Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Temmuz '17

 
Kategori
Kitap
 

Reenkarnasyon, aşıklar için olsaydı keşke

Reenkarnasyon, aşıklar için olsaydı keşke
 

Reenkarnasyon, ölen birinin ruhunun yeni bir bedene transfer olmasıdır. Yani, ruh göçü demektir. Hint kökenlidir. Hindistan menşeili inançların çoğunda vardır. Ölen bir bedeninin ruhu başka başka canlılara geçer. Ortdoğu kökenli dinlerdeki cennet-cehennem işlevi de görür bu inanış. İyi insansan, iyi biri olarak yaşamışsan bedenin öldükten sonra ruhun, iyi şartlar altında yaşayacak yeni doğmuş bir bedene göç eder. Kötü biriysen de, ruhun, bir hayvana ya da düşük tabakalarda, kötü şartlarda yaşayacak yeni doğmuş bir bedene göç eder.
 
Hindistan'da bin yıllar boyu sürmüş 'Kast Sistemi'nin nedenlerinden biri de reenkarnasyon inancı olmuştur bence. En alt tabakada, imkânsızlıklar içerisinde yaşayan bir köle, diğer yaşamında iyi şartlar altında yaşam beklentisiyle, durumuna boyun bükmüş, kabullenmiş, sorgulamaya uzak olmuştur. Tıpkı ortadoğudaki radikaller gibi. Cennet beklentisiyle, her seferinde onlarca insanı öldürürler. Cennet-cehennem beklentisi de, insanları uyuşturmuştur. Fakir cennete gideceeğim diye, her şeye boyun büker, adaletsizlikte bile mana arar; zengin ise cehennem korkusundan ikiyüzlülüğe yelken açar.
 
*
 
Reenkarnasyonu ilk kez duyduğumda 10-11 yaşlarındaydım.Tabii ki, Sadettin Teksoy'un programlarından. Ne acayip programlardı onlar öyle! Psikoloji diye bir şey bırakmazdı. Hele bir de çocuk için düşünürsek. Gerçi çocuklarınıza izletmeyin uyarısı olurdu ama, kim dinler, ben izlerdim. Korka korka. Psikolojimin içine edile edile. Haber bültenlerinin içine sıkıştırırlırdı. Arada 'az sonra' diye kısa özetleri geçilirdi, böylelikle merak tavan yapardı. Başladığında, Saadettin Teksoy, 'ben Sadettin Teksoy' diyerek ürpertici sesiyle giriş yapardı. Ya bir türbeye dalar, sandukadan ceset parçası gösterir; ya bir yatırın gizeminden bahseder, ya taş kesilmiş at üstündeki gelinden... vs.
 
Bahsettiği ilginç olaylardan biri de reenkarnasyondu. Reenkarnasyon binlerce yıllık bir inanıştı ama ben ilk kez duyuyordum. Sadettin Teksoy da reenkarnasyona dair ilginç bir örnek vermişti. Yaşlı adamın biri ölmüş, ertesi sabah doğan bir çocuğa, yaşlı adamın ruhu reenkarne etmiş. O çocuk büynce eski hayatını, çocuklarını falan hatırlıyordu. Olayın ilginçliğinden çok korkmuştum. Ya bana da bir ihtiyarın ruhu geçtiyse, ya benim de çocuklarım varsa diye diken diken olmuştu tüylerim.
 
Levent Kırca da epey dalga geçti Sadettin Teksoy'la. 'Ben Sadettin Teksoy, oyarım' deyip, işaret parmağını sallayarak, komik skeçler hazırladı.
 
