Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Eylül '09

 
Kategori
Kitap
 

Aldatmak

Aldatmak
 

Ahmet Altan'ın Aldatmak isimli romanını yanılmıyorsam 2002 yılında okumuştum. Aşağıda paylaşacağım yazı da o yıl kitabı bitirdikten sonra sıcağı sıcağına yazılmıştır. Yazıyı yayına alırken biraz gözden geçirdim, eksik ve yanlışları düzelttim. Mümkün olduğunca ilk yazılmış şekline dokunmadan küçük eklemeler yaptım, konunun anlaşılmasını kolaylaştıran.

Şimdi geçebiliriz...

1923’te kurulmuş kapitalizmin kendini bulması 90’lı yıllara rastlıyor. Kapitalizm bugüne kadar kentlinin ruhunu kavrayacak bir üstyapı kuramamıştı. Özellikle edebiyat dünyamız kendini bir türlü köyden koparamıyordu. Hatta edebiyat eleştirmenlerimizin roman anlayışları da bu formülün içinde gelişiyordu. Fethi Naci'nin kafasındaki roman formülü bile klasik roman biçimine denk düşüyor. Bunlar da Rus ve Fransız klasikleri. Bu romanların bile ne kadar kent romanı olduğunu sorgulamamız gerekiyor belki. Edebiyatın kapitalizmin aldığı şekille, farklılaştığını göz önünde bulundurmamız gerekiyor.

Ahmet Altan’ın romanı bu eksenin içine giriyor mu girmiyor mu bu ayrı bir konu ama bu tespiti de yapmalıyız.

Kitap “Aldatmak” ismi ile bütünleşen bir kitap. Konuya direkt olarak giriyor. Aydan isimli roman kahramanı yaşadığı çelişkilerin kurtuluşu olarak hayatını değiştirecek bir eylemlilik içine giriyor ve kocasını aldatıyor. Beni kitapta rahatsız eden temel şey, hani Temel İçgüdü filmindeki son sahnesinde söylenen “hayvanlar gibi sevişeceğiz” cümlesindeki vurgu gibi, kitapta cinsellik o biçimde sunuluyor.

Kadının kocasıyla yaşayamadığı şeyleri esrarengiz, belki de hiç olmayan bir adamda tatması ile değişen cinsel dünyasının çekiciliğinin içinde sahte bir şeyler olduğunu, yaşadığı çelişkilerinin içeriği ile örtüşmediğini hemen hissediyorsunuz. A. Altan, bu rahatsızlığın farkında. Bu nedenle Aydan'ın cinsellik dışındaki hayatını da kitabın sokuyor romanın içine. İş yaşantısı, oradaki ilişkileri ve başarısı...

Sonra ailesinden bir kişinin rahatsızlığı ve onun için hissettiği insani duygularla sanki dünyada bizim de tanıdığımız bir yerlerde yaşadığını hissediyorsunuz, Aydan’ın. Yani ismi ile alakalı olarak kadın, Ay’da falan yaşamıyor.

Toplumsal yaşamda tabularımız var. Tabunun da ötesinde “aldatma” fenomenin kadın ve erkekte farklılaştığını biliyoruz. Hep söylene gelen; erkek özünde aldatmaya eğilimli bir yaratıktır ve aldatması da çok önemli değildir, anlayışı yaygın bir düşüncedir. Kadının aldatması ise işte konumuz olan tabudur ve derin bir çözümleme gerektiren bir durum gibi sunulmuştur gözlerimizin önüne. Temelde hiç bir farkı yoktur. Bununla birlikte kadın ve erkek doğasının farklı olduğunun tespitini de yapmak gerekir. Burada detaya girmem, teknik olarak da bilgi olarak da mümkün değil. Fakat ilişkilerin temelinde aldatmaya dayalı bir biçimden söz ediyorsak orada yaşanan eksikliklerin her iki taraf içinde temelde aynı şeylerden oluştuğunu söylemek yeterlidir.

Bu tarzdaki temaların yoğun olarak yaşanmasının bir nedeni de kentin içindeki çelişkilerin ne kadar keskinleştiğini de gözler önüne sermektedir. Toplumsal yaşamda kadının erkeğin görevini üstlenir hale gelmesi ile yaşadığı şeylerin de erkek yaşamına benzemesinin sonucu olarak kadının “aldatması” bir tema haline gelmiştir. Ki bu kitaptaki genel müdür yardımcısı pozisyonundaki Aydan, bir lokantaya girip bir bardak şarap ısmarlayacak kadar özgürleşmiştir.

Erkek gibi olmuştur. Bu haliyle de kocasından bağımsız bir hayat sürmesi normaldir. Onu aldatması da…

Bu kitap edebiyat dünyamızın içine oturacak bir özellik taşımıyor; dil olarak da anlatım olarak da. Çok çabuk yazıldığı belli. Belki ben bu yazıyı yazacağımı düşündüğüm için daha fazla kafa yoruyorum bu kitapla ilgili olarak, A.Altan’dan. Burada O’nun yapmak istediği şeyi görmek gerekiyor. Bir insanın bir diğerini aldatması kolay bir süreç değildir. Yeni bir kişiliğin insanın hayatına girip onun yaşadığından farklı bir şey haline getirmesi de. Bu kadına yaşattığı şeyin toplumsal katmanlarda farklı tepkiler alacağı kesin.

