Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Temmuz '07

 
Kategori
Siyaset
 

Ali Kırca: 146/1'den İdam

Ali Kırca: 146/1'den İdam
 

Türkiye gariplikler ülkesidir. Bir zamanlar dışladığımız hattâ mahkum edip idamını istediğimiz kişileri bile gün geçtiğinde baş tacı yaptığımız olmuştur.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal, Osmanlı hükümetince idam cezasına çarptırılmıştır. Bunun nedeni belki de çok değişik siyasal ayak oyunlarıydı. Ama, ya Mustafa Kemal yakalanıp da idam edilseydi? Bugün Türkiye sınırlarıyla birlikte çok değişik bir ülke görünümünde olacaktı büyük bir olasılıkla.

Ya Cumhuriyet tarihimiz boyunca ilerici, solcu, devrimci aydın ve insanlara yaptığımız eziyet neyin nesiydi? Nice yazarımızı, şairimizi, biliminsanımızı yalnız sol görüşlü diye işkencelerden geçirdik. Yaşamlarını zehir ettik onlara. Bu değerli insanlardan yararlanacağımıza, onlara zindanları lâyık gördük.

İşte büyük şair Nazım Hikmet. Vatan özlemiyle yandı tutuştu ve Moskova'da öldü. Hâlâ, mezarı Türkiye'ye getirilsin mi, getirilmesin mi tartışması yapılıyor. Hâlâ, Türk vatandaşı olsun mu olmasın mı tartışması yapılıyor. Oysa, bütün dünya bunu aştı. Bütün dünya edebiyatçıları ve sanatseverleri büyük şairimizi "Türk" diye anıyor. Artık, bu zamandan sonra Türkiye Nazım Hikmet'le övünme gereksinimi duymaktadır. Türkiye, Nazım gibi bir dünya ozanını yurttaşlıktan çıkarmanın ayıbını yaşamaktadır. Bundan kurtulmak için de şaire vatandaşlık hakkı verilecektir.

Ünlü düşünür Jean-Paul Sartre cezalandırılmak istendiğinde, zamanın Fransız Devlet Başkanı De Gaul, tarihe geçecek şu yanıtı vermişti: "Sartre Fransa'dır"

Sabahattin Ali'de aynı durumdaydı. Fakat, o belki de Nazım'dan daha şanssızdı. Çünkü kaç diye izin verildi, ama kaçarken öldürüldü. "Belki de" dedim, çünkü Nazım'a sormak gerekiyordu, ölmek mi yoksa vatana hasret kalmak mı daha acı? diye. Ne yazıyordu büyük şair: "Memleket mi, yıldızlar mı, gençliğim mi daha uzak?" ya da "Yedi tepeli memlekette bıraktım konca gülümü". Bu dizeler sizi de kuşkulandırmıyor mu hasret ya da ölüm seçeneğinde hangisi baskın diye?

Çetin Altan, Yaşar Kemal, Aziz Kemal, Kemal Tahir, Orhan Kemal, Sevgi Soysal, Ruhi Su, Yalçın Küçük... Daha kimler var kimler? Bu insanlara yıllarca acı çektirdik. Neydi suçları? Koskoca bir hiç!

Ya Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'ın idamları? Savcı demiyor muydu "Üç bizden üç sizden" diye? Böyle bir düşünceyle üç genç insanın canına kıyılır mı? Nitekim sonra ne oldu? Savcının "üç bizden" dediği kişileri alıp anıtmezarlarına yerleştirdik. İşin tuhaf yanı, bir tarafta Türkiye'nin bağımsızlığı için savaşım veren gençler, diğer tarafta Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluş amaçlarını ortadan kaldırıp, Türkiye'yi sömürge durumuna sokmaya çalışan insanlar.

Yani, önce astık, sonra da "iade-i itibar" diyerek anıtmezarlara yerleştirdik.

İnsanlar komünist diye, sol görüşlü diye yaşamlarını zehir ettik. Okudukları okullardan attık. Yukarıdaki fotoğrafa lütfen bir bakın. O resimde bugün çok tanınan bir TV habercisini göreceksiniz. 1971 yılında askeri okulda okuyan bu genç bugünün haber sunucusu Ali Kırca'dır. Zamanın "Solmazer Davası" diye adlandırılan bir davada yargılanıyor. Savcı "Proleter bir ihtilal yapma girişiminde bulunmak" kuşkusundan dava açmış. Ali Kırca'nın idamı isteniyor. Dava sonunda Ali Kırca idam edilmiyor ama, okuldan atılıyor. Ama, Sayın Kırca şanslı "mağdur"lardan. Ordudan çıkarılan Ali Kırca, TRT'ye girince şansı dönüyor. Özel TV'lerin yayına geçmesiyle de, hem ünleniyor, hem de servet sahibi oluyor.

Dedim ya Türkiye garip ülke. Bünyemize kabul etmediklerimiz Türkiye'yenin alanlarındaki en iyi insanları. (Tabi ki istisnalar vardır).

Bu insanları dışlayacağımıza, onların düşüncelerinden yararlansaydık, bugünkü geldiğimiz noktada olur muyduk acaba?

(Fotoğrafta, ekranınızın solunda, siyah ceketli kişinin arkasında, sıra başında bulunan kişi Ali Kırca'dır)

 
Toplam blog
: 278
: 3275
Kayıt tarihi
: 26.05.07
 
 

İstanbul'un Kadıköy ilçesinde doğdum. Bir daha da Kadıköy'den ayrılmadım. İstanbul Üniversitesi, Ede..