Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Kasım '18

 
Kategori
Öykü
 

Kupa Kızı ve Sinek Valesi

Kupa Kızı ve Sinek Valesi
 

İnsanın sınırsız hayal gücünün ürünü olan bir demir köprü üstüydü beni gördüğün yer.

Gecenin koyu karanlığına saklanıp, gözlerimden süzülüp yere düşen gözyaşımın çığlıklarıydı belki de beni görmeni sağlayan.

Köprüler, şehirler inşa eden, uzaya istasyonlar kuran insan, ne gariptir ki başka bir insanın gönül topraklarındaki tek göz odalı evi ayakta tutamıyordu.

Sormadın bana kimsin, nesin diye… Belli ki doğruyu bulduğundan emin olduğunu sanıp boğazına kadar yanlışın içine saplanmış onca kadından biri olduğumu anlamıştın.

Yağan yağmur altında omuzlarıma geçirdiğin ceketinin sıcaklığı, ruhuma yağan yağmurların titreten nemini kurutuvermişti bir anda. Bedenlerimiz hala ıslansa da sağanak altında, ruhumun ufuklarında güneşin doğduğunu hissetmiştim.

İşte bu güneşin şefkatli dokunuşlarıydı ilk kez on dakika önce gördüğüm bir adamın evine gitmeyi kabul edişimin nedeni.

Sen bana sıcak bir kahve hazırlarken, ben sessizliğini ve ne olup bittiğini merak etmeyişinin nedenlerini sorgulamaktaydım. Odanın içinde yer alan tek kişilik bir yatak, bir sandalye masa, basit bir koltuk ve bir duvarı komple kapatan içi kitap dolu kütüphanen ile sessizliğin arasında bir bağ kurmaya çalışıp durdum.

Her şeyin farkındaydın da bu farkındalığın sitemi içerisinde gibiydin. Oysa benim tanıdıklarım, hiçbir şeyin farkında olmayıp, bu farkında olmayışlarının mutluluğu içerisinde olanlardı hep.

Nasıl oluyordu da kendi evine rızasıyla gelen çaresiz, ürkek, muhtaç, sana direnecek gücü olmayan genç bir kadının sadece gözlerine bakabiliyordun? Filmlerde olmuyor muydu senin gibi adamlar sadece, ya da benim filmimi yazan senarist senin gibi adamlar eklememiş miydi senaryoya?

Duştan çıkıp odaya girdiğimde, gözlerini kabarmış ahşap pencerenin camlarından dışarı dikmiş yağan yağmuru izliyordun. Havluyla kapalı vücudumun cama vuran görüntüsüne bile bakmadığının farkındaydım. Sen görüntümün farkında, ben ona bile bakmadığının farkında. İşte o an havluyu yer çekiminin gücüne teslim edip, tüm çıplaklığımla karşında durmak istedim. İçinde böylesine bir ruh taşıyan o bedeninin, bedenimin boşluklarını doldurup bir bütün olmalarını istedim. İstedim ama cesaret edemedim.

Hayat ne garip! Büyük, yeni evlerde, parası, arabası olan yıllardır tanıdığım bir adamın koynunda hissedemediğim güveni ve huzuru; küçük, köhne bir evde, parası, arabası olmayan henüz saatlerdir tanıdığım yabancı bir adamın tek kişilik yatağı içerisinde hissediyordum. Ben bu duygular içerisinde iken, sen kapı eşiğine serdiğin bir yer minderinin üzerinde yatmaktaydın. Sırtın bana dönüktü fakat ruhun bedenini terk etmiş, bana sımsıkı sarılmış gözlerimin tam içine bakmaktaydı, hissediyordum.

Dakikalar geçiyor, külkedisine dönüşeceğim an yaklaşıyordu. Keşke sırtını değil de yüzünü dönseydin bana ve ben o yüzünü kalbimin ipeklerine nakşetseydim gece boyu.

Beni neden evine aldığını, o gece boyunca neler düşündüğünü, sabah uyandığında beni yatağında bulamayınca neler hissettiğini hiçbir zaman öğrenemeyeceğim. Giderken seni uyandırmayı ne kadar çok istediğimi bilemezsin. Eğer uyandırırsam bırakıp gidememekten korktum.

Dışarı çıktığımda Kasım’ın ayazı ehlileşmiş bir kısrak gibi sakindi çünkü kar yağıyordu. Bir kar tanesi düştü dilimin ucuna. Teoman’ın şarkısı geldi o an aklıma:

''Bir kar tanesi ol kon dilimin ucuna, bir kar tanesi ol! Eri ağzımda''

Belki bir iskambil falında çıkmamıştık birbirimize… Belki ben şarkıda geçen o güzel kupa kızı, sense sinek valesi değildin ama o kar tanesiydin.

Kondun dilimin ucuna… Ve eridin.

***

Genç adam uyandığında, genç kadının gitmiş olduğunu ve kar yağdığını fark etti. Pencereye doğru yaklaştığında camın buğusuna kazınmış olan yazıyı gördü:

''Hoşça kal!''

***

Saygıyla... 23 Kasım 2018 - Denizli / Özkan SARI

 
Toplam blog
: 102
: 4394
Kayıt tarihi
: 05.09.15
 
 

Kalın Sağlıcakla... ..