Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Şubat '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Allah rahmet eylesin

Allah rahmet eylesin
 

Diğerlerinden farklı olarak 28 veya 29 günlük bir süresi olan “Güdük Şubat” belki de kışın yoğun olduğu bir mevsim olmasından dolayı, ölümlerin en fazla olduğu bir aydır.

Barış Manço ve Cem Karaca’yı anma programlarının yapıldığı günlerde, ünlü tiyatro oyuncumuz Gazanfer Özcan’ı da kaybettik. Allah rahmet eylesin.

Ölüm, her canlının başına gelebilecek en doğal olaydır. Hayatın belirli bir süresi olduğunu gören, bilen herkes, bir sonunun olacağından da haberdardır.

Bu yüzdendir ki, şu ölümlü dünyada bize ayrılan kısa süreyi, mutlulukla, etrafımızdaki insanları üzmeden, kırmadan, arkamızda hayırla anılacak hatıralar bırakarak geçirmemiz tavsiye edilir.

Bir yakınımızı kaybettiğimiz zamanlarda, bu duyguyu hepimiz iliklerimize kadar yaşarız. “İşte dün beraber olduğumuz o kişi şu anda artık yok. Ve ebediyen de bir daha onunla beraber olamayacağız. Aynı şeyler bizim de başımıza gelecek. O zaman ne diye kalp kırıyor, gönülleri mahzun ediyoruz ki” diye kendi kendimize kızarız.

Ancak aradan geçen kısa bir süre sonra, dünya hayatının cazibesi gelip beynimize çöreklenir, yine küçücük menfaatler yüzünden birbirimizin yüzüne bakamıyacak davranışlarda bulunuruz.

******

İnsan hayatının doğum, hayat ve ölümden ibaret evrelerini, tamamen biyolojik bir ortamda değerlendirmek mümkündür.

Bu durumda evimize yeni alınan bir masanın, sandalyenin, ya da televizyon sehpasının, işlevini yerine getirip eskimesi veya deforme olmasından sonra, çöplüğe atılmasıyla, bir insanın doğup, büyüyüp ölmesinden sonra, 2 metre karelik bir çukura atılması arasında hiç fark yoktur.

En azından biz, herhangi bir eşya ile aramızda fark olsun diye, kendimize mermerden mezarlar yaptırıyor, bize ait küçücük bahçemizi, çiçeklerle süslemeye çalışıyoruz.

Ne zamana kadar?

En fazla bir iki kuşak ötesine kadar.

Şu dünyada dedesinin babasının mezarını bilen kaç kişi vardır?

Hele dedesinin dedesi, dediğimiz zaman, bu sayı neredeyse parmakla sayılacak kadar azalır.

*****

Yaratılışın böyle kendiliğinden meydana geldiğine ilişkin iddia ve görüşlerde, insanı boşlukta bırakan derin bir sonsuzluk var. Hayat yaşadığımız süreçten ibaretse, o zaman son ana kadar “ne yapsak kârdır” anlayışı, bencil bir uygulamanın, adaletten uzak bir yaşantının ayak seslerini bize getirir.

Oysa biz böyle “hayvanî” bir yaşamı bir insan olarak asla tasvip etmiyoruz. İnsan onuruna yakışır bir hayattan dem vuruyoruz.

İnsan onuru nedir ki?

Bir taşla, bir ağaçla, bir böcekle aramızda bir fark olduğunu mu düşünüyoruz?

Varsa bu farkı oraya yükleyen kim?

Bütün bu cevapsız sorular, bazıları tarafından bir türlü kabul görmeyen “insanın bir yaratıcı tarafından dünyaya getirilmesi” gerçeğini güçlendiren belirtilerdir.

“Allah’ın bir amaca yönelik olarak yarattığı insan” kompozisyonu, kendiliğinden meydana gelmiş bir canlıdan daha çok anlamlı, daha çok mantıklı ve daha fonksiyonel bir yapıya sahiptir.

Bu takdirde ölüm, geçici hayattan ebedî hayata bir yolculuktur ki, ne korkulacak bir tarafı vardır, ne de üzülecek bir yanı…

Çünkü belli bir yaşa gelmiş insanların dedeleri, büyükanneleri, belki de anaları, babaları, teyzeleri, dayıları, amcaları, halaları ve hatta kardeş gibi en sevdiği yakınları ve pek çok arkadaşları, ölümü tadarak başka bir âleme çoktan intikal etmişlerdir.

