Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Mart '07

 
Kategori
Müzik
 

Kitaro - 30 yıllık yolculuk (1)

Kitaro - 30 yıllık yolculuk (1)
 

İpek Yolu, Cennet ve Dünya, Queen Millenia, Soong Sisters gibi belgesel, film ve animasyonların müziklerini hazırlayan, dünya çapında ünlü olmuş Japon synthesizer müzisyeni. Asıl adı Masanori Takahashi olan Kitaro, dünyaca bilinen ismini gençlik günlerinden, o sıralar Japonya’da çok sevilen bir çizgi filmin kahramanından almış: Ge Ge Ge no Kitaro. 1953 Toyohashi doğumlu olan Kitaro, bir çiftçi ailesinin çocuğu olarak dünyaya gelmiş. Doğruluğundan emin olamadığım bir bilgiye göre, daha çocukken babası ona bir Mini Moog (bir kaç oktavlık bir synthesizer) hediye etmiş ve böylece müzikle ilgilenmeye başlamış. Kitaro kendini yetiştiren alaylı müzisyenlerden. Hatta bu nedenle tek bir nota bile bilmiyor. Ama bu elbette stüdyosuna girip pek çok müzik aleti çalmasına ve birbirinden güzel müzikal kompozisyonlar yapmasına engel değil.

Lisedeyken ilk grubu Albatros’u kurmuş ve orada gitar çalmış bir süre. Daha sonra Far East Family Band isimli gruba katılmış. Grupla birlikte 2 plak çalışmaları olmuş ve önce Uzak Doğu ülkelerinde, ardından da dünya çapında bir tura çıkmışlar. Hindistan ve Çin’de çeşitli müzik aletleri edinmiş Kitaro. Almanya’da Tangerine Dream grubunun eski klavyecisi ve beyni Klaus Schulze ile tanışmış. Hâlâ süren bu dostluk, Kitaro’yu synthesizer’ın kendine özgü işleviyle tanıştırmış. Daha önce gitar çalan ve klavyeyi yalnızca eşlik sesleri için kullanan Kitaro, synthesizer ile seslerin nasıl yaratabileceğini ve bunlarla nasıl kafasının içindeki boşluğu doldurabileceğini öğrenmiş Schulze’dan. “İlk oluşturduğum ses, bir tür elektronik dalgaydı ve kulaklığımın sağ tarafından sol tarafına doğru ilerlerken çok heyecanlanmıştım.” diyor Kitaro o ilk deneyimle ilgili olarak. Nitekim turneleri bitip de Japonya’ya döndüklerinde, 1976 yılında gruptan ayrılmış ve kendi çalışmalarını yapmak üzere hazırlanmaya başlamış. Öncelikle Laos, Tayland, Hindistan’a gitmiş ve özellikle Hindistan’da 6 ay kadar bir süre kalıp, içsel bir yolculuk yapmış. "Kalküta'daki bir dilenciyle, aslında aramda bir fark olmadığını anladım." diyen Kitaro, o alçakgönüllülüğü halen sürdürüyor.

İlk albümü 1977’de yayınlanan TenKai. Astral bir yolculuğun anlatıldığı bu albümde tipik Kitaro kompozisyonlarının ilk örneklerini görmek mümkün: Doğadan çeşitli görüntüleri yansıtan elektronik sesler ve bunlarla bir araya gelen akustik müzik aletleri. Ancak iyi Kitaro ya da New Age dinleyicilerinin edineceği bu albümü, yine benzer bir çizgide olan From The Full Moon Story izler 1979’da. Bu iki albüm de fanatikler tarafından kült derecesine yükseltilir. Yine 1979’da Oasis yayınlanır. Oasis’in ses bütünlüğü ve içerdiği anlatım, daha geniş kitleler tarafından sevilmesini sağlar Kitaro’nun. Morning Prayer, Eternal Spring, Shimmering Horizon ve Oasis parçaları, yıllar sonrasında da sevilmeye devam eder, toplama ve konser albümlerinde yerini alır.

