Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Ocak '19

 
Kategori
Anılar
 

"Değnekten Atımı" Gördünüz mü?

       Nasıl söylesem, nasıl anlatsam, içim içime sığmaz. Nasıl olduğunu düşünsem, havsalam almaz. Şimdi şu an, çakmayan çakmak gibiyim. Fitilinin ucundaki alevi görmek her an mümkün Çıksa da, çakmasa da. Sebep? :  “ Hasretlik”

     ÖZELEŞTİRİ:  Bu güne bu gün;  ben, “Bartın’ın fahri hemşerisiyim”. Belediye,  lütfetti. Kapı kadar da şahadetname verdi…  Bu yazı, bir öz eleştiridir. Şimdiye kadar biz, har vurup Harman savurmuşuz. Havada kapıp, tavada yemişiz. Hep tribünlere oynamışız. Kimsenin olamayacağı yerlere tırmanmışız, Neden hala daha Bartın’da yaşamıyorum? Neden uzağım? İşte, hüznüm budur  benim.

       TAYİNİMİZ ÇIKTIĞINDA:  Bartın’da  iken, tayinimiz çıktığında, sevinmiştim. Yeni arkadaşlar edineceğim diye. ”Gidiyoruz” diyerekten. Eski İtfaiyenin karşısındaki sokaktan kalkan arabanın tekerleklerinin bir an önce dönmesini, sabırsızlıkla beklemiştim. Sonunda, bir ay dayanabilmiştim. Bartın’a gelip postu yine serdimdi, gittiğimiz yerden. Beni görenler: “Aa, siz  tayin olmamış mıydınız?” dediler. Hatta beni otelden alıp evlerine misafir ettilerdi. Bartın benim, hep öz yuvam oldu. Çocukluğumun krallığını sürdürdüğüm Asma Mahallesi ile. O değnekten atım ile.

Görüntünün olası içeriÄ?i: 2 kiÅ?i      

BU BARTIN GAZETESİ KÜPÜRÜ, POSTADAN BANA GÖNDERİLDİ. BEN DE KOPYALAYIP BURAYA YAPIŞTIRDIM

PEK KIYMETLİYDİ :  Değnekten atım vardı benim. Kamçılan mı, dört nala  uçardı. O  kira evimizin yan duvarına, atımı bağlamak için çaktığım çiviyi,  geçen Sonbaharda merakla gidip baktım. Ve o çiyi buldum, iyi mi?  Kararmış, boynu eğilmiş. Birdenbire gözümden yaşlar boşandı.  “Ah zavallıcık ah.  Bu çivi atımı özlemiş. Bak boynunu nasıl da bükmüş” diyerek geçirdim içimden. Yıllar, yıllar öncesi hem de.      

SABAHLAR OLMASIN İSTEDİK:  Bartın’dan uzakta, Bartın’a duyulan özlemlerle biz n’apıyoruz şimdi?  “Hiiiiçç. n’olsun? İyilik sağlık valla. Hasret, Bartın’a duyulan özlemler, boyumuzu aşmış. Ve “bir örs” olmuşuz hayatta. Gelen vurmuş, giden vurmuş. Ama,”çekiç” olduğumuz zamanlarda biz, karşılık verecek olmuşuz amma, kuvvetli  vurmasını bilememişiz meğer.

ZAMAN, SU GİBİ AKTI. BİTMESİN İSTEDİK: Turistik sahil kasabalarının  gece kulüplerinin birinde, içerisinin romantik ışığına kanarak, içmişiz de içmişiz. Tam bu sırada ışıkların sönmesine hayıflanarak “ Kim söndürdü bu lambaları” diye hayıflandığımızda, yanımızda birlikte eğlendiğimiz oğlum Ferhat, beni dürtmüştür: “ Sabah oldu baba” diyerekten. Meğerse gün ağarmıştır. Gecenin bitmesini hiç istememişimdir.

       Her şey iyi olur inşallah diyorum. İçki alışkanlığım olmadığı halde, bu dünya ayık kafa ile çekilmiyor diye diye bu günlere geldik. Buraya kadar olanı, “Bartın” dışından oluşmuş karelerden ibaret.

       Ama; benim doğum yerim ne Bartın, ne de İzmir. Babamın görevi münasebetiyle bulunduk Bartın’da. Hem de iki devre birden. Toplam sekiz yıl.

 O ŞİMDİ, BARTINLILARA EMANET:  O şimdi,  Emniyet Müdürlüğü salonlarından, Bartınlılara bakıyor. O kadirşinas dediği Bartın’lıların  emin ve sıcak kolları arasında. Onu, Bartın Emniyet Müdürlüğü yaşatıyor, kolluyor ve koruyor.

 KADİRŞİNAS BİR MÜDÜR:  Bir keresinde uğradığımda Bartın Em. Müdürü Ogün Vural, babamın resim çerçevenin tozunu sildirmiş.  Yerine astıktan sonra da dua etmiş. Duydum, gözlerim yaşardıydı. Ve eklemişti: “Benden sonra da bu çerçevedeki resimler, depoya kaldırılmayacak”  demişti. ”Yazı yazacağım” demişti.

       BARTIN GAZETESİNİ BAŞKA İLLERDE DE YAŞADIK:  Babam bir zamanlar, Bartın Gazetesinde, zaman zaman resmi konurdu babamın. Başarıları anlatılırdı. Daima ilk sayfada resmi yer alırdı. Kaldığımız 8 yıl boyunca. Eski ve yaşlılar babamı hala daha tanıyorlar. “Onun gibisi yoktur ve olamaz” diyorlardı. Oradan tayin olduk gittik, babamın sandığındaki o Bartın Gazeteleri,  hep bizimle beraber geldi. Zaman zaman açıp açıp okurduk gazeteleri. Hasret giderirdik elin memleketlerinde dahi.

