Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Ekim '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Anarşik Teyzemin Sonradan Olma Burjuvaziyi Bırakıp Emekçi Olmasının Hikâyesi

Anarşik Teyzemin Sonradan Olma Burjuvaziyi Bırakıp Emekçi Olmasının Hikâyesi
 

*


“… evet kızım kaldığım yerden devam ediyorum.

Bizimkiler jetle son hızla Paris’e kaçmışlardı. Ben İstanbul’da kalmış, kendime orta direk semti olan Etiler’den! küçük bir daire tutmuştum. Fakat gel gör ki, hazıra dağ dayanmıyor. Zaten kendime çok küçük miktarda para ayırmıştım. Çalışmam lazımdı, bütün gün evde oturamazdım. Önce yabancı dillerime ve genel kültürüme dayanarak, holdinglerde kendime beyaz yakalı işler aradım. Babamın tanıdıklarıydı, çoğu holding sahipleri. Fakat babamın dostlarının yanında işe girdiğimde, kimi babamın serveti altında ezilmişliğinin acısını benden çıkarıyor, yapmadıkları gizli şiddet kalmıyordu. Bana diplomamın olmadığını, Türkiye’de yeteneksiz de olsan diplomanın her şey demek olduğunu hatırlatıyorlardı, sık sık. 2-3 aylık denemelerdi bu işler. Baktım olacak gibi değil, diploma çok önemliyse, ben de diplomama göre iş bulurum, dedim. Bir fabrikanın ambalajlama bölümüne girdim. Bununla birlikte hayat standartlarımda doğal olarak değişmişti. Etiler’deki küçük daireden ve ortadirek sandığım bu semtten yine Etiler sırtlarındaki gecekondulardan bir ev kiraladım.

Anlayamıyordum burası Türkiye’miydi? İnsanın tuzu kuru olunca başka insanları anlamamak istemesi meğer bundanmış. Yok farz etmek… En iyisi buymuş! Çünkü bu gecekondularda yaşayanlar onların huzurunu bozuyordu. Tam tersine burjuvalar, bu işçilerin omuzlarına çıkarak yükseliyorlardı.

Derken fabrikada –Sedat- anarşik amcan ile tanıştım. Bana karşı oldukça ilgiliydi. Öğle yemek saatlerinde sürekli konuşuyorduk. Her şey bambaşkaymış. Onun sayesinde ülkeye, işçi sınıfına, ezilenlere karşı daha da aydınlanıyordum. Neyse biz aşık olduk ve evlendik. Her şey çok güzeldi, yokluklara rağmen zengindim. İçim zenginlemişti. Başka insanların acısını görüyor, onları yok farz edip, kendi rahat hayatımı sürdürmek için debelenip komik duruma düşmüyordum. O arada benim anarşik oğlan da dünyaya gelmişti. Fakat ülke krize girip, fabrika da krize girince biz İzmir’e taşınmak durumunda kaldık.

İzmir… Kocamın memleketiydi zaten… yeni bir iş bulup, her ikimizde çalışıp, bir gecekondu sahibi olarak hayatımıza devam ediyorduk.

O arada medyadan ağbimin Türkiye’ye geldiğini duydum. Bu kez farklı bir roldeydi. İnanamıyordum; politikaya soyunuyordu. Acayip kampanyalar yapıyor, ülkenin en ünlü şarkıcılarına halk için! bedava konserler verdiriyor, insanlara bedava yemek dağıtıyor ve bununla birlikte inanılmaz da vaatler de bulunuyordu. Oysa ki bizim evin boş havuzu bile kontörlerle dolu çıkmış, halktan topladığı KDV leri cebe indirmiş, halkın iki kuruş biriktirdiği paraları bankasında yüksek faiz vaadiyle toplamış ve bankayı hortumlamıştı. İnsanların parası ödenmiyordu. İşte o bu paralarla verdiği bedava! dönerler için millet kuyrukta birbirini yiyordu. Halkın bu kadar gerçekleri görememesine inanamıyordum.

Bu arada kitapçılarda; Hitler’in Kavgam’ı, Soner Yalçın’ın Efendi’si, Metal Fırtına kapışılıyordu. İnsanlar şeriat gelecek diye korkuyor, ya da özellikle korkutuluyordu. Bazı gazeteler sürekli “tehlikenin fakında mısınız?” diye halkı bilinçli ve sistematik bir şekilde korkutuyordu. Beklenen şeriattan önce çoktan faşizm gelmişti, bile. Sol olduğunu iddia eden partinin, aşırı sağcı partiden farkı kalmamıştı. İnsanlar birbirini giyimlerine, inançlarına göre değerlendiriyorlardı. Sürekli bir kutuplaşma yaratılmıştı. Amerika’nın bizi yok etmesinden korkuyorlardı. Bazıları “İran gibi olacağız, şarap içemiyeceğiz” diye vah vahlanıyordı. Bunu söyleyenler de solfaşolardı.

Sanki ülkede bir savaş varmış gibi davranıyorlardı. Bu arada Kürt sorunu hasıraltı yapıla yapıla gitgide büyüyor, baş edilemez hal halini alıyordu. Bütün Kürtleri terörist gibi görüp ve dahi bazı aklı evvel okumuş cahiller, Kürt Dili yoktur, diye kendilerini paralayıp, bunu kanıtlamak için ciddi ciddi mesai harcayıp, kendilerini çok komik duruma düşürüyorlardı.

Ama Kürt sorunu cumhuriyetin ilanından beri vardı. Sen de bilirsin; bizde sorunlar hep yokmuş gibi davranılır. Aileler birbirini yer, kendi içlerinde ne kavgalar eder, ama dışarıya karşı çok mutlu-imiş gibi davranılır. Aile içinde ne ensest ilişkiler vardır, ama Türk toplumunda öyle şeyler olmaz. Ya da onları okumamış cahiller yapar. Fakat istatikler bunun okumuşlukla ve okumamışlıkla ilgili olduğunu söylemez. Bir de saçma sapan bir atasözü vardır, “kan kusup, kızılcık şerbeti içtim” işte bu bizim iki yüzlülüğümüzü o kadar güzel özetler ki.

Hele İzmir ne kadar Batılı, aydındır. Kadınlar saçlarını sarıya boyayarak hep çok korktukları Batı emperyalizminden- çelişik bir şekilde- Batıya yakın olmaya çalışırlar.

İşte o arada benim ağbim sarı saçları ve mavi gözleri ile İzmir’de bir ışık gibi parladı. Oysa dalga geçer gibi vaadlerde bulunuyordu…

Adeta Aziz Nesin’in “Zübük” karakterinin ete kemiğe bürünmüş haliydi. Bense kimseye onun ağabeyim olduğunu söylemediğim halde, utancımdan yerin dibine giriyordum.

Çarşıda pazarda, ortadirek “heyytt be adam Amerika’yı dolandırmış, iktidara gelince ne kadar başarılı olur,” diye bağırıyorlardı. Oysa ki önce onları dolandırararak başlamıştı işe.

İzmir halkı aydın, açıkgözdü. Ağbim “dağ başını duman almış” diye, sanki Yunan işgalindeymiş gibi milleti galeyana getiriyordu. İzmirli orta direk aydın! arkasından “yürüyelim arkadaşlaaaar, hatta koşalım” nidaları ile burjuvaziyi destekleyip, kraldan çok kralcı kesiliyorlardı. O’na en çok oy veren, aydın şehir olarak tarihe geçti…

Ağbim yine tilkinin dönüp dolaşacağı yer olan, her gün küfrettiği, AB de huzuru buldu.

Şimdi yine oralardaymış.

Ülke ikiye bölünüyor diye, ağbimi çare gören uyanıklar, şimdi de Kürt sorunu yoktur, Kürt Dili yok deyip, kendi sakin, düzenli hayatlarına devam etmek istiyorlar. Ama bilmiyorlar ki, karşındaki insan mutlu olmazsa, sen de mutlu olamazsın. Kürt Dili içinse yurt dışındaki üniversitelerde Kürt Dili bölümleri açılmış ve okutulmaktadır. Hala küçük çocukların taş attığı için 26 yıl aldığı, ağbimin ve onun gibi banka hortumlayanların gördüğü itibar, gerçeküstü romanlarda olur ancak.

Ceylan’ın ölümünden “ne yapalım oraya gitmeseymiş, orası askeri bölge” diyen aymazlar, Ceylan’ın havan mermisi ile top oynadığı söyleyenler” var, bu ülkede.

İşte böyle kızım, Aziz Nesin ne demişti, bu ülkenin %70 i aptal demişti, değil mi? Nedense herkes, bu % 70 tanımlamasının dışında kalır, bu aptallar kimler acaba çok merak ediyorum.

“Ahhh anarşik teyzeciim gerçekten de hayatın romanmış.”

Olmaz olsaydı böyle roman.

Ağbim bir kez daha uyanıkları kandırmıştı. Nasıl uyanıklardı bunlar böyle? Uyuruyanık…”

 
Toplam blog
: 246
: 1012
Kayıt tarihi
: 15.02.08
 
 

..