Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ağustos '15

 
Kategori
Özel Günler
 

Dönmeyi düşünmeyenlere

Dönmeyi düşünmeyenlere
 

Çıplak Ağustos güneşinin altında bütün gün kavrulan Afyon ovasını gece serin bir yorgan gibi kaplamış, Kocatepe'nin eteklerine mevzilenerek sıralanmış topların namlularında soğumaktadır. Bozkırın kendine has gündüz sesleri, akşamın uzayan gölgelerine karışıp çekip gitmiş gibidirler. Şimdi korkunç bir sessizlik, siperdeki askerlerin yürek seslerini büyüterek kaplamıştır her yeri. Daday'lı Veli çavuş, mavzeri omuzunda dayalı, sırtı siperin toprak tahkimatında, son tütünüyle sardığı sigarasının ateşini avuçları içinde saklayarak, güneşte kavrulan ve çatlayan dudaklarını acıtmasına bakmadan içmekte, parmakları yanmaktadır. Mülazım Fethi, taburunun başında, çadırında, memlekette bıraktığı yeni evlendiği eşine yazdığı mektubu bitirmiştir. Bir şey olursa ulaştırırlar ona nasılsa diye geçirir aklından. Katlar, her zaman uniformasının sol göğüs cebinde kalbinin üzerinde taşıdığı deriye sarılı küçük Mushaf'ın arasına koyar, dışarıya geceye, yıldızlara çıkar...

**Dağlarda tek tek

Ateşler yanıyordu

Ve yıldızlar öyle ışıltılı, öyle ferahtılar ki

Şayak kalpaklı adam

Nasıl ve ne zaman geleceğini bilmeden

güzel, rahat günlere inanıyordu"

25 Ağustos 1922 akşamı,; Başkomutan Afyonkarahisar'ın 20 kilometre kadar güneyinde Şuhut kasabasında, bir köy evinin üst katında kurulmuş olan sofrada, bir gaz lambasının sönük ışığı altında akşam yemeğini yemektedir. Büyük taarruz ertesi sabah başlayacaktır. Yaver Muzaffer Bey' den bir taraftan topçu cephane miktarı hakkında bilgi almaktadır. Buna göre taaruzdan önce yapılacak olan toplu ve sürekli topçu ataşine ancak üç, dört saat yetecek kadar cephane vardır. Mustafa Kemal yemeği bitirdikten sonra iki tarafın arazi üzerindeki durumlarını gösteren haritayı ister, genel durumu inceler. Yaverine Döğer ile Dumlupınar arasındaki mesafeyi ölçmesini söyler.

-Buradaki kuvvetleri hareketsiz kalmaya mahkumdur, ayağa kalkar, Muzaffer Bey'e:

-Haritaları topla, hareket ediyoruz, der.

 Gece yarısı olmuştur. Başkomutan şimdi Kocatepe'nin eteklerinde çadırlı ordugahta, konik bir çadırdadır. Gecenin koyu sessizliği içinde yalnız önde akan küçük bir dereden hafif, ürkek su şırıltıları duyulmaktadır. Başkomutan bir ara çadıra giren yaverine,

- Hazır mısınız, diye sorar, olumlu cevap alınca doğrulur. Henüz bozulmamış portatif karyolası üzerinde durmakta olan tabancasını ve kemerini alır, kuşanır. Her gün olduğu gibi tıraş olmuştur, eldivenleri elindedir. Çadırdan çıkar. Esas duruşa geçen nöbetçi erin ensesini şefkatle okşar içi kabararak. Ortalık zifiri karanlıktır. Gaz ve mum fenerlerinin titrek ışıkları altında Kocatepe'ye doğru çıkmaya başlarlar. Nihayet zorlu bir yürüyüşten sonra tepeye çıkmışlardır.

-Allah Türk milletini ve ordusunu koruyacaktır, diye mırıldanır.

 26 Ağustos 1922; sabahın ilk ışıkları bir topun namlusundan kızıla kırılrak yansır. Ufuktaki bulutların etekleri tutuşur. Bozkırın üzerinde, koyaklarda, halen gölgede olan yerlerde ince, nemli bir pus tabakası bir dua gibi hafiften dalgalanmaktadır. Başkomutan dürbün başında düşman tahkimatını gözlerken topçuların cehennemi ateşi başlar. Tonlarca cephane su gibi akıp gitmektedir. Endişeye kapılanlar olur, bunu O'na da iletirler. O büyük bir soğukkanlılıkla tek mermi kalana kadar ateşe devam edilecek emrini verir ve ekler:

-Cephane ikmalini düşmandan yapacağız. Akşam olmak üzeredir.

-Yarın öğleden sonra Afyon'da olacağız, diye ekler. 28 ve 29 Ağutos günleri tahkimatı tam ortadan yarılan düşman kovalanmakta ve sıkıştırılmaktadır. Başkomutan önceden tasarladığı yerde düşmana son darbeyi vurmak için hazırlanmaktadır.

Nihayet 30 Ağustos... Şimdi Zafertepe denilen yerde aşağı inme emrini verir. Birinci Ordu Komutanı Nurettin Paşa;

- Paşam, ateş hattına iniyorsunuz der, endişeyle. Cevap verir:

-Siz burada kalınız. Yoluna devam eder. Düşman top ateşi altında bulunan bir yere gelir. Orada süngü takmış ilerlemekte olan piyade birliklerinin hareketini takip eder. Askerlerin süngüleri ufuğa yaklaşmış olan güneşin kızıl ışıkları altında alev alev yanıyor, asker "Allah, Allah" sesleri ile düşmanın üzerine bir ateş çığı gibi iniyordu. O anda Mustafa Kemal elindeki sigarayı atıp, siperin içinde dimdik ayağa kalkıyor. Bu çok sevdiği, üzerine titrediği askerleri için bir saygı duruşudur. Ve bağırır;

-Hacı Anesti, mağrur komutan! Neredesin, gel de ordularını kurtar.

Büyük Zaferin ikinci yıl dönümünde (30 Ağustos 1924) Dumlupınar'ın Çal tepesinde yapılan törende konuşmasını şöyle bitirecektir: "Hiç şüphe etmemelidir ki, Yeni Türkiye Devleti'nin, genç Türkiye Cumhuriyeti'nin temeli burada tarsin olundu (kuvvetlendirildi) hayat-ı ebediyyesi burada tetviç olundu (taçlandırıldı). Bu sahada akan Türk kanları , bu semada pervaz eden (uçan) şehit ruhları devlet ve cumhuriyetimizin ebedi muhafızlarıdır.

*** Ordularımız İzmir'e kadar dörtyüz kilometreyi, asıl kuvvetleri ve harp gereçleri ile on günde geçtiler. Diyebilirim ki, süvari tümenleri ile piyade birliklerimiz düşmanı ezip İzmir'e yürümekte birbirleriyle yarış etmişlerdir. İzmir rıhtımında süvarilerimizin kılıçları denizde resim gibi şekillenirken, piyadelerimiz Kadifekale'de şanlı Türk Bayrağı'nı semaya yükselttiler. Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının, harp tarihine verdiği son harekat örneğinin kıymeti, bu harekat bütün safhaları ile tahkik edildikten sonra ve belki bugün değil, yarın anlaşılabilecektir. Büyük orduların yürüyüş birimi yanlış hatırlamıyorsam günde yimi, yirmibeş kilometredir. Bundan dolayı, askerlerimize İzmir'e kavuşmak için her gün bu mesafeyi aşıp geçirten kuvvet kaynağının, ne yüce bir vatan aşkı olduğunu anlamak güç değildir.

İşte yeni Türkiye budur. Yoksa dillerinden düşürmedikleri, içinde gizliden eskiye özlemini duydukları değil. Bu bir "iki ayyaş" masalı değil, Onların önderliğinde eşşiz bir Mehmetçik destanıdır. O Mehmet'ler kim midir? Onlar kavruk Anadolu suratları, yanık esmer tenleri, yeni terlemiş kaytan bıyıkları, üzerinden buğular tüten terli atları ve çekilmiş parıl parıl parlayan kılıçlarıyla yanık Anadolu' nun bağrından ve rüyalarımızdan tozu dumana katarak dörtnala geçip Akdeniz'e ve Uçmak' a varanlardır...

 

Akın Yazıcı

29 Ağustos 2015/Erdek

* Uçmak: Cennet

** Kurtuluş Savaşı Destanı, Nazım Hikmet

***1922/  Atatürkün söylev ve demeçleri cilt 3 sayfa 39

 
Toplam blog
: 190
: 391
Kayıt tarihi
: 07.05.14
 
 

1965 Ankara Üniversitesi Tıp fakültesinden asker hekim olarak mezun oldum. Gülhane Askeri Tıp Aka..