Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '16

 
Kategori
Güncel
 

Yapılması gerekeni yapmamak...

Yapılması gerekeni yapmamak...
 

muhammedyusa.blogspot.com


Bazen hayat önümüzdeki bir bardak su gibidir. Susamışsınızdır. O su içilmelidir. Ama durmadan ertelersiniz. Bu nedir? 
 
Yapılması gerekeni yapmamak.
 
Her insanın (ve toplumun) önünde o gün, o hafta yapılması gereken görevler vardır. Bunun  acilen yapılması gerektiğini herkes bilir. Ama bazıları bunu ihmal eder. Boşver , der. Veya içsel bazı nedenler göstererek, yapılması gerekenleri yapmazlar.
 
Kendimizden örnek verirsek:
 
İnsan bedeni arızalandığı zaman bazı belirtiler verir. Sağımız solumuz ağrır; başımız döner; veya umulmayacak arazlarla hastalık geliyorum, der.
 
Biz durmadan görmemezlikten geliriz.
 
“Aman bir aspirin alırım geçer..” deriz. Ama ağrı devam eder. Vücut şu yada bu şekilde bizi ikaz eder, uyarır.  “Yahu motorda bir arıza var, bunu iyi bir doktora göster, yoksa yarın bir gün daha kötü şeyler olacak…”
 
Aldırmayız. Önem vermeyiz. “Geçer..” deriz…
 
Ondan sonra en son aşamada doktorlar seni , “hadi bakalım ameliyat masasına,” diyerek , son çağrılarını yaparlar. Ve o ameliyat masasından kalkma şansın ne kadardır. Onu Allah bilir. 
 
Meşhur hikayedir. Azrail’le anlaşmak meselesi…
 
“Adamın biri bir vesile ile Azrail ile tanışmış ve arkadaş olmuş ve arkadaşına “Biliyorum senin elinden kurtuluş yok, ancak benim senden bir istirhamın olacak:
Geleceğin zaman bana haber verirsen hiç değilse hazırlık yapar ve bazı işlerimi tamamlamaya çalışırım” der. Fakat aradan bir süre geçtikten sonra Azrail bu arkadaşının canını almaya gelir. Arkadaşı “Hani bana söz vermiştin, niçin habersiz geldin?” der.
 
Azrail de “Ben sana haber verdim ama sen anlamadın. Önce saçın sakalın ağardı, sonra dizlerinin dermanı kesildi, ellerin titremeye başladı, bütün bunlar ölümün birer habercisiydi.” der.”
 
Aslında daha da öte işaretler gönderir ama biz hiç anlamamazlığa geliriz. Yok bu işaretler önemli değil, deriz. Hiç ciddiye almayız.
 
Sonra… Sonra da iş Laz’ın söylediğine gelir.
 
“Ben hastayım dedim. İnanmadınız. Hastayım dedim, inanmadınız… Bak ne oldi şimdi? Mezar taşında böyle yazıyormuş.
 
Ne derdimizi anlatmasını biliyoruz. Ne şikayet etmesini… Tam ölürken alıp götürüyorlar hastaneye. O durumda doktor netsin, hemşire ne yapsın… Ancak ondan sonrası : “X oldu…” derler. İki hastabakıcı gelir, alırlar seni en alt kata. Oraya da Morg derler. İşte o kadar. Bitti.
 
Ama halkın dilindeki bir söz çok güzeldir ve bir çok bilinmezi ifşa edebilir: Ne derler: 
 
“Perşembenin geleceği çarşambadan bellidir.” Tam bir futuristik laf. Elbette Çarşamba’dan sonra Perşembe gelir…
 
Hayatta da bir çok arazın sonunda ne yazık ki belli hastalıklar belirir. Bu arazları çok önceden iyi yorumlarsak; veya bunu yorumlayabilirsek, belli çok önemli olguları önleyebiliriz. 
 
Tabii bu işler çoğu kez kendi anlayışımızla, kararımızla olmuyor. Bunu kestirecek çok iyi doktorlara ihtiyacımız var. Ama doktorlar ne yazık ki kendilerine tanınan on dakika içinde ne hastayı anlamaya çalışıyorlar, ne de hastalığı. Yaptıkları en iyi şey şu şu filmleri çektir; MR aldır.. Falan filan… Bir bakıma sorumluluğu teknolojinin üzerine yükleme. O filmler de doğru dürüst okunsa bari… Zor!
 
Ama iyi bir doktora rastlamak, rahatsızlığı zamanında yakalamak açısından çok önemlidir.
 
Bu başlık altında biraz da uluslar arası durumlara bakacak olursak. Gözlerimizi şu Suriye meselesine çevirecek olursak.
 
Rusya, artık Suriye’nin içinde adeta it oyunu oynuyor. İstediği gibi devran sürüyor. İstedikleri toplumları (bunlara Türkmenler dahil…) ateşe atıyor, bombalıyor ve nihayet Suriye’yi kendi egemenlik alanı olarak görüyor ve bu duruma herkesi hazırlıyor. 
 
Bazı ülkelerden cılız sesler çıksa da , Rusya Suriye’de kendi bildiği  gibi hareket etmekte kendini özgür hissediyor.
 
Gözler, ABD’de… Ne yapacak, bu gidişe nasıl karşı duracak, diye. Ama Obama Efendi artık, emekliliğe hazır,  buralardan çoktan vazgeçmiş durumda, dağda taşta gezip duruyor. Onun yardakçıları da:
 
“Bir şey olmaz… Bi şey olmaz…” deyip duruyorlar. Yahu nasıl olmaz. Adamlar Suriye’de babalarının çiftliği gibi hareket ediyorlar. Türkiye’nin burnunun dibinde, saldırgan tutumlarını sürdürüyorlar…
 
“Bi şey olmaz… Bi şey olmaz..!”
 
Allah vere biz de laz gibi, yarın birgün…
 
“Bişey olmaz diyordunuz… “No’ldi?” diye sormak durumunda kalmayız. Çünkü gidiş hiç de iyi değil. Arazlar ciddi bir bozukluğu işaret ediyor.
 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..