Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Eylül '20

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ah şu son altı ayımız!

Alti ayı aşkın bir zamandır süregelen şu Corona (covid 19) gunlerinde dogal olarak hepimiz zaman zaman hüzünleniyor, kaygılara kapılıyor ve sıkılıyoruz! "Eski normal" günlerimizi arıyor, hayatin akışı içinde o günleri anımsatan bazi kareleri tekrar yakalayabildigimiz anlarda ise anlık da olsa hoş duygulara kapılabiliyoruz. Sicak yaz günlerinin Eylül'ün ayından da rol çaldığı bu günlerde yarı nemli avuçlarımızla bu kareler aracılığıyla yine de hayata tutunmaya çalışıyoruz. Kah çalışarak, kâh dinlenerek, kah severek, kah sevilerek... Bazen de nitelikli oyalanmalarla...
 
Evet, son altı aydır son derece olağanüstü günler yaşıyoruz. Keza bu "Covid 19 pandemisi "sanki görünmez, sinsi bir savaş ya da doğal felaket" hali gibi maalesef. Uzunca bir süredir gerek yaşam pratıklerimiz gerekse medya yoğunluğu ile de hissettiğimiz algı bu yönde... Durumun nasıl gelişeceği, nereye doğru evrileceği, olabildiğince kontrol altına alındığında-ya da alınamazsa- nasıl bir dünya ve yaşamla karşılaşacağımız hususu ise büyük bir belirsizlik taşımakta! Bir yandan konforlu kentli coğunluk II. Dünya Savaşı sonrası unuttuğu "dünyanın gerçekten tehlikeli bir yer olduğu" gerçeği ile yüzleşirken, bazı kesimler ise uzun vadede bu durumun içinde yasadığımız aşırı tüketime, gösterişe dayalı, doğayı (tüm diğer canlıları, epidemisi. florası, atmosferi vb. ile) acımasızca tahrip etmeye yönelik yoz sistemin -o yöndeki alışkanlıklarla birlikte- iyice dizginlenebilmesi açısından bir umut taşıdığı düşüncesinde...
 
Bilineceği üzere insan psikolojisinin kolay kolay üstesinden gelemediği durumların en başta gelenlerinden biri de "süreğen bir belirsizlik duygusudur". Bu nedenlede eski hayatlarımızı avuçlarımızın içinde taşımaya çalıştığımız berrak bir su birikimi gibi düşünürsek onca sıkıntıya karşın parmaklarımızı aralamaya hiç gelmiyor... O zaman bir de bakarız ki su akmış ve üzerinde sadece hafif bir ıslaklık hatta nem kalıvermiş. O da kısa bir süreliğine...
 
Biyolojimize, sosyalliğimize ve psikolojimize zorunlu bir şekilde dayatılan "yeni normalin" içlerine doğru elimizde olmadan hizla çekiliyoruz. Bu ise, teorik olarak yöntemi ve şekli konusunda hepimizin az çok fikir -ve artık pratik- sahibi olduğu gibi, ilişkiler ve dış ortam açısından son derece yalıtımlı, bu durumun tekno dijital eylemlerle dengelenmeye çalışıldığı, çok yakın çevremiz dışında oldukça "insansız", başta temizlik ve sağlık kaygısı olmak üzere birçok gündelik yaşam önceliğimizin değiştiği bir "zor(un)lu normal". Doğal olarak bu durum karşısında ruhumuz ve zihnimiz, açılan Pandoranın kutusunda son kalan - ve "eski normale" sinsice göz kırpan "umut" ile C. Bukowski'nin ünlü bir sözü arasında çaresizce salınmakta: "Dünyaya mutlu olmaya gelmediğini kabul etmeye başladığında mutlu oluyorsun!"
 
Ama biz yine de olabildiğince "normal" kalmaya çalışalım. Freud'un "Normal insan sizce kime denir?" sorusuna verdiği yanıt son derece kısa ve net:"Bir insan çalışabiliyor ve sevebiliyorsa normaldır."
 
O nedenle öncellikle huzurlu ve ruhumuza uygun bir şekilde çalışmayı ve sevmeyi hiç bırakmayalım.
 
Ya sizce?
 
İ.Ersin Kabaoğlu,
 
23 Eylul 2020, Ankara
 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..