Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Nisan '10

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

Moha Souag ve dilin gücü

Moha Souag ve dilin gücü
 

Moha SOUAG



Emperyalistlerce geri bırakılmış ülkelerin en büyük umudu, o ülkenin aydınlarıdır. Global bir emek sömürüsü karşısında dünyanın bütün emekçileri birleşmeli diyorsak, öncelikle üçüncü dünya ülkelerini, onların sorunlarını, kültürlerini, toplumsal yapılarını, aydınlarını tanımalıyız.

Çünkü düşman yalnızca dışarıda değil; nifak tohumları saçıp, nifak fidanları büyüten gerici çevrelerde de yuvalanmış durumda!

Onlar, bir yandan kendi dogmalarına alıcı ararken, öbür yandan da düşün ürünlerine ‘almayıcı’ aramaya girişmişler. Çocuğa her türlü yasak koyan diktatör ebeveyn, ya da ‘tasfiyeci’ rolüne soyunmuşlar. “Sakın dokunma, tü kaka!”

Onlar, ekmeğinin peşinde koşan insanın ürettiğini, sırf dünya görüşlerine ters düştüğü için emeğini hiçe sayarak, saygısızca ve sorumsuzca ‘kundaklayıp’ “tasfiye” etmeyi marifet sanırlar.

Bu kafalar, ağlar örmeyi ve kendi yolunda yürüyenleri ‘örümcek ağları’na mıknatıs gibi çekip, karanlıklarında “tasfiye” etmekten öte bir iş yapmazlar.

***

En son söyleyeceğimi baştan söyleme huyum gereği, bu maniyeli giriş taksiminden sonra artık rahatça “yeryüzü” yazınına, “yeryüzü”nün yazın emekçilerine doğru bir yolculuğa çıkabilirim.

Kuzey Afrika’ya doğru yol alıyorum.

Moha Souag. Faslı yazar. Onun iki kitabını çevirdim Türkçe’ye. İblis ve Acı Çay. Kalkedon yayınlarından çıktı.

Kalkedon Yayınları’nın, iletişim adresimi kaybetmiş olduklarını düşünüyorum. Yoksa beni mutlaka ararlar, halimi hatırımı sorarlar, kitapların satışı hakkında bilgi verirler, dahası.. kitapların yazarına ve çevirmenine saygısızca dil uzatan “tasfiyeci” yayına ağzının payını verirlerdi!

Ben de arayamadım kendilerini... Yoğun olmak, yoğun çalışmak kimsenin tekelinde değil ne de olsa! Beş on yıla kadar görüşürüz elbette! Buradan selamlarımı iletiyorum kendilerine.

Biz yine Moha Souag’a dönelim. 2009’da “Et plus si affinités” adlı son kitabını da çıkardı. İletişim adresimi kaybetmeyecek bir yayınevi bulursam, bu kitabını da dilimize çevirmeyi düşünüyorum.

Atmane Bissani, yaklaşık iki hafta önce Libération dergisinde Moha Souag’la bir söyleşi gerçekleştirdi. Yaşadıkları ve yazdıklarıyla bizden biri gibi olan, bize benzeyen yazarın Türkçeye çevirdiğim bu söyleşide yansıttığı görüşlerini yeryüzü yazınsalına ilgi duyan Türkiyeli okurlarla paylaşmak istiyorum. Saygılarımla.


