Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Ağustos '10

 
Kategori
Anılar
 

Almanya Yazıları -4 (Hatıralar)

Almanya Yazıları -4 (Hatıralar)
 

Nürnberg -Opera Binası


Eylül bitiyor. Gittikçe sararan bir şehir artık Nürnberg. Dilimde aruzun büyük ustası, medeniyet şairi Yahya Kemal’in “Eylül Sonu” şiirinin mısraları:

Günler kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.

Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa...
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa...
…..
Ölmek kaderde var, bize ürküntü vermiyor;
Lâkin vatandan ayrılışın ıztırabı zor.

Yeni bir ülkenin, yeni bir şehrine giderek alışıyorum. Terzi Kenan’la sık sık görüşüyorum pansiyon çıkışlarında. Kenan’ın çevreyi iyi tanıması benim de çevreye uyum sağlama süremi kısaltıyor.

Öncelikle gündelik hayatımı kolaylaştırmak için şehrin “sistemi”ni öğreniyorum. Ulaşım, alışveriş, barınma vb… Nürnberg Milli Eğitim Müdürlüğü’nün haftada bir gün olarak tespit ettiği Almanca kurslara devam ediyorum. Beni ilgilendiren dilden ziyade eğitimin işleyişi hakkında bilgi sahibi olmak. Ayrıca Türkiye’deki Halk Eğitim Merkezleri’nin daha ötesinde ve daha gelişmişi Halk Yüksek Okulu’na da kayıt yaptırdım.

Preisslerschule’deki derslerim sabah 8’de başlıyor ve 13’te bitiyor. Haftada bir gün de -cumaları- Würzburg yakınlarında bir köye gidiyorum MEU için. MEU, Ana Dilde Tamamlama Dersi. Bu derslere Alman okullarına giden Türk öğrencileri öğleden sonraları katılıyor. Birleştirilmiş sınıflar tarzında. 1. sınıftan 9.sınıfa kadar onlarca öğrenci ile aynı anda farklı dersler işleniyor.

Vakit öğleye geliyor. Son iki saat, dersim yok. Okuldan çıkıyorum. Metro ile iki durak sonra şehrin ana merkezi Plärrer’e geçiyorum. MEU dersimin olduğu Würzburg yakınlarındaki köye gitmeyi planlıyorum. Metro mağara gibi. Onlarca basamaklı merdivenlerden aşağıya iniyorsunuz. İki yanlı metro araçları. Her şey o kadar açıklayıcı ki kör olsanız dahi gideceğiniz istikameti bulamamanız mümkün değil.

Metrodan inince çıkınca meydandaki danışmadan Würzburg yakınlarında köye nasıl gideceğimi soruyorum. Metrodan
güneye doğru 6 durak gitmemi, sonra da otobüse binip ve en son durakta inmem gerektiğini söylüyor Bavyera şiveli yaşlı Alman. Gülümsüyor bunları anlatırken. Yüzü ne kadar beyaz! Kılcal damarları yanaklarında ince çizgiler oluşturmuş.

Metrodan sonra modern ve körüklü bir toplu taşıma aracı otobüse bineceğim. Abonman kartım şehrin dışına seyahat
ettiğim için artık geçerli değil. Gişeden tek yön için bilet alıyorum. Otobüse biniyorum. Otobüs hareket ediyor. Şehir bitiyor. Otobüs, iki yanı sararan –ama o ne düzen, sanki bahçe bakımı yapılmış gibi- tarlalar boyunca ilerliyor.

2-3 durak sonra yaşlı bir kadın biniyor otobüse şoförünün yardımıyla. Şoförün yanındaki demire tutunuyor, gözleri ile yer ararken. Öndeki koltukların birince genç bir bayan oturuyor. Yanında iri bir köpek ve kucağında küçük bir çocuk. Sarı saçlarını “jole” ile dikmiş. Burnunun sağ yanında bir takı var. Uzayan yola bakıyor dalgın ve umursamaz.

Yaşlı kadın:

-Kalkasanız da, otursam, diyor genç kadına.

Genç kadın son derece sinirli ve bir o kadar da anlayışsız:

-Görüyorsunuz ki oturuyorum. Ve kucağımda da çocuk var.

Yaşlı kadın titreyen bir ses tonunda, sağ elindeki koltuk değneği ile yere vurur gibi yaparak, şoföre de bir bakış atıp:

-Ama oturduğunuz koltuk; yaşlı, engelli ve özürlüler için, dedikten sonra elinde sıkı sıkı tutuğu fotoğraflı bir kartı gösteriyor.

Genç kadın açıyor ağzını yumuyor gözünü. Ne hakaretvâri sözler! Yaşlı, bunak kelimelerini sık sık tekrarlayarak. Ama ister istemez kalkıyor.

Bir bakıyorum koltuğun ön yüzünde kocaman bir kırmızı haç işareti. Anlıyorum ki bu koltuklar her toplu taşıma aracında var ve yaşlı, özürlü, engellilere ayrılmış. Burada oturma hakkı olanlara da kart verilmiş. Otobüs 45 dakika sonra havuzlu bir çay bahçesinin karşısındaki durakta duruyor. Teypten bir anons geliyor: Son istasyon.