Bu kitabın içinde öyle bir şey geçiyor ki, Aydan’ın yaşadığı şeyi ilk kez yapmadığını fark ediyoruz. Bence romanın içindeki en büyük boşluk, çelişki de burada çözülüyor. Yani Anna Karanina’nın yaşadığı şeyden farklı bir hale geliyor bu aldatma. Tipik bir zamparalık biçimine dönüşüyor. Yani Aydan bir zampara oluyor. Bir erkek karısını çoğunlukla onunla yaşayamadığı şeyleri dışarıda bulduğu için aldatır, tanımına denk düşen şeyi Aydan’ın Cem’le yaşadığı ilişkide görüyoruz. Cem’in tutkulu bir aşık olmadığı kesin. Burada Aydan’ın da cinsel itkiden başka bir aşk içinde kıvranmadığını da fark edebiliyoruz. Cem’in hayatın içinde de aşka ait bir yer olmadığı ayrı bir detay elbette.

A.Altan’ın roman içinde bu ihanete bir sebep bulamaması, sanırım yapmak istediği şeye denk düşen bir yaklaşım oluyor. Yine aynı dönemde vizyona giren Sadakatsiz filminin içeriğinde hiçbir neden olmayan bir aldatma fenomenine saplanıp kalmasının bir tesadüf olduğunu düşünmemiz gerekir mi?

Roman bir türlü anlatacak başka bir şey bulamazken ve final için çırpınıp dururken yazarın aklına bir anda “kleptomani” çözümlemesi gelmiş olması okuyucuyu etkilemek hedefinin çok ötelerinde olduğu kesin. Aydan ve Cem’in aşk seanslarının etkileyiciliğini yitirmesi ile birlikte bütün sıradan yazarların başvurduğu yöntemle ilişkinin bitirilmesi zavallı kadını bedensel bir boşluğun içine itip, bir anda içindeki başka şeyi ortaya çıkarması insanın aklına bir başka şeyi getiriyor. Keşke yazar, konuyu bir beyaz dizi havasına hiç sokmadan başlangıçtaki küçük bir ihanet bölümünden sonra bu kleptomani kişilik üzerine yoğunlaşsa daha okunulacak bir kitap olabilirdi. Ama onun kafasında başka bir şey olduğu kesin.

Başlangıçta sözünü ettiğimiz, kapitalizmin üstyapısal yeni mantalitesinin içinde, kadınlara yeni roller biçilmektedir. Belki ABD gibi ülkelerde başka anlamlarda tanımlanabilecek (çünkü orada yaygın bir ortasınıf var) bir olgunun, Türkiye’nin gündemine böylesine süratle sokuluyor oluşunun altında mutlaka bir neden aranmalıdır.

Ahmet Altan kadının özgürleştirilmesine mi soyunuyor yoksa toplumun çözülüşüne maya mı katıyor?

Burada Türkiye ile ilgili bir durum tespiti yapmamız gerekirse, aldatma yeni bir olgu değil. Hatta hem erkeğin hem de kadının alışık olduğu bir durum. Özellikle kentleşme ile birlikte, köy ile kentin arasına sıkışmış insanın, hayatlarında sürekli yanlış kararlar aldığı, bir sürükleniş içinde zorunlu beraberlikler yaşadığı, yine çarpık gelişmenin içinde bir takım kavramların özentileştirilerek toplumun dejenere edildiği (ki bu romanda da bu işlev var diyebiliriz), özellikle 80 öncesindeki evliliklerin, darbe sonrasında oluşan yeni ülke koşullarında evliliklerin bir kısmında benzer neticeleri gördük, yaşadık, öğrendik.

Hayatın içinde soluk alıp veren bir öykünün konusudur aldatma aldatılma. Ama Ahmet Altan’ın sunduğu biçimde mi? Bence, asla!

Burada, yaşamayan bireylerin bize yapıştırılması, benzetilmesi gibi bir istek var sanki. Bu kitabı satın almış yüz bin kişinin ve okuyan ya da okumak üzere olan en az üç misli kişinin hayatlarında ister istemez hayali arzular girecektir. Ve bu arzular, bir zamanlar Özalizmin ekonomi dünyasında yaptığı, bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler ve anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz türünden yaklaşımının toplumsal hayatın ve ailenin içine sokulması ile benzerlikler taşımaktadır.

Kitap için sonuç olarak diyeceğim şey şudur. Cinselliğin yazımına karşı değilim. Cinselliğin bir romanda olması gereklidir. Hatta konusuna göre sert cinsel ayrıntıların bir sansür kurulu tarafından yasaklanıyor oluşunun da karşısındayım. Edebiyatta, şiirde, fotoğrafta, sinemada, heykelde cinselliğin tüm ayrıntılarıyla, bazen belki vahşice sunulabileceğini de biliyorum, destekliyorum. Bu çok başka bir şey; çünkü bence insanidir.

Yalnız, bir kadın kocası evde gece uyuyorken evine başka bir adam alıp, iki dakikalık zevk için, evinin çok da önemsiz bir yerinde aldatmasının bizim dünyamıza ne tür bir zenginlik verdiğini kitabı bitirdiğim günden beri düşünüyorum ama bulamıyorum.

Bulan arkadaşların cevaplarını bekliyorum.

Uzay Gökerman
 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..