Zelin Artuğ, 01.04.2010, Yeryüzü
http://www.kucukisler.com/2010/04/01/moha-souag-ve-dilin-gucu/#more-6863

***


Yazmak ve Yaşam

Moha Souag’ın en önemli niteliğine, bütün kitaplarında rastlarız. Az bulunan, değerli bir niteliktir bu: Sözünü ettiği ortamlara ilişkin gerçek bir bilgi, anlattığı öykülerin baş kişilerine saygı, toplumun yavaşlığının, tarihinin ağırlığının, karşılaştığı korkuların ve koruduğu umudun tam bir tanımı.” Eserlerini Fransızca olarak yazan Faslı yazar Moha Souag’ı, bu sözlerle tanıtıyor Salim Jay. Otantik kalmayı başarmış, yalansız, yapmacıksız, insan olmanın koşullarını, insanın çelişkileriyle, başarılarıyla ve başarısızlıklarıyla betimleyen bir yazar. “L’année de la chienne”den, “Et plus si affinités”i kaleme alıncaya kadar, “Les années U”, ya da “La femme du soldat” gibi kitaplar da yazan Moha Souag, çağdaş bir Fas yazarı olarak inandığı değerlerden yansıyan ışıkta yoluna devam ediyor.

Libération: Yazmaya nasıl başladınız?

Moha Souag: Dilin gücünün keşfi, bu. Çocuklukta, öykülerin ve şiirlerin arasında gezinirken dilin insanı güldürme, ağlatma yetisi. Yazıyla tanışmamsa, dildeki bütün bu duyguların yerli yerine oturması gibi bir anlam taşıyor.

L: O zamanlar ne tür kitaplar okuyordunuz?

Çok dergi okurdum, çünkü dergilerde çok resim vardı. Sonra bir gün biri bana iki kitap verdi, biri Arapçaydı öteki Fransızca. İlkin, Almanfaloté’nin yazdığını okumaya başladım, bol gözyaşlı, inlemeli, ıslak duygusal bir kitaptı, onu yarım bıraktım. Öteki kitap, Dostoyevski’ydi. Karamazov Kardeşler gibi bir kitabı okuyarak, alışılmamışı keşfediyordum sanki; kitabı bir solukta okumuştum ama hiç bir şey anlamamıştım. Ama bu yine de tuhaf ve büyülü bir dünyaydı benim için. Okuduğum baskıda bugün bile aklımdan hiç çıkmayan küçük bir şiir vardı:

Bir arabacının gölgesini gördüm.
Bir fırça gölgesiyle fırçalıyordu
Görkemli bir araba gölgesini

Fransızca öğretmenimden bu şiiri bana açıklamasını istedim; ama o, küçücük bir adamın kendisine Dostoyevski’den söz etmesine çok şaşırmış göründü.

İlk başlarda, dilin betimlediği dünyanın olağanüstü boyutlarda yabancı ve gizemli olmasından etkilenmiş olduğunuzu söyleyebilir miyiz?

Evet, edebiyatta dil, yalnızca var olan dünyaları değil, özellikle de var olmayan dünyaları betimleyebilir. Ve yabancı olana duyulan hayranlık, insanın kendi içinden dışarı çıkma yetisini de içinde taşır. Edebiyat bana başka olası dünyalar da olduğunu göstermek için, beni kendi dünyamdan çekip çıkardı. Buradan yola çıkarak ilk başlarda Rus edebiyatıyla ilgilenmekle birlikte, başka ülkelerin edebiyatları da ilgimi çekti. Böylece, dünyada bir tek bizim olmadığımızı, tanımamız için başka ufukların da olduğunu keşfettim.

Bir roman yazarı olarak, sizin düş dünyanızda da bu egzotik ve ayrıksı boyut var mı?

Benim için, günlük yaşamın içindeki normal insan, öylesine bildiğinden şaşmaz bir tutum sergiliyor ki, akıl almaz derecede hayalci ve hatta saçma birine dönüşebiliyor. Normal olma isteği yüzünden insan, yaşamın kendisine genel anlamda sunduğu bütün olanakları görmezden geliyor. Benim yazma tarzım, biraz da bu sorunun bir yanıtıdır: İnsan başka türlü yaşayamaz mı?

Biraz açar mısınız?

Açayım: Kuralı kim belirliyor? Neyin normal, neyin anormal olduğuna kim karar veriyor? Normal bir davranışın sınırlarını belirleme olgusu, kurguyu, buradan yola çıkarak düşünme özgürlüğünü ve hareket özgürlüğünü kısıtlar.

