derken kafanızı sağa çevirdiğinizde gördüklerinizle büyüleniyorsunuz: İç Kalpakçı sokağının yaşam kokan renkleri, soba bacaları, ipe serilmiş çamaşırları, kuruması için demirliklere asılmış ayakkabıları, Bizans kalıntılarına yaslanmış devasa incir ağacı ve Vita kutularında sıralanmış çiçekleri… Mekan sizi masalsı bir ruh haline sokuyor.

İmam Aşir Sokak’ta tesadüfen karşımıza çıkan heybetli İmrahor İlyas Bey Cami  önceki adıyla Aya Ioannes Prodomos Kilisesi’nin, İstanbul’da ayakta kalan en eski dini yapı olduğunu şaşırarak öğreniyoruz. 454 senesinde yapılan kilise Ayasofya’dan bile eski. Devrinin en büyük teoloji merkezinde gece gündüz ayin yapanlara ‘Uykusuzlar’ denilirmiş. II. Beyazıt döneminin önde gelenlerinden İmrahor İlyas Bey tarafından camiye çevrilmiş. Büyük bir heyecanla kapıyı çalıyorum, içeriden birkaç sinirli köpek havlaması geliyor. Sinameki bir bekçi dışarı çıkıyor, ‘İçeri girebilir miyiz diyorum’. Sertçe ‘Hayır’ diyor, ‘Peki buranın ismi nedir’ diyorum; ‘Bilgi veremiyoruz’ diyor. Hey Yarabbim! Asırlar boyu bu kiliseleri bağrında taşıyan koskoca imparatorluğun bir şeyine özeneceksek bu evvela özgüveni olmalı, sonra da hoşgörüsü. Bu yapıları, biz bilmediğimizde, araştırmadığımızda, anlamadığımızda bu bölgeye dair farklı emelleri olanları engellemiş olmuyoruz. Bilmeden koruyamayız, içselleştiremeyiz. Türkiye, İstanbul’un hem Roma, hem Bizans, hem Osmanlı hem de Cumhuriyet katmanlarını birlikte sahiplendiğinde ancak büyük devlet olmaktan söz edebilir. Muhtemelen birkaç işgüzar bürokrat yüzünden bölgedeki kiliseler tamamen kapalı. Bu hayal kırıklığını atmak için aşağı sokakta çocuklarla top peşinde koşuyorum, iyi geliyor. Taşmescit’te yoldan geçen abilere birkaç marifet göstermenin beni çok mutlu ettiğini hatırlıyorum, çocukların gülücükleri de maçtan keyif aldıklarını gösteriyor. Aya Konstantin Rum Ortodoks Kilisesi, çan kulesinin güzelliğiyle caddeyi süslüyor. Karaman’da yaşayan Rumlar’ın, Fatih zamanında bu bölgeye yerleştirilmesi sebebiyle Karamanlılar Kilisesi diye de anılıyor. Hacı Hüseyin Ağa Cami’sinin basık girişinde, arkasını dönüp bize gülümseyen nur dede, huzur dede; ‘Allah sana güzellikler göstersin’.

Cambaziye Cami’nin arkasındaki mezar taşları! Kıymetinizi bilemediğimiz için affedin bizi.

Kırılan mezar taşına arkadan destek olarak düşmesini engelleyen kalender, vefakar, cefakar mezar taşı; öldükten sonra bile dostunu yarı yolda bırakmayan bir adamın nişanesi. Cambaziye haziresi, insanın enerji alanını, frekansını değiştiren bir ruh ortamı. Bulgur Palas’ı ararken karşımıza çıkan Tanzanyalı ufaklığın üç yıldır İstanbul’da yaşayan annesi ‘İstanbul’da hayat nasıl?’ soruma, acı bir ifadeyle ‘Fair (idare eder)’ cevabını veriyor. Altında yatan can sıkıcı sebepleri dudağındaki meyus gülümsemeden tahmin edebiliyoruz. Bulgur Palas, I. Dünya Savaşı’nın karaborsa günlerinden hatıra bir isim. Binanın sahibi Mehmed Habib Bey’in işlerinin bozulması sonrası Osmanlı Bankası’na ipotek verilmiş, şu anda Garanti Bankası’nın Arşiv Binası ve elbette ziyarete kapalı. Bu kadar muhteşem binalara ziyaretçi çekmek için kendimizi parçalayacağımıza, kapatıveriyoruz. Bu cehaleti anlamak gerçekten mümkün değil. Aklıma Montaigne’in Denemeler kitabında altını çizdiğim bir cümle geliyor: ‘Adamın burnunu silip sorunu çözebilecekken burnunu kesmeyi tercih ettiler’.