Japon Devlet Televizyonu NHK, o dönemde tarihi İpek Yolu’nu baştan sona geçecek bir proje çalışması içindedir. Kurumun başkanı Isao Tamai, bu projeyle özel olarak ilgilenmektedir. Çekimler olağanüstüdür, zaten İpek Yolu üzerindeki kültürel değerler, herkesi etkileyecek çeşitliliğe ve görkeme sahiptir. İşte tam da bu nedenle, hem tarihin derinliklerinde hem de halen devam eden kültürlerdeki bu çeşitliliği yansıtabilecek, benzersiz bir çalışmaya gereksinim vardır müzikler hazırlanırken. Bir arkadaşı, başkana Kitaro’nun Oasis albümünü verir dinlemesi için ve belgeselin müziklerine bir seçenek oluşturabileceğini söyler. Tamai çalışmadan etkilenir, çünkü hem geçmiş hem gelecek, hem dünyevi hem de mistik olan içiçe geçmiştir kompozisyonlarda. Bir yandan dinler, bir yandan resimler canlanır gözünde. Nitekim çok fazla kararsız kalınmaz ve Kitaro’ya belgeselin müziklerini yapması teklif edilir.

Kitaro, müziğine “Ses Resimleri” ya da “Us Müziği” demeyi tercih ediyor. O seslerle bir okyanusu, bir dağdan akan ırmağı, bir ormanı betimliyor. İpek Yolu gibi bir belgeselin o özenli çekimleri, Kitaro’yu da etkiliyor ve kabul ediyor. Böylece ilki 1980’de yayınlanan İpek Yolu albümleri peş peşe gelmeye başlıyor. Nagano’daki Yasaka Köyü yakınlarında bir çiftlik evine kurduğu stüdyosunda hazırladığı parçalar, NHK’nin de desteğiyle dijital ortamda kaydedilip, Tokyo’daki bir stüdyoda son haline getiriliyor ve İpek Yolu’nun bölümlerine montajlanıyor.

İpek Yolu belgeseli Kitaro’nun dünya çapında ün kazanmasını sağladı. Başta o unutulmaz Silk Road melodisi olmak üzere, Caravansary, Takla Makan Desert, Tienshan, Never Let You Go gibi parçaları, pek çok dinleyeni benim gibi ilk önce ekranlarda dinledi ve sevdi. İpek Yolu’nun ikinci sezon bölümleri yayınlanırken lisedeydim. Yatılı olduğumuz okulda, öğretmenlerimiz Pazar akşamları belgeseli izlememiz için bize özel izin verirdi. Kimisi yalnızca jeneriği dinlemek için gelirdi kantine. O sırada Kitaro’nun İpek Yolu 1 albümünün korsan kaydı ve Yonca Müzik tarafından çıkartılmış bir toplaması vardı piyasada. İnternet vb. olmadığı için bilgi toplamak da zordu. Bir tek Nokta dergisinde bir resim altı yazısı bulabilmiştim o sıralar: “Japonya’nın Pink Floyd’u. Hamile kadınları normal konserlerine kabul etmiyor ve onlar için özel şovlar düzenliyor. 34 yaşındaki Kitaro tam bir mistik kişilik. Bir eleştirmen müziği için Doğu sosuna bulanmış Pink Floyd tanımını kullanıyor. Kitaro, ‘Yaptığım müziğin insanlar üzerinde olumlu etkisi olduğuna inanıyorum.’ diyor.” Bir de Kitaro’nun klavyeler arasındayken çekilmiş bir konser fotoğrafı. Ben hiç olmazsa bu kadar bilgiye sahiptim ama arkadaşlarım daha farklı şeyler söylüyordu. Mesela en yaygın olan efsane şuydu: Kitaro aslında Budist bir keşişti ve Japonya’da bir dağda, kimseye görünmeden bir mağarada yaşıyordu. Elinde bir Mini Moog vardı ve taslak müzikleri bununla kaydedip aşağıya yolluyor, gençlerden oluşan bir grup da bunları seslendirip belgeselde kullanıyordu.

Şimdi düşününce komik geliyor ama o sırada duyduğunuzda inanılacak bir şeydi.