       YAZI YAZMAK, BİR AYRICALIK: Ve de şu işe bakın. Oğul olarak ben, yıllar yılından sonra, şimdi bu gazetenin yazarıyım. Onur duyduğum bir yazarlık. Şiirim çıksın diye, matbaasında baskı makinesinin kolunu çevirdiğim günler. “Kolu çeviren” bir tek kendimi zannederdim. Üüüü, Bütün Bartınlılar kuyruk olmuşlar kol çevirmede. Bartın Gazetesinde yazı yazmak, bir ayrıcalıktır. Türkiye çapında yazı yazmış kadrosuna baksak da, bakmasak da.

       BİR HEYBETLİ ADAM:   Bu AZİM Kırtasiye, sonraları öğrendiğim gibi Bartın Gazetesinin, şimdiki gibi idarehanesiydi. Koskoca kırtasiyecide sanki başka bir şey yokmuş gibi, bir silgi için beş defa gittiğimi hatırlarım, Ama, Cemal Aliş Amcanın yanına yaklaşıp da, derdini söyleyemezsin.  Bir heybetli Adamdı. Üstelik de milletvekiliydi. Yanına gidip de fazla durmaktan çekinirdim doğrusu. Gide gele, gide gele  öğrendim ki, gazete, şiir basmazmış, onu, anca  öğrenebildimdi.

       KİMLER GELDİ, KİMLER GEÇTİ:  Fakat  95 yıllık Bartın Gazetesinden kimler,  kimler geçip gitti: Kimler var? Saymakla bitmez… Pertev Naili Borotav, Ahmet Baha Gökoğlu, Vahit Lütfi Salcı, Mehmet Şair Ülkütaşır, Hamamizade İhsan Bey, Fuat Edip Baksı, Sadi Yaver Ataman, Rıfat Ilgaz, Fikret Madaralı, Falih Rıfkı Atay gibi önemli kişilerin ilk yazıları bu gazetede yayınlanmıştır. Şimdi sırada Hikmet Aksoy var, Tarık Çıtak var. Misafır yazarlar var. Ben ve  Erkan Ahçıoğlu var.

       ŞİİR YAZMA HEVESİ UĞRUNA:   Şiirimi bassınlar diye, o baskı kolunu az mı çevirdim. Hele hele Bartın Ortaokulundaki duvar gazetesinde ise hiç şansım yoktu. Kimsenin görmez tarafından, duvardaki gazeteyi yok ederek dürüp paketleyip kaybetmiştim. Türkçe öğretmeni Müyesser Hanım ve ve baş editör, benden şüphelenmişlerdi.

                                       &&&

       BARTIN’A ÖYLE  KAR  YAĞMIŞTI Kİ:   O yıl çok kar yağmıştı. Bartın’da, bilmem nereden elime geçen bir kayak vardı. Kars’tan dolayı eğitimliydim. Kayak kıyafeti mi? Hak getire. Takım elbisemle Aladağ’ı  çıktım. Tepesinden koyuverdim kendimi. Kar, çalıları, dereleri örtmüş. Fındık ağaçları  kocaman kocaman kümeleşmiş. Dereleri Büyük bir sürat ve hışımla, kendimi baş aşağı  dikenli ağaçların, çalıların arasında buldum. Altımda akarsu akıyordu. Ve akarsuya baş aşağı vaziyette dikilirken gördüm kendimi. O anda. Başım, suya değdi ha değecek. Dikenler her tarafımı yırttı zaten.

        Okula, aynı takım elbiseleri ile gittiğimde, dizleri yırtıktı. Babam gördü ve kızdıydı:  “Bartını adam ettim, seni edemedim.  Elbisenin  “Sappik’lerdeki”  borcu daha bitmedi dürzü” deyişini unutamam. Sappiklerle de  tanışmış olduk, fena mı?! (Bilmiyorum, duruyor mu?)

       Şu an  canım Bartın’da olmak istiyor. Yine dağlara çıkayım diyorum. Arabaların arkasına kement atıp  araba arkasında  sokaklarda FİNK ATAYIM DİYORUM.

       HALA DAHA ÇOCUKLUĞUMUN DEĞNEKTEN ATINI ARIYORUM?  Siz olsanız  arar mıydınız? Ben arıyorum ama. Çocukluk. Bartın’daki çocukluğum. Çocukluğum bile ayrıcalıklıydı. Yazılarımın her satırında, her hecesinde, her karesinde içimin okyanuslar enginliğinde sihirli dokular gizli. Düşten geleceğe masalsı bir yaşanmışlıktan bu günlere gelmemdeki en önemli etki, “Bartın’ın nimetlerinden “ kaynaklanıyor. Ve ben hala daha,  o değnekten atımı arıyorum. Birisi görse de su  verse diyorum. Susamıştır.

       Sonra n’oldu diyeceksiniz. Bizim kayağın  ayak giren demir aksamlı bir çift tahta parçasını gördüm bitişiğimizdeki taş fırının damında. Bizim bekçi, babamın emriyle kayakları fırınlamış. Artanı da dam başına fırlatmış.

      İyi  mi?!

 
Toplam blog
: 1616
: 918
Kayıt tarihi
: 13.08.06
 
 

Hayatın dikenli yollarından geçmenin  sırrı, aralarından çabuk geçmektir. Ümit, naylon çorap giyd..