Cerrahpaşa Cami, heybetli bir oturuma sahip. İlk bakışta, Koca Sinan imzası anlaşılıyor, mermer tabelayı okuyoruz; 1593 senesinde talebesi Davud Ağa tarafından yapılmış, tek minaresi var, bir büyük kubbe ve 6 yarım kubbeden oluşuyor.

Şem’i Molla Cami, Çoban Çavuş Cami, Katip Sinan Cami, Saraç İshak Cami ve İbrahim Paşa Muhsine Hatun Cami gibi küçük ama şirin camileri geçip Kadırga’ya geliyoruz. Aya Kiryaki Rum Ortodoks Kilisesi bütün haşmetiyle bizi karşılıyor. Fetihten sonra azınlıkların kiliselerinin kubbeli yapılmasına müsaade edilmemiş. Yalnızca camilerde kubbe kullanılmış.

Boris’in Yeri’nden aldığımız cevizli helva yürüyüşümüz boyunca bize enerji veriyor. İçeriden gelen Müzeyyen Senar’ın sahici, içli sesi: Gülşen-i hüsnüne kimler varıyor?/ Kim ayağın öperek yalvarıyor?/ Bağrımı şâne gibi kim yarıyor?/ Sevdiğim zülfünü kimler tarıyor? Sözlerdeki hisleri tarihi yarımada için paylaşıyorum: Sahi, zülfünü kimler tarıyor? Biz seni yalnız bırakmışken seni kimler sahipleniyor?Güç bela Surp Harutyun Kilisesi’nin içine girdikten sonra, biraz yürüyoruz ve  kendimizi birden Pakistan berberinin önünde buluyoruz, etrafta Pakistanlı olduğu belli erkek grupları var, Brüksel Schaarbeek’i hatırlatıyor.  Meryem Ana Ermeni Kilisesi’nde şansımıza bir düğüne denk geliyoruz. Hoş bir seremoniye ve mutlu bir ana davetsiz misafirler olarak tanıklık ediyoruz.

Kumkapı’yı sadece balıkçıların olduğu meydanla ve meyhanelerle bilenler neler kaçırdıklarının farkında değiller. Ah bir de, hayatı boyunca hiç Kumkapı’ya gitmemişler var. Arka tarafta, muhteşem sivil mimari örnekleri, cumbalı taş evler, rengarenk, cıvıl cıvıl binalar bize gülümsüyor.  Çanak antenlerin çirkinliğini, sokakları boydan boya geçen, kurumak için gün yüzüne çıkarılan iç çamaşırların samimiyeti biraz olsun bastırıyor. Şu muhteşem cepheler kurtarılacakları günü ağlayarak bekliyorlar. 

Küçük Ayasofya (Sergius ve Bacchus Kilisesi) aslında büyüğünün öncülü yani daha eski bir yapı. Osmanlılar, Ayasofya’ya benzettikleri için bu ismi vermişler. Fetihten sonra camiye çevrilmiş. Kırmızı kilise taşlarına, beyaz mermerden cami eklentisi rahatlıkla gözlenebiliyor. Girer girmez sizi karşılayan iki sütun, ibadethanenin iki kaynaktan da beslendiğini size fısıldıyor. Üç padişaha sadrazamlık eden Büyük Sadrazam Sokullu Mehmed Paşa’nın ismini taşıyan cami ise başka bir heybetli Mimar Sinan eseri. Hele ki öyle şiirsel, yeşillerle bezenmiş bir girişi var ki, insana sayfalar dolusu kitap yazdırır.

Geziniz efendim, tarihi yarımadayı karış karış geziniz. Zira gitmediğiniz hiçbir yer sizin değildir. Siz sahiplenmediğiniz zaman başkaları sahipleniyor.   

 

Hakan Gümüş

15 Kasım 2017 

 
Toplam blog
: 37
: 1055
Kayıt tarihi
: 25.12.06
 
 

Bosphorus Investments, Atiye Residence, Gayrimenkul İçin Strateji Platformu (GİSP),  ODTÜ Şehir P..