Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ağustos '15

 
Kategori
Deneme
 

Ahmet Abi'ye mektup...

Ahmet Abi'ye mektup...
 

Edip Cansever'in Mendilimde Kan Sesleri şiirini ithaf ettiği Ahmet Gayretli


Hoş, şimdi mektup yazmak gibi bir adet kalmadı ya, ne de olsa ben bir eski adamım yine de yazayım dedim. Bu ülke yaş ortalamasına göre ileri bir yaşa ulaşmış olmak, bir eski alışkanlığı dile getirmem için yeterli olsa gerek. İyi, yazayım dedim de demesine, nasıl yazmalı. Çok düşündüm önceleri, kime yazayım, ne yazayım diye. Öfkeliyim; bir yanlış yapmaktan çekindim. Sonra birden sana yazmak geldi içimden. Çünkü, en çok sen anlarsın, " dağılmış pazar yerlerine benziyor memleketim" hala, çünkü sen anlarsın en çok!

"Bir kadeh tutuşun vardı eskiden

Dirseğin iskemleye dayalı

Bir vakitler gökyüzüne dayalı derdim ben"

Kadehi düşürdüler vurup elimizden Ahmet Abi, gökyüzüne dayalı umutlarımız vardı, kırdılar. Bir yoz beğeni, bir düzeysizlik, bir karmaşa kaplaması yetmezmiş gibi ortalığı, bir hırs uğruna adım adım bir savaşa, bir kaosa sürükleniyor ülke. Doğusundan batısına yitirilen genç canlar, sönen ocaklar... Ne temizlenmez barsakları varmış bu ülkenin be Ahmet Abi. Dünün barsak temizliğine soyunan anlı şanlı, altına zırhlı Mersedes çekilen temiz eller savcısı, yanına "Balyoz" u da alıp giden diğer savcıyla birlikte yurt dışına kaçıyor. Onlara sahip çıkanlar, alkışlayanlar hiç bir şey olmamış yüzsüzlüğünde yerlerinde hala. Bir zamanlar yurt dışından tutuklanacaklarını bile bile görevlerini bırakarak gelip kendilerini adalet dağıttığını zannettikleri bu savcılara teslim eden subaylar bir yanda, tası tarağı toplayıp yurt dışına kaçan savcılar bir diğer yanda. Ve onurdan, şereften bahsedenler. Şeref mi, sizin ağzınıza alamayacağınız kadar sizin uzağınızda...

Ah be Ahmet Abi; düşüp tuz buz omuş bir cam bardak gibi içim. Bir ipi kopmuş uçurtma gibiyim. Ne yapmalı, nasıl yapmalı? Muavenet zırhlısı vurulduğunda, askerimizin başına çuval geçirildiğinde, Libya çöllerinde zamanın başbakanı Kaddafi tarafından azarlandığında bile devlet, bu gün olduğu kadar yaralayıcı bir duruma düşmemiş, bir yolu bulunur, çıkarız içinden demiştik. Oysa günlerden Çarşamba'ymış Perşembe'nin gelişini belli eden.

Hapisanelerde yitirilen, sakat kalan, çatışmalarda ölen, onur intiharları ile yaşamına son verenlerden sorumlu olanlar, şimdi ülkeyi bir iç çatışma ortamına getiren ve bundan sorumlu olanlardır. Oysa biz onlardan hiç bir şey istememiştik, beklentimiz de yoktu zaten. İleri demokrasi, barış süreci, açılım söylemlerinin de düzmece olduğunu biliyorduk. Çünkü yolları bizim yolumuz, anlayışları bizim anlayışımız değildi Ahmet Abi.

Olaylar aldı beni seneler öncesine götürdü. Artık bıktırdılar bizi be Ahmet Abi. Giderek yaşam sevincimizi alıyorlar elimizden. Oysa biz hiç bir zaman devletimize darılmamış, kırılmamış ve ordumuza dudak bükmemiştik; asla... Ama böylesi günleri de hiç yaşamamıştık bu ülkede.

Yıl 1973 genel cerrahi uzmanlığımı Gülhane'de tamamlamış, atanmam Erzincan Asker Hastanesi'ne yapılmıştı. Eşyalarımız toplu vaziyette nakil için hazırdık. Ben önceden tahsisli lojmanımı almak için neler gerektiği konusunda temas etmek için Erzincan'a gittim ve bir gün kalıp Ankaraya döndüm. Sabah eve geldiğimde eşimin gece ben yoldayken acilen apandisit ameliyatı olduğu ve Gülhane'de yatmakta olduğu sürpriziyle karşılaştım. Lojmanımı almak için rapor alıp geri döndüğümde, bu işe bakan personel albayın " siz doktorsunuz, böyle uyduruk rapor almak kolay sizin için, ailen yanında yokken lojmanı veremem" sözleri mesleğimin en başında ordu ve devletten ideallerime indirilmiş ilk darbe oldu benim için. Bir şey söylemeden arkamı döndüm ve çıktım. Çünkü ideallerim ondan çok daha büyüktüler. Sonraları eşyalarımızı hastanenin bodrumuna yerleştirip birisi üç aylık, diğeri dört yaşında iki kızımızla ordu evine yerleştik ve ben görevime başladım.

Bir hafta sonu bütün hastane , eşler ve çocuklarla birlikte pikniğe gitmiş, erkekler akarsuda alabalık peşinde koşturuyorduk. Eşyalarımızı tam olarak açamadığımız için benim kıyafetim ortama elverişli değildi. O seneler Ankara'da Togo diye ünlü bir ayakkabı mağazası vardı, oradan özenip bir mokasen almıştım. Bir ara atlarken teki ayağımdan çıkıp akan suya kapılıp kaybolup gitti. Oralarda bulunan bir köylü delikanlı "ben onu bulurum, suyun akıntısının hafiflediği yer var aşağıda, takılıp kalmıştır orada" dedi ve gitti. Biraz sonra elinde ayakkabı tekiyle döndü. Kaç numara ayakkabı giydiğini sordum, "kırk numara" dedi, çıkarıp öbür tekini de ona verdim, kente yalın ayak döndüm.

Erzincan dağlarında ayakkabılarımı, gençliğimi bıraktım ama, dört yıl kaldığımız orada arkamda tek bir kırık gönül bırakmadım. Bunları niye mi yazdım, bilmiyorum ki... Ah be Ahmet Abi; bizim alacak verecek hesabına dökersen bu devlete hiç bir borcumuz yok. Varsa hakkımız eğer, o da helal olsun. Ama artık yeter; bizi kırmayın, bizi hırpalamayın, küstürmeyin. Siz her kimseniz, adınız her neyse, makamınız neresiyse hakkınız yok buna. . 

Eyvallah, hoşça kal Ahmet Abi...

Akın YAZICI

11 Ağustos 2015/ Erdek

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..