İniyorum. Okul nerede, nasıl giderim? Çaresizim. Karşıdaki çay bahçesine yöneliyorum. Çay bahçesinin içindeki
kapalı bölmeye yakın yerde oturan üniformasından polis olduğu belli olan kişiye doğru yürüyorum. Elimdeki adresi
uzatarak:

-Özür dilerim. Yardımcı olabilir misiniz? Şu adrese nasıl gidebilirim acaba?

Alman polisinin yüzü genişliyor. Gülümsüyor. Ayağa kalkıyor.

-Türk müsünüz, diye soruyor.

-Evet.

Elimdeki kâğıdı alıyor. Biraz düşünüyor. Sonra bana dönüyor:

-Siz zor bulursunuz. Gelin ben sizi arabayla götüreyim.

Şaşırıyorum: Üniformalı bir Alman polis, beni polis otosuyla gitmek istediğim adrese götürmek istiyor. Polis otosuna biniyoruz. Alman polis yolda bana; Türkiye’ye çok gittiğini, Türkiye’yi çok beğendiğini, tarihî ve tabiî dokusunun her şeye rağmen hâlâ güzelliğini koruduğunu söylüyor. Türk insanının misafirperverliğini ise öve öve bitiremiyor.

10 dakika sonra bahçe duvarıyla çevrilmiş küçük bir kampüsün - Türkçesi, yerleşke imiş - önünde duruyoruz. Ona
yakın bina var. İlkokul, ortaokul ve lise iç içe. Alman polisin rehberliğinde okul müdürlüğünün bulunduğu binaya giriyoruz. Bay König durumu müdüre anlatıyor. Sonra bana dönerek:

-Bay Kaya size kolay gelsin, ben gidiyorum. O çay bahçesinin çevresinde beni bulabilirsiniz ihtiyacınız olursa…

Müteşekkirim. Teşekkür ediyorum. Gülümsüyoruz karşılıklı. El sıkışıyoruz. Polis bay König gidiyor.

Okul müdürünün yer göstermesiyle masasının önündeki bir koltuğa oturuyorum. Müdür bey 50 yaşlarında, kalın gözlüklü, kırmızı yüzlü tipik bir Alman. Son derece kibar. Hoşbeşten sonra bana ders saatlerimi, öğrenci listesini veriyor. Kalkıyoruz. Bana ders yapacağım sınıfı gösteriyor. Bana bir anahtar veriyor.

-Bununla sınıfı açacaksınız ve tuvaleti kullanacaksınız.

Öbür okuldan alışığım. Herkesin bir anahtarı var. Sınıfı siz açıyorsunuz bu anahtarla. Öğretmen odasına girerken de tuvaleti kullanırken de aynı anahtarı kullanıyorsunuz. Kapı çalmıyorsunuz. Kimse de size kapı açmıyor. Siz de kimseye kapı açmıyorsunuz.

Müdür beyle bahçedeyiz. Bana binaları gösteriyor. 100’e yakın Türk öğrencisinin olduğunu söylüyor çeşit öğrenim kademelerinde. Büyük şehirlerdeki “getto”laşmanın bu köyde bulunmayışından dolayı Türk öğrencilerin hem daha
uyumlu olduklarını hem de Almanca’ya ileri derecede vâkıf olduklarını anlatıyor…

Birazdan vedalaşıyoruz. Bana okulun karşısındaki futbol sahası boyunca gidersem otobüs durağına varabileceğimi söylüyor. El sıkışırken gülümseyerek ekliyor:

-Durağı bulamazsanız geri gelin. Misafirhanemiz var.

Gülüşüyoruz.

Futbol sahası boyunca yürüyorum. Yüksekçe bir yerin altında 1. sınıf bir futbol sahası. Daracık bir yolun ağzına geliyorum. Yürüyorum. Dar yol bitiyor. Büyük bir çınar ağacının altındayım. Hemen önünde tahta bir bank var. Oturuyorum bir sigara içimi. Biraz öteden kulağıma melodik sesler geliyor. Seslere kulak veriyorum. Yolun solunda, 3-5 metre içeride tek katlı bir binadan geliyor bu sesler. Yaklaşıyorum.Pencere açık. Beyaz tül çekilmiş. İçeriye bakıyorum. Büyükçe ve genişçe bir sınıf. 4 - 5 yaşlarında onlarca çocuk sıralarda oturuyor. Başlarında bir kadın. Ellerini yukarı kaldırmış bir orkestra şefi gibi. Beni hissetmiş olmalı ki başını çeviriyor. Beyazlar içinde. Başı saçlarının tek teli dahi görünmeyecek şekilde örtülü. Bir rahibe olmalı.
Selâm verir gibi gülümsüyor. Başımla selamlıyorum. Sınıfa dönüyor tekrar. Melodik sesler onun koro şefliğinde devam ediyor. İlâhiler öğretiyor çocuklara. Kiliseye bağlı bir kreş olmalı.

Durağı buluyorum. Tek yönlü biletimi alıp otobüsün gelmesini bekliyorum. Akşam iniyor şehre. Akşam şairi Ahmet
Haşim’in “Bir Günün Sonunda Arzu” şiirinin son iki mısraını hatırlıyorum:

Akşam, yine akşam, yine akşam,
Göllerde bu dem bir kaçmış olsam!

Meraklısına:
Getto:Bir yerleşim bölgesinin, aynı şehirden gelen insanların yerleştiği bölümü.

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..