İnsanın tanıdığı ve sevdiği pek çok yakınının yanına gitmesinden korkması veya böyle bir şeyi istememesi düşünülebilir mi?

Ölümden sonraki hayata inanmayanların, “büyük bir boşluk ve karanlık son” tahayyüllerine karşılık, gerçekten olmasa bile “bir ebedî hayat” anlayışının ümidi karşısındaki yaşadığı hayal kırıklığı, oransal olarak ifade edilmekten bile uzaktır.

*****

Bugüne kadar insanlık tarihinde öldükten sonra geri gelen olmadığı için, öbür âlemle ilgili hiçbir bilgimiz yok. O zaman tek korkumuz, sadece ölüm ânında yaşayacağımız sıkıntı mı?

Bunda o kadar korkulacak bir şey olduğunu sanmıyorum. Nereden mi biliyorum? Hayatımız boyunca her gece ölüp, her sabah dirilmiyor muyuz?

“Ama nefes alıp vermeye devam ediyoruz” itirazınızın hiçbir geçerliliği olamaz. Çünkü onu biz değil, ancak bizim dışımızdakiler fark ediyor.

Uzun süre sessiz sedasız uykuya dalan çocukları “nefes alıyor mu acaba?” diye anneler çok kontrol etmişlerdir. Belki aynı durum bizim gibi büyüklerin başına bile gelmiş olabilir.

Ama biz o durumda her şeyden habersiziz. Ne geçim sıkıntısı, ne borçlarımız, ne Obama’nın seçilmesi, ne Erdoğan’ın iktidarı, ne kriz, ne PKK, ne terör, ne çocuğumuzun başarısı, ne Fenerbahçe’nin yenilgisi, yani şu dünyada bize “dert” “üzüntü” veya “sevinç” kaynağı olan hiçbir şey, uyurken umurumuzda bile değildir.

Yanımızda yatan sevgilimizden bile haberimiz yoktur. Onun başına bir iş gelse, onu çıldırtasıya sevindirecek, veya ölesiye kahredecek bir şey olsa, biz yine hiçbir şeyin farkında olmayız.

İşte aslında ölüm bu kadar basittir, korkacak hiçbir şey de yoktur.

*****

Son olarak bir noktayı daha dikkatlerinize sunmak istiyorum.

Hayatı ve ölümü Allah’ın iradesiyle gerçekleşen birer eylem olarak kabul eden dini literatürümüzde, ölenin arkasından rahmet okumak, en güzel uygulamalardan biridir.

Bir taziye ziyaretinde hem sizi hem karşınızdakini rahatlatabilecek en güzel cümle “Allah rahmet eylesin” dileğidir.

Tanrı’nın varlığını inkâr edenlere ve ona karşı tavır alanlara rahmet okumanın doğru olmadığını düşünenler, genellikle müslüman olmayan cenazeler için “toprağı bol olsun” tabirini kullanmayı tercih etmişlerdir.

Sanırım bu temenni, ölenin âhiret hayatına inancı olmadığı için, sadece toprağa karışıp gideceği düşüncesinden yola çıkılarak dile getirilmiştir.

Söylenmesinde herhangi bir mahzur olmamasına rağmen, bir fayda taşıdığı da iddia edilemez. Buna karşılık bir dua mahiyeti taşıyan “Allah rahmet eylesin” cümlesini, ölülerimizden esirgemenin hiçbir gereği olmadığı kanaatindeyim.

Ayrıca Hıristiyan ve Yahudilik başta olmak üzere, dinî inanca sahip herkesin, “mü’min” olduğunda şüphe yoktur. Kendini “ateist” zanneden pek çok kişinin bile ben bir inancı olduğu kanısındayım.

Sırf dini istismar eden birtakım cahil ve art niyetli kimselere inat olsun diye, bazı insanların, sanki onlarla aynı söylemi paylaşmamak için, ısrarla “toprağı bol olsun” dediklerine ve “Allah rahmet eylesin” demekten çekindiklerine şahit oluyorum.

Genç nesillere böyle bir yanlışlık yerine, doğrusunu aktarabilmek için, hepimizin bu tür inceliklere dikkat etmesinde yarar vardır diye düşünüyorum.

Bu günlerde ve bu ayda kaybettiğimiz ünlülerle beraber, blog camiasının bugüne kadar kaybettiği bütün yakınlarına Allah’tan rahmet diliyorum.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..