Roman kişileriniz normal mi peki? Bize benziyorlar mı?

Fazlasıyla normaller (gülüşmeler). Sonu saçmalamaya varan bir mantığın peşinden giden kişiler bunlar.

Örneğin, “Askerin Karısı”ndaki Aziz’in durumu gibi mi?

Kesinlikle. Normal bir yaşam sürdürmek isterken, kendilerini saçmalığın içinde bulan Aziz’in ya da Karima’nın durumu.

Bazen avunmak için, genel olarak bir sanat yapıtına başvurmanın, insanın doğasıyla dünya arasında var olan aykırılıktan kaçmanın bir yolu olduğunu söylerler. Bir başka deyişle, burada dünyanın dönüştürülerek yeniden yaratılması söz konusu. Bu konuda ne düşünüyorsunuz ?

Bu doğru. İnsan olmanın bütün sorunu, doğmak ve yanıtı olmayan birçok soruyla birlikte yaşamak. İnsan, bu soruların yanıtını daima büyüde, mitolojide, dinde, felsefede ya da bilimde bulmayı denemiştir. Sonra, insan doğumda ve ölüm karşısında da güçsüz. İnsan doğduğu andan başlayarak ilgiye ihtiyaç duyan varlıklardan biridir. Beslenmesi için, öğrenmesi için birilerine ve bir şeylere bağımlı durumdadır, çünkü bilgi kendiliğinden sunulmaz ve insanın duyguları onu yanıltır. Gerçeklik ve bilgi, insana kendini kabul ettirmek için zorlayıcı bir yöntem dayatır. Sonra insan, ne zaman ve nerede öleceğini de bilmiyor ve daha da kötüsü, ölümden sonra kendisini neyin beklediğini de...
Bu durumda edebiyatta, sanatta, anlaşılır bir dünyayı yeniden kurmanın yollarını arıyor.

Peki çocuğun buradaki yeri ne sizce ? Sanatçının içindeki çocuk mu bu isyancı, bu üstün yetenekli kişi ?

Çocuk bizim toplumumuzda, eğitimin elinde oyuncak olmuş varlığı temsil etmekte. Çocuğun gelişimine çok seyrek rastlanır, çünkü yetişkinler tarafından verilen tüm eğitim, çocuğu, eğilip bükülmez bir insan görüntüsü olan kendi görüntüsüne benzetme eğilimindedir. Görüntüden söz etmişken, çocuklar resimleri severler, ama yetişkinler hangi resmi sunarlar onlara? Bir çocuk bir saz bitkisinden at; bir kibrit kutusundan da bir araba olamayacağını öğrendiği anda çocukluğu yitip gider.

İmgelemin gücü mü demeye getiriyorsunuz?

Evet, İnsanın gücü, imgelemdir, düşseldir, düştür; bu, bulunduğu yerin sınırlarını aşma ve çözümler bulma yetisidir.

Moha Souag kimin için yazıyor?

Öncelikle kendim için, çünkü insan yazmaya başladığında, kafasında kendisi dışında bir okur yoktur, kuşkusuz. Daha sonra o türe ilgi duyacak potansiyel bir okur canlanır kafamızda, öncelikle okumayı bilen, bir kitabı satın alabilecek ve bir okuma kültürü edinmiş biridir bu kafamızda canlandırdığımız okur tipi.

Günümüzde, Fas’taki kitap okuruna ilişkin görüşünüz nedir?

Peki, açık olalım. Fas’ta okuma oranı iyi. Yayınevleri ve kitapçılar hiçbir şey satamamış olsalardı, uzun zamandır dükkanlarını kapatmış olmalıydılar, örneğin sinema salonları gibi. Bu bağlamda okuma işi gerçekleştirilemeyecek bir proje değil. Eğer bu konuda her düzeyde sorumlu olan kişiler işi ciddiye alacak olurlarsa sorun çözülmüş olacak. Ben en önce ebeveynlerin sorumlu olduklarını düşünüyorum, eğer onlar zahmet edip de eve kitap sokarlarsa, bu çok ciddi bir adım olacak ! Spor gibi, müzik gibi, kitap okuma da öğretilebilir. Nerede? Ne zaman? Nasıl? İster ana sınıfları olsun, ister ilkokullar, sınıfa sokulacak ilk şeydir kitap. Çocuk daha çocukluğunun ilk yıllarında kitabın sayfalarını çevirebilsin diye. Ve bütün okul yaşamı boyunca bunu yapabilmeli. Çok önemli bir nokta da şu; öğretmen okumayı seven biriyse, öğrencileri de sevecektir. Okumaya ilişkin tüm dağıtım işleri ve ticari konular okuru hedeflemekte; oysa Fas’ta, kitabın piyasaya çıktığını bilen en son kişi okurdur; üstelik, kitabın çıktığını bilse bile kitapçıda bulamaz! Bu dağıtım işleri hiç de profesyonelce yapılmamakta. Kitabın dağıtımında ve tanıtımında boşluklar var. Bir yazarın yapıtının eksiksiz biçimde orta dereceli okullarda okutulmasına şu son yıllarda yeniden başlandı; bu da öğrencilerin basit bir romanı bitirememelerini bahane ederek, yalnızca öğrencilerin değil, öğretmenlerin de savunmaya geçmelerine yol açtı!

Faslı kadın günümüzde aktif yaşamın bütün alanlarında varlığını göstermekte. Bugün, Faslı kadının koşullarını nasıl görüyorsunuz?

Koşulları mı? Ona dayatılan koşullar, ona empoze edilen koşullardır! Faslı kadın kimliğinin içe kapanıklığı üzerine hep söylediğim nakaratı yinelemek zorundayım. Faslı kadın, bilimin ve mühendisliğin en uç noktalarındaki görevleri alıp yürütmekte ama ortaçağdan kalma yasalarla idare etmek zorunda. Bu tuhaf durumdan nasıl çıkarız bilemem ama durum ortada işte!

Zaman ve yaş konusunda neler söyleyeceksiniz?

Zamana karşı garip bir tutumum var. Yalnızca randevularım söz konusu olduğunda zamanı hesaplarım. Kendime ait olan zamanlarım çok geniş ve sınırsızdır. Yaşlılığı ise vücudum zayıf düştüğünde ve yıprandığında anımsıyorum yalnızca. Her insanın iki yaşı vardır, bütün insanlığın yaşı ve insanın kendi yaşı. İnsanlığın yaşındayken sonsuza dek yaşıyoruz; yaşımızı geçmiş kuşaklarla ve gelecektekilerle paylaşıyoruz. Bedenimiz olsun ya da olmasın, bizler buradayız, tarihin içinde, insanlığın sürekliliği içindeyiz.

Gelecekle ilgili tasarılarınız nedir?

Alışılmışın dışında tasarılarım var, ama bu beni rahatsız etmiyor çünkü uçsuz bucaksız zaman var önümde! Birçok senaryo teklifi, romanlar, öykü
derlemeleri....

Libération okurları için son bir söz söylemek ister miydiniz?

Libération okumaya devam etsinler!

...

Söyleşi: Atmane Bissani
Libération, Cuma 19 Mart 2010


Not: Bu yazı aşağıdaki web sitesinden Türkçe’ye Zelin Artuğ tarafından çevrilmiştir.

http://www.libe.ma/Moha-Souag-l-Ecriture-et-la-Vie_a9861.html

 
Toplam blog
: 142
: 969
Kayıt tarihi
: 04.07.08
 
 

Yaşam, sorulardan ve yanıtlardan oluşmuş. Her soru, aynı zamanda kendinin yanıtı... Çift yumurta ..