*
 
Neyse, konumuza dönelim. Reenkarnasyonun aşıklar için olmasını isterdim. Sonsuz bir hayatı en çok aşıklar hak eder çünkü. Saatler saniye, günler saat, aylar gün, yıllar hafta gibi gelir aşıklara. Sözü Neşet Ertaş'a bırakalım:
 
"Tatlı dile güler yüze
Doyulur mu doyulur mu
Aşkınan bakışan göze
Doyulur mu doyulur mu
 
Doyulur mu doyulur mu
Canana kıyılır mı
Cananına kıyanlar
Hakk'ın kulu sayılır mı
 
Hem bahara hemi yaza
Yarin ettikleri naza
Yar aşkına çalan saza
Doyulur mu doyulur mu
 
Doyulur mu doyulur mu
Canana kıyılır mı
Cananına kıyanlar
Hakk'ın kulu sayılır mı
 
Garibim geldim gitmeye
Muhabbetimiz bitmeye
Yar ilen sohbet etmeye
Doyulur mu doyulur mu
 
Doyulur mu doyulur mu
Canana kıyılır mı
Cananına kıyanlar
Hakk'ın kulu sayılır mı"
 
Doyulmaz. Bıkılmaz. Yorulunmaz. Hak ederse aşıklar hak eder sonsuzluğu. Yeniden, hep yeniden yollarını kesiştir aşıkların tanrım!
 
*
 
Edebiyat adına umutluyum ülkemden. Belki halk adına, halkın edebiyata vereceği önem adına değil de, edebiyat adına umutluyum. Edebiyatı karşılıksız sevenler olduğu müddetçe, edebiyatın sırtı yere gelmez.
 
Yirminci yüzyıl edebiyatımız şiir yönünden çok başarılydı. Yirbirinci yüzyılda, yani bugün şiir yönünden pek olmasa da diğer yazınsal türler yönünden gerçekten başarılıyız Onlardan biri, roman türü...
Gerçi çoğu edebiyatseverlerce, romanda hiç başarılı olamamışız ya, neyse!..
 
Ben kendi adıma konuşayım, yeni yeni, genç genç yazarlarımız tarafından yazılmış bazı romanları ben gerçekten beğeniyorum, hoşuma gidiyor, zevk alıyorum. Elbet dandik, öylesine romanlar da oluyor, ama onlar var diye başarılı olanlar görmezden gelinemez. Ama geliyorlar, yargılıyorlar işte. 
 
Geçenlerde, Erhan Sunar adlı 33 yaşında bir yazaardan nefis bir roman okumuştum. Şimdi de, İzzet Dönmez adlı 34 yaşında bir yazardan nefis bir roman okudum. İki yazarın ortak yönü hem genç yaşları, hem başarılı romanları, hem de yayımlandıkları yayınevleri. İkisi de Alakarga Yayıncılık'tan çıkmış. Aslında bu da bir tüyodur: Alakarga'dan çıkan çoğu roman iyidir.
 
*
 
İzzet Dönmez'in 'Süt ve Çikolata' adlı kitabını okudum.
 
Alakarga Yayıncılık'tan 2016 yılında çıkmış. Türü, roman. Sayfa sayısı, 398.
 
*
 
Süt ve Çikolata... İlginç bir roman. Çok renkli. Çok zengin. Sütlü çikolata kadar leziz üstelik...
 
Süt, güzel mi güzel bir öğretmen...
 
Çikolata bir halk kahramanı... Yerli bir Robin Hood... Modern bir İnce Memed...
 
Neyse ben pek girmeyeyim. Kitabın tanıtım bülteninden alıntı yapayım:
 
"Bir modern zaman kahramanı Çikolata. Arkasında ahlaksızlardan, gizli suçlulardan oluşan bir ölüler ordusu bırakıp kaçmaya koyulmuşken karşısına çıkan güzel öğretmen Süt'e tutulunca her şeyin rengi değişir. Bu arada okur, Emiliano Zapata'nın en yakın dava arkadaşlarından Chocolate ve karısı Leche ile bu ikisi arasında ne gibi bir ilişki olduğunu merakla takip edecek."
 
*
 
Yazarın üslubu ve dili de, sütlü çikolata kadar lezzetli...
 
Eğlenceli, gerçekçi, polisiye, romantik...
 
Ben çok beğendim. Bana bırakırsanız, ben kesinlikle öneririm.
 
-Mustafa Yıldırım - 20.07.2017
 
Toplam blog
: 480
: 715
Kayıt tarihi
: 03.11.12
 
 

Konyalıyım. Edebiyat okudum. Amatör yazar ve şairim. ..