1979 – 1985 arasında Kitaro’nun bir hayli üretken olduğu görülüyor. 1979’daki iki albümü 1980’de İpek Yolu 1 ve 2 izler. 1981’de Tun Huang ve Ki, 1982’de çizgifilm müziği Millennia, 1983’te Tenjiku, 1984’te Silver Cloud ve 1985’te Toward The West albümleri, 1980’de In Person Digital konseri ve Londra Senfoni Orkestra’sıyla birlikte kaydedilen İpek Yolu Süiti, 1981’de yine orkestral bir çalışma olan Londra Ulusal Filarmoni Orkestrası’yla kaydedilen The World Of Kitaro toplaması, 1982’de Budokan Konseri, 1984’te Malezya ve Çin konserlerinden oluşturulan Live In Asia konser albümü yayınlanmış ne de olsa.

Açıkçası benim en sevdiğim parçaları da bu döneme ait. Özellikle başucu albümlerim olan İpek Yolu 2 ve Millennia, çok renkli ve çarpıcı çizgiler içeriyor bence. Sözgelimi İpek Yolu 2’deki Takla Makan Çölü. Yine doğruluğundan çok emin olmadığım bir bilgiye göre, Kitaro zaman zaman İpek Yolu ekibine katılarak onlarla birlikte dolaşmış, çekimlerde bulunmuş. Bazı parçalarını o zamanlar yazdığı söyleniyor. Takla Makan Çölü parçası, bu çölden geçerken yazılmış. Yine bir çölü geçtikten sonra bir ıhlamur ağacı altında dinlenirken Tenjiku’daki Linden çıkmış sözgelimi. Takla Makan Desert, içerdiği “dinamik-melankoli” nedeniyle uzun zaman dinlediğim bir kompozisyon oldu. Nitekim Yonca Müzik etiketli toplama kasetin o bölümü resmen aşındı. Tun Huang’daki Free Flight, Tun Huang ve Lord Of The Sand, yine İpek Yolu 2’deki Magical Sand Dance ve Tienshan, Millennia’daki tüm parçalar ama ille de Epilogue, Silver Cloud’dan Flying Cloud, Return To Russia, Dreams Like Yesterday ve yine ille de Never Let You Go, Tenjiku’dan Caravansary, Mountain Streams, Moon-Star ve daha nicesi, bambaşka bir hava taşıyordu hep. Dağdaki bir kaynaktan doğup, yavaş yavaş eklenen sularla coşan ve kayalardan şelale olup dökülen bir ırmağı, şafağın atmasını, güneşin parlamasını ya da bulutların toplanıp fırtınanın çıkmasını görebilirsiniz Kitaro’nun müziğinde. Zaman zaman bir dinginlik yaşatır size, zaman zaman içe sığmaz bir sevinç, zaman zaman da coşkulu bir hüzün. Gecenin karanlığında mum ışığında otururken ya da bir tren yolculuğunda manzaranın tadını çıkarırken dinleyebileceğiniz bir müziktir Kitaro’nunki. Hatta benzersizdir denebilir. Nitekim 1986-87 gibi New Age ismi ortaya atılıp benimsenene kadar, Kitaro’nun albümleri müzik raflarında yer değiştirip durmuştur. Öyle ya, caz deseniz değil, rock deseniz değil!.. Kalıplara sığmaz, “nev-i şahsına münhasır” çalışmalardır O’nunkiler. Hatta Hanibal Lecter’in ilk göründüğü film olan Michael Mann’ın Manhunter’ında, Millenia albümünden Seiun (Nebula) kullanılır. Böylece kült haline gelen filmdeki bu parçayla, biraz daha sevilir Kitaro. Çizgifilm için yapılan bir müzikten, polisiye gerilim türüne geçiş!.. İlginç!..

(Devam edecek)...

 
Toplam blog
: 39
: 2139
Kayıt tarihi
: 05.03.07
 
 

Bankacılığı bırakıp kendini reel sektörün kollarına atmış bir adamım... Kitaro başta olmak üzere ..