Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Temmuz '07

 
Kategori
Blog
 

Ama ben hiç de gergin değilim

Ama ben hiç de gergin değilim
 

Zaman zaman burada hiç istemediğim halde bazı kişilerle tartışmak zorunda kaldım, bazılarıyla polemiğe girdim. Eleştirilmekten korkmam, eleştirmekten de çekinmem. Ancak tartışma kültürü toplumumuzda hayli sorunlu bir konudur. Kolayca eleştiri hakarete, hakaret fiili eyleme dönüşebilir. Her an her yerde rastayabiliriz buna. Yere tüküren ya da çöp atan adamı, yanlış yere park eden araç sahibini, başınıza halısını silkeleyen üst kat komşunuzu, gürültü yapan delikanlıyı uyarmaya kalkarsanız hiç de olumlu karşılanmaz, çoğu durumda da kavga etmek zorunda kalabilirsiniz. Kültürümüzde “özeleştiri”nin yeri pek yoktur. İnsanlarımız hatalarının yüzüne vurulmasından hiç haz etmez, yaptığı yanlışa bakıp özeleştiri yapacağı yerde tam aksine onu hatırlatanları suçlar. O yüzden de hatalar hep tekrarlanır, küçük tartışmalar büyük kavgalara dönüşür. Benzer biçimde Milliyet Blog’da zaman zaman alevlenen tartışma ve polemikler hemen çığırından çıkıp karşılıklı hakarete dönüşebiliyor. O zaman da Blog yönetimi müdahale etme gereği duyuyor. Böyle bir müdahaleye neden olmak ise belli bir okuma - yazma düzeyi olan, belli bir yaşa gelmiş kişiler için hiç de hoş bir şey değil.

Tartışabilmeliyiz. Polemiğe girebilmeliyiz. Birbirimizi eleştirebilmeli, gerektiğinde özeleştiri yapmalıyız. Hayat bizim öngörülerimizi yanlış çıkarabilir. Özellikle siyasi konularda birtakım öngörüler, görüşler ve iddialar ortaya atıyorsak birilerinin de onların tersini söyleme, geçersizliğini kanıtlama hakkı vardır. Siz düşüncenize ne kadar çok güvenip o derecede sıklıkla ve şiddetle dile getiriyorsanız karşınızdakinin de o ölçüde kendi görüşünü savunma hakkı vardır. Bir görüşü olabildiğince iddialı savunabilir, karşınızdakileri çok ağır biçimde eleştirebilirsiniz. İşte bu ağır eleştiriyi hakaret etmeden yapabilmeniz sizin dili kullanma becerinize bağlıdır. Çaresiz kalıp hemen karşınızdakini mesnetsizce suçlamaya ya da hakarete başvuruyorsanız yazma kapasiteniz sınırlı demektir ki o zaman ya bu işlere hiç girmemeli ya da kendinize başka bir hobi aramalısınız.

Hayat öngörülerinizi sık sık yanlış çıkarıyorsa kendi bakış açınızı sorgulamanız gerekir. Somut bir olaydan örnek vermek gerekirse 22 Temmuz seçimlerini ele alalım. Seçim öncesi Milliyet Blog’da birçok kişi ağırlıklı olarak AKP aleyhine, CHP-MHP koalisyonu lehine, AKP’nin yüzde 48 oy alacağını belirten Tarhan Erdem aleyhine bir sürü blog yazdı. Kimi güya “mizah” yöntemiyle alay etti, kimi AKP’nin barajı aşamayacağını öne sürdü, kimi ufukta bir CHP-MHP koalisyonu göründüğünü söyledi. Nihayet seçim yapıldı ve sonuçlar bu türden öngörüleri tümüyle yanlış çıkardı. Kolay kolay her durumda böyle bir şansımız yoktur. Yani söylediklerimizin çoğu zaman yanlışlığını ya da doğruluğunu kanıtlayacak araçtan yoksunsuzdur. Yani onların söyledikleri hayatın bizzat kendisi tarafından sınandı ve yanlış çıkarıldı. Seçim sonuçları kabak gibi ortada. O zaman normal olarak yukarıdaki öngörülerin sahiplerinden düşüncelerini gözden geçirip nerede yanıldıklarını bulmaya çalışmalarını beklersiniz değil mi? Ama ne gezer! Çoğu sanki böyle bir şey hiç olmamış gibi, sanki o tahminleri yapan kendileri değilmiş gibi davranmaya devam ediyorlar. Kendilerine bakmadıkları gibi bu defa da kendileri dışında herkesi suçlamaya başladılar. Tabii ilk hedefleri de onlar gibi düşünmeyen halk.

Bu konuya girmemin ve böyle bir blog yazmamın nedeni ise Aydın Sevinç’in isim vermeden beni hedef aldığı “Gerginiz Gergef Gibi” başlıklı blogu. Hem açıkça belli bir kişiyi hedef alıp hem de isim vermemenin nasıl bir anlayış olduğunu sorgulamayı kendisine bırakıyorum. Aydın Bey yazısını birkaç gün önce yayımlamış. Hafta içinde internet erişimimdeki sorun yüzünden ne yazısını zamanında görebildim ne de cevap verebildim. O yüzden biraz gecikmeli bir cevap olacak. Aslında cevap yazmak da istemiyordum. Ancak Sevinç’in şahsıma yönelik iddialarına cevap vermemek bir bakıma onları kabul ettiğim anlamına gelecekti. O yüzden yazmak zorunda hissettim kendimi.

Sevinç, kimseyle ve benimle polemiğe girmek istemediğini belirtmiş. Bu konuda aynı fikirdeyim. Benim de kimseyle polemiğe girmek ve bu tartışmayı sürdürmek niyetim yok. Bu yazıma cevap yazsa bile ben tekrar bu konuya dönmeyeceğim. O yüzden Aydın Sevinç’in bloguna kılı kırk yaran bir cevap vermek istemiyorum.

Ancak istesem şu seçim sürecinde Milliyet Blog’da, “Siyaset”, “Güncel” ve “Haber” ve “Mizah” kategorilerinde birkaç blog yazarı tarafından yazılmış bütün yazıları istatistik bir değerlendirmeye tabii tutup burada, “bağımsız sol”, “AKP”, beğenin beğenmeyin bu ülkenin başbakanı olarak formel bir saygıyı hak eden “Tayyip Erdoğan” ve onları destekleyen milyonlarca seçmen aleyhine nasıl da tek sesli bir propagandanın hakim olduğunu ispatlayabilirim.

İstesem, Aydın Sevinç’in benim onlar için kullandığımı iddia ettiği aşağılayıcı sıfatların hangi yazımda geçtiğini sorabilirim. Mesela benim 22 Temmuz seçimleriyle ilgili hiçbir yazımda hiçbir blog yazarına “at gözlüklü”, “aptal” “yobaz” gibi sıfatlarla hitap etmediğimi, ama Sevinç’in yazılarında benim gibi düşünenleri “AKP borazanlığı yapan” “ebleh” bir “güruh” olarak tanımladığını kanıtlayabilirim.

İstesem, Aydın Sevinç’in “Allahaşkına Bana Cevap Verin” başlıklı blogundaki yaklaşımıyla, sevgiden, hoşgörüden dem vuran gergefli yazısı arasındaki büyük çelişkileri gösterebilirim.

İstesem, benim söz konusu yazılarımın “haber” kategorisinde yayımlandığını, bu yazılarıma verilen cevabın sırf daha çok okunsun diye blog kategorisinde değil, etik açıdan benim o yazıları yayımladığım kategoride yayımlanması gerektiğini söyleyebilirim.

İstesem Aydın Bey’e şu ana kadar kime, nerede “entel” diye hitap ettiğimi sorabilir ve aksine bu lafın Sevinç’in düşünce iklimine daha yakın kişilerce, mesela, İlhan Selçuk, Özdemir İnce, Emin Çölaşan, Hıncal Uluç, Mustafa Balbay gibi yazarlar tarafından çok severek kulllanıldığını gösterebilirim.

İstesem, Aydın Sevinç'in tatile giderken yazdığı,"Kim soktu bunu buraya?" başlıklı yazısında anlattığı, kendi deyimiyle "zihinlerde kocaman bir soru ya da ünlem işareti oluşturma"yı amaçlayan çok edepli, pek derin anlamlı, hayli yüksek seviyeli, pek komik fıkradaki soru ve ünlem işaretlerinin karşılığını sorabilirim.

İstesem, bir yandan nezaketten kırılan bu arkadaşımızın bir yandan da böylesine kaba ve mizah inceliğinden kilometrelerce uzak, espriden nasibini almamış bir fıkrayı niçin ve hangi amaçla aktarmak gereği duyduğunu merak edebilirim.

Ama bunların hiçbirini yapmayacağım. Sadece cevap hakkımı kullanıyorum. Şu yaz günü, kimsenin keyfini bozmak, kimsenin uykusunu bölmek, kimsenin hatalarını yüzüne vurmak, kimsenin tatilini yarıda kesmek istemiyorum. Kendi adıma, gergef ya da saz teli gibi gergin olmadığımı, tam aksine güneşe yanını verip mayışmış, karnı tok, tembel bir kedi kadar sakin olduğumu söyleyebilirim. Herkese de tavsiye ederim.

Foto: http://www.kevins.co.uk/cat.jpg
 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..