Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Eylül '09

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

Ahmet Altan ve Taraf'ın Cesareti

Ahmet Altan ve Taraf'ın Cesareti
 

Türkiye’de yazılı basında bir devrim olarak kabul edilen tarih, Taraf Gazetesi’nin yayına başladığı gün olarak kabul edilebilir. Gerçekten de kutuplaşan ve haberleri kendi pencerelerinden öğüterek okuyucuya ulaşan büyük medya holdinglerine karşı itici bir güç oldu Taraf!

Gazete yayına başladığı 2007 yılından itibaren özellikle orduyla ilgili bilinmeyen ve gizlenmeye çalışılan birçok bilgiyi açıklayarak dokunulmaz denilen orduya dokunabilen gazete oldu. İlklerden biri bu konuda. Büyük cesaret.

Fettullahçılara bağlı denilerek gruplaştırılmaya çalıştılar ancak Ahmet Altan ve Taraf Gazetesi’nin gruplaşma gibi bir çabası olmadı hiç.

Birçok olayda kesin ve net tavrından taviz vermeyen gazete, veremediği tavizleri yüzünden reklam alamaz, para kazanamaz oldu. Birçok engelle karşılaştı, karşılaştırıldı.

Gazete çalışanları gazetenin kapanmasını engellemek adına maaşlarını alamadılar, Ahmet Altan tüm varlığını gazete için kullandı.

Gazetenin çıkışı

Gazetenin ilk çıktığı tarihlerde bir gazetecilik öğrencisi olarak olabildiğince soğuk davrandım Taraf’a. Özellikle gazetenin Kürt politikası ve Kürtlere bakışı ile ilgili sindiremediğim, hoşnut olmadığım çok özellik vardı. Ancak insanoğlu olarak o kadar çok önyargımız var ki. Bu önyargıların esiri olmaya devam ettiğimizde hayata net olarak bakmayı unutuyoruz.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu’yu gezip gördükten sonra öncelikle zihnimde Kürtlere olan önyargılarımı yok ettim. Batıda 50 kuruşa satılan Taraf’ın doğuda 25 kuruşa satıldığını görünce epey bir şaşırmıştım. Taraf sayesinde birçok vatandaşın evine gazete giriyor bölgede. Mutlu oldum.

Ayrıca Kürt politikası ile devletin dayattıklarının yanlışlığını fark edince gazeteye hak verdim.

Gazetelerin kuruluş amacı

Gazetelerin varlık nedeni kamuoyunu bilgilendirmek en temelde. Ancak ideolojilerin varlığı ve baskısı ile gazetelerde yönetimlerinin düşüncelerine aykırı davranamıyorlar. Yönetimin düşüncesi gazeteleri yönlendirirken o düşünceye sahip “kanallardan” gazeteye reklam, para ve destek yağıyor.

Taraf’ın baskın bir düşünceye sahip olmadan gerçek demokrasiyi savunur olduğunu fark ettiğimde gazeteyi elimden düşürmemeye başladım.

Ancak bir dönem özellikle tüm köşe yazarlarının orduya bilinçli olarak yüklenmesi benim canımı sıktı. Biraz da farklı düşünceler, farklı konular yansımalıydı gazeteye… Radikal gazetesinin kuruluşundaki havaya sahip olan Taraf, farklı bakışlarla bizlerin ufkunu açmalıydı.

Tek tip haber veren gazetelerden farklı olmalıydı.

Ahmet Altan’ın Cesareti

Uzun bir dönemden beri Ahmet Altan’ın Kum Saati adlı köşesinde yer verdiği makalelerini takip ediyorum. Taraf için canını vermeye hazır olan Ahmet Altan bu ülke için fazla cesaret isteyen yazılar yazıyor. Demokrasiyi savunuyor ama başkaları gibi ağzına sakız etmiyor.

Kürt sorunu, terör ve ordu ilişkileri üzerine öyle dokunaklı ve gerçekçi şeyler kaleme aldı ki herkesin bu ülkenin gerçekleri hakkında dikkatle izlemesi gereken biri Altan.

15 Eylül tarihli yazısında Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’nin mevcut yapısına yönelttiği eleştiriler 80’li yıllarda olsaydı kendisi şu anda cezaevinden mektup yazardı.

Büyük Selanik adlı yazısı bence tam anlamıyla bir başyapıt.

Yazıdan birkaç kuble bir şeyler paylaşacağım demek istiyorum ama Altan’ın kalemi öyle parçalanamıyor, verince tamamını koymak gerekiyor. İşte hayran kaldığım Ahmet Altan yazısı.

Büyük Selanik

“Artık hepimiz ucundan kenarından “yapay bir görüntüyü” gerçek zannettiğimizi hissetmeye başladık.

Bizim seksen yıllık cumhuriyet bir “sahtelikler” cumhuriyeti.

Mustafa Kemal, Selanik’te doğmuş, askerî okullarda nispeten “Batılı” bir eğitim almış, Sofya’da ataşelik yapmış, Almanya’yı görmüş genç bir generaldi cumhuriyeti kurduğunda.

Okuduklarımdan anlayabildiğim kadarıyla iki büyük tutkusu vardı.

Birincisi “lider” olmak.

İkincisi de, ta gençliğinden beri söylediği gibi Osmanlı’nın diğer topraklarından vazgeçip Anadolu’da büyük bir Selanik yaratmak.

Güzel kadınlar, şık beyler, balolar, danslar, temiz evler, çiçekli bahçeler, köylerde vals çalan orkestralar, kahve ve konyak kokan cafeler, beyaz örtülü lokantalar...

İlk amacına ulaştı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin tartışılmaz lideri oldu.

Bir devletin liderliğini ele geçirmek zordur ama bunu yapabilecek yetenekleri vardı ve başardı.

İkincisi ise “zordan” daha zordu.

Yüzlerce yıllık gelenekleri yıkmak ve başka bir tarihin, başka bir mücadelenin, başka bir kültürün sonucu olan bir ülkeyi burada yeniden kurmak öyle bir “kişinin” kararıyla olacak iş değildi.

Onun hayalindeki ülke ne Osmanlı’nın bir mezbele halinde tuttuğu Anadolu’nun geleneklerine, ne de Müslümanlığın inançlarına uyuyordu.

Sanırım bütün diktatörlerin düştüğü hataya düşüyordu.

İstediği şeyin “iyi” olduğuna inanıyordu ve önerdiği “iyiliğin” kabul edilmemesine sinirleniyordu.

Zorla “şapka” giydirdi, zorla Batı müziği dinlettirdi, zorla dans ettirdi.

Ama bu iş “zorla” olacak bir iş değildi.

Onun hayal ettiği ülkeyle, yönettiği ülkenin gerçekleri birbirini tutmuyordu.

Bütün baskıya, gazetelerin bütün yayınlarına rağmen yönettiği insanlara “yabancı” biri olarak kaldı.

Birçok açıdan muhalefetle karşılaştı.

Müslümanlar, bu “Batılı” hayat tarzını reddediyorlardı ve emirle “Batılı” olmaya yanaşmıyorlardı.

Kürtler, kendilerine Kurtuluş Savaşı sırasında söz verilen “eşitliği” istiyorlardı.

Demokratlar, “diktatörlüğüne” karşı çıkıyorlardı.

Onu ürkütecek kadar gerçek kökleri olan direnişlerdi bunlar.

Sanırım hem ürktü hem öfkelendi.

Korkunç bir baskı uyguladı.

Kürt liderlerini astı, Müslümanları gazeteler vasıtasıyla “irticacılar” olarak ilan etti, demokratları Meclis’ten attı, solcuları hapse koydu.

Orduyla ve sivil bürokrasiyle bütün ülkeyi denetimi altına aldı.

Ve çok istediği Selanik’i, büyük şehirlerin yeni zenginleri ve bürokratlarla yarattı.

Artık “Atatürk” olan Mustafa Kemal’i memnun edecek göstermelik bir “Selanik” yaratıldı memleketin küçük bir parçasında.

Geride kalan kısımlar da, “yeni Selaniklilerin” esiri durumuna düştü.

İnsanlar kendi ülkelerinde bir söz hakkına sahip olamadılar.

Kürtler, Müslümanlar, demokratlar, solcular devletten dışlandılar.

Bu “Selanikleşme” hareketine “Atatürk ilke ve inkılâpları” adı takıldı ve bunlara uymayanlar “devlet düşmanı” ilan edildi.

Biz bugün hâlâ Türkiye’de “Selaniklilerle” Anadolulular mücadelesini yaşıyoruz.

Atatürkçüler, “bizim önerdiğimiz güzel ve iyi bir şey, neden buna karşı çıkılıyor” diyorlar.

Samimiler bunu söylerken.

Ama bunun zorla olamayacağını, emirle gerçekleşemeyeceğini, hayatın kendi doğal akışı içinde biçimlenmesi gerektiğini kavrayamıyorlar.

Cumhuriyet tarihi boyunca ezilen, dışlanan Müslümanlar, Kürtler, demokratlar, solcular şimdi haklarını istiyorlar, “Selanikleşme” hayali uğruna yaşadıkları baskılardan kurtulmaya uğraşıyorlar.

Kürt açılımı, muhafazakârların zenginleşip örgütlenmeleri, demokratların seslerini yükseltmeleri, değişen koşulların sonucu olarak yaşanıyor.

Mustafa Kemal’in çok istediği o “güzel kokan memleketin” yaratılması şimdi artık mümkün gözüküyor ama bunu buranın halkı, kendi isteğiyle, artık böyle bir hayata hazır olduğu, zenginleştiği, dünyayla ilişkiler kurduğu için gerçekleştirecek.

İşin belki de en “şakacı” yanı ise şimdi buna “Atatürkçüler”in karşı çıkması.

Çünkü onlar hâlâ bunun “Müslümansız, Kürtsüz, demokratsız, solcusuz” olacağını sanıyorlar.

Atatürkçülere aslında bir müjde verebilirim, istediğiniz gerçekleşecek ama bunu halk kendine uygun biçimde yapacak.

Bırakın da yapsınlar.”

Ahmet Buğra TOKMAKOĞLU

Abtokmakoglu@gmail.com

 
Toplam blog
: 430
: 2186
Kayıt tarihi
: 18.06.07
 
 

20 Nisan 1989'da İzmir'de doğdu. İlköğretim ve lise öğrenimini Karşıyaka'da tamamladı. 20..