Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

AYFER AYTAÇ GAZETECİ YAZAR

http://blog.milliyet.com.tr/ayferaytac

27 Kasım '21

 
Kategori
Turizm
 

Antalya Denilince

Antalya son 30-35 yıldır turizm kenti, öncesinde yakın illerden gidenler daha ağırlıklıydı. Turist az uğramaktaydı. Çünkü 60'lı, 70'li yıllarda Antalