Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Haziran '12

 
Kategori
Dostluk
 

Adam gibi adam

Keşan’da üç yıl çalıştıktan sonra, İstanbul’a atandım, 1972’de.

Yeni okulumun adı, Vefa Poyraz Lisesi  idi.

“-Nerde bu okul?”diye sordum.

“-Küçükköy’de…” dediler.

Çapa Eğitim Enstitüsü’nde okuduğum için, yabancısı değildim İstanbul’un.

Bindiğim gibi Vezneciler’den bir minibüse, doğru Küçükköy’e…

Adı “Küçükköy” ama hiç de küçük değilmiş, Gaziosmanpaşa ilçesine bağlı bu belediye.

Küçükköy’ün merkezinde, henüz birkaç yıllık yepyeni, tertemiz, pırıl pırıl bir okul…

Okul yeni ama ben o kadar da yeni değilim. On birinci yılı öğretmenliğimin.

Okulun geniş kapısından girince içeriye:

“-Buyurun efendim, ne arzu etmiştiniz?”diye soran bir görevliye:

“-Yeni atandım okulunuza, dedim. Öğretmenim… Müdür Bey’i görmek istiyorum.”

“-Buyurun, odasını göstereyim.”deyip düştü önüme.

Eylül’ün sonu ya da Ekim’in başı…

Yeni açılmıştı okullar.

Sanırım, sabah saat 9.00 ya da 10 suları…

Hiç kimse görünmediğine göre okul bahçesinde ve koridorlarda, öğrenciler derste olmalıydı.

Müdür odasının önüne gelince, teşekkür edip görevliye, tıklattım kapıyı.

Güneye bakan pencerelerinden bol ışık ve güneş giren aydınlık bir makam odası…

Lüks değil ama zevkle döşenmiş… Solda koyu kahverengi bir masa…  Müdür kol-tuğunda takım elbiseli, ciddî görünümlü ama içinin güzelliği yüzüne vurmuş bir insan…

Önündeki kitaptan kaldırıp başını, gözlüğünü çıkarırken:

“-Buyurun…”diyor.

Masasına yaklaşıp takdim ediyorum kendimi. Sözümü bitirir bitirmez, sevinçle ışıyor yüzü.

Ayağa kalkıp hemen “hoş geldiniz” diyerek sıkıyor elimi.

“-Lütfen oturunuz.”

 Nerde olursa olsun; müdürüm, âmirim kibar bir insan olsun, nazik olsun , beyefendi, hanımefendi olsun da canımı yesin!..

Yeni müdürüm, tanıdığım ilk dakikalarda giyimi, oturup kalkışı, konuşması ve nezake-tiyle fethedivermişti kalbimi hemen.

Okuluna yeni bir öğretmen tayin olmasından büyük sevinç duyduğunu söyledi. Aylardır yalvarıp dururmuş meğer Millî Eğitim Müdürlüğü’ne: “Ne olur, bana öğretmen gönderin. Baş-ka bir şey istemiyorum sizden.” diye.

Olur; derler ama sözlerini yerine getirmezler. Sur dışındaki okullara, üvey evlat gö-züyle bakarlar hep.” diye şikâyet etti bir süre.

Sonra tanımak için beni, daha önce nerelerde çalıştığımı sordu.

Anlattım ben de kısaca. Ankara-Hasanoğlan Öğretmen Okulu’ndan Kars’ın Arpaçay ilçesine sürgün gönderilmem ilgisini çekti.

“-Namussuzlar, hemen hemen aynı yıllarda, beni de sürdüler; kış ortasında hem de, Kayseri’den Adana’nın ilçesi Osmaniye’ye.”

İçten içe sevindim bunu öğrenince. Öyle ya, aynı yollardan geçmiş, aynı kaderi pay-laşmış iki insandık! Damdan düşenin halinden, damdan düşen anlardı…

Ders programıyla ilgili bir arzum olup olmadığını sordu: Türkçe ve edebiyat olmak şartıyla haftada 30 saat çalışabileceğimi söyledim.

 “-Bu güzel işte, dedi;  hay hay, memnuniyetle…”

Zile bastı. Gelen hizmetliye Müdür Başyardımcısıİrfan Bey’i çağırmasını söyledi.

Bir iki dakika sonra geldi İrfan Bey. Tanıştırdıktan sonra beni, “Arzusu üzerine 30 saat Türkçe dersi verelim Erkan Bey’e” dedi.

Ayağa kalktı. Orta boylu İrfan Bey’in yanında en az üç İrfan Bey gibi görünüyordu.

“-Buyurun, birlikte hazırlayın programı”deyip kapıya kadar uğurladı.

İlk tanışmam böyle oldu işte, “Kayseri Ağzı 1, 2, 3” adlı dev eserlerin yazarı Kâzım Yedekçioğlu ile.

Ve her geçen gün karşılıklı sevgi ve saygı sınırları içinde gelişti dostluğumuz.

İkinci ders yılı başlamadan önce, “müdür yardımcısı” olmam için ısrar ettiyse de, öğ-retmenliği idarecilikten daha çok sevdiğimi belirtip teşekkür ederek kabul etmedim önerisini.

Millî Türk Talebe Birliği’nin düzenlediği “Liseler Arası Şiir Okuma Yarışması”na ka-tılmak istediğimi söylediğimde:

“-Bu yazı bana bir ay önce geldi, Millî Eğitim’den. Ben size duyurmadım. Sur içindeki okullar ahbap çavuş ilişkisi içinde kendi aralarında paylaşırlar bu tür ödülleri. Bana sorarsan, katılma derim. Üzerler seni.”demesine aldırmadan, ısrar ettim.

“-Benden söylemesi… Sen bilirsin!”demek zorunda kaldı.

Hafta sonu, kitapçıları dolaşırken Cağaloğlu’nda, tesadüfen öğrenmiştim böyle bir ya- rışma olduğunu.

Sadece beş gün vardı hazırlanmak için ama yeterdi bu bana.

Ortaokul 2. sınıf’tan Ümit Altın’ı çağırdım hemen. Bir süre önce, sınıf içi şiir okuma yarışmasında, “Sizi Bilmem” adlı şiirimi okuyarak birinci olmuştu.

Durumu kısaca özetleyip:

“-Ne dersin Ümit, dedim; katılmak ister misin böyle bir yarışmaya?”

“-Siz uygun gördüyseniz, elbette isterim öğretmenim.”

“-Ama sen bir ortaokul öğrencisisin. Oysa karşında Galatasaray Lisesi, Kabataş Lisesi, Pertevniyal Lisesi gibi ünlü okulların genellikle son sınıflarından ablalar, ağabeyler olacak.”

“-Hiç fark etmez öğretmenim. Her şeyden önce, hiçbir şeyden korkmamayı öğrettiniz siz bize.” deyince henüz 12 yaşındakiÜmit:

“-Tamam, katılıyoruz öyleyse; dedim. Bugün son dersten sonra gitme hemen, çalışalım biraz.”

Ve üç dört gün çalışıp hafta sonu gittik Cağaloğlu’na. Eşim Güler veÜmit’in sınıfından birkaç öğrenci ile…

Geçmişte “Halkevi”, günümüzde Eminönü Halk Eğitimi Merkezi olarak kullanılan Millî Türk Talebe Birliği binasına girdiğimizde, salonun hınca hınç dolu olduğunu gördük. Eşime, bana ve Ümit’e yer ayırmışlar ama öteki öğrencilerim ayakta kaldı.

Sık sık “Vefa Lisesi!..”, “Şişli Lisesi!..”, “Beşiktaş Lisesi!..” gibi tezahüratlarla inli-yordu salon.

Okullar alfabetik olarak sıraya konmuş. Dolayısıyla “Vefa Poyraz Lisesi” sonlarda…

Ve başlıyor yarışma.

Ünlü okullar, ünlü şairler, ünlü şiirler…

Sözgelişi, İstanbul Erkek Lisesi’nden “TRT Çocuk Saati Sanatçısı” bir öğrenci Attilâ İlhan’ın Türkiye şiirini öyle güzel okudu ki, ben de 10 üzerinden 10 verdim; eşim de…

Uzatmayayım, bizim okul anons edilince Ümit çıktı sahneye. Gülmeye başladı herkes. Öyle ya, “Liseler arası şiir okuma yarışması”nda bacak kadar bu çocuğun ne işi var burada!..

Ama Ümit,hazırlıklı buna: “Ayıp ediyorsunuz!.. Akıl ve yetenek yaşta değil, baştadır.” der gibi bakıyor salona.

Kıkırdamalar sona eriyor ama başlamıyor Ümit: “Fısıltıları kesmezseniz başlamam.” diyormuş gibi dimdik duruyor sahnenin ortasında. 

Ve herkes dikkat kesilmiş bakarken bu cesur “minik”e:

“Sizi bilmem

sabahları severim ben

apaydınlık sabahları…”

diye kendinden emin bir sesle başlıyor şiire.

Pür dikkat dinlerken herkes:

“Sizi bilmem

sarışın kızları severim ben”

deyince de bir dalgalanma oluyor dinleyenlerde ama Ümit, bir çalımla hemen önlüyor bunu da

bakıp kimsesizliğime

ince boynuma

saz benzime

gücüme gülenlere şaşarım ben

beş bin yılın tomurcuklarıdır

açan dudaklarımda

renk renk

koku koku

ışık ışık

dağları

denizleri

sınırları aşarım ben       

bir gün gelir

gelir bir gün

gönüllerde yaşarım ben!

diyerek bitirdiğinde şiiri, öyle bir alkış kopuyor ki!..  

V, Y, Z harfleriyle başlayan liselerin temsilcileri de okuduktan sonra şiirlerini, sona

eriyor yarışma. Dereceye girenleri belirlemek için başlıyor jüri çalışmaya.

Her geçen dakika artıyor heyecan. Öğrenciler kendi liseleri için tezahürat yapıyorlar

durmadan.

Ve jüri başkanı, yazar ve şair İbrahim Minnetoğlu geçiyor mikrofona

Gürültünün kesilmesini bekleyip açıklamaya başlıyor sonucu:

Birinci:İstanbul Erkek Lisesi   

İkinci:Çamlıca Kız Lisesi

Üçüncü: Vefa Poyraz Lisesi

Pazartesi olup da Ümit, bileğinin hakkıyla kazandığı “kupa” ile birlikte Kâzım Ye-dekçioğlu’nun karşısına çıktığında, sevgili müdürümün sevincini bir görmeliydiniz.

“-Ben sana inanıyor ve güveniyordum da Erkan Bey, yarışmayı düzenleyenlere güvene-miyordum. Hakkın yenir de üzülürsün diye, hayır diyordum. Gecekondu semtindeki bir okulun, anlı şanlı liselerle yarışıp “kupa”kazanarak dönmesi büyük başarı!..” deyip beni de kutlamıştı içtenlikle, Ümit’i de…

O yıl beni, Sivas Öğretmen Okulu’ndan arkadaşı İstanbul Millî Eğitim Müdürlüğü’ne yeni atanan Halis Kurtça ile tanıştırdı. Ama Kurtça, arkadaşına ihanet (!) edip beni Millî Eğitim Müdür Yardımcılığı’na aldı.

Kırk yıl görev yaptıktan sonra emekli olunca da boş durmadı, sevgili müdürüm. Kay-seri’de çalıştığı yıllarda Erciyes dergisinde yayımladığı derlemelerini ve denemelerini yeniden gözden geçirip eksiklerini tamamlayarak kitaplaştırdı.

1972’de başlayan dostluğumuz, son nefesini verdiği 8 Nisan 2012’ye kadar devam etti.

Kayseri’de, vatanında şimdi o koca çınar“Gırtlak kavurgasını ister” dediği hamu-runun yoğrulduğu topraklarda…

Eşimin ve aynı okulda birlikte çalıştığım yazar Sadık Göksu dostumun  -üzerine basa basa söyledikleri gibi- “Adam gibi bir adam”dı  O.

Bundan böyle, Halis Kurtça gibi yüreğimde yaşayacak bu sevgili dostum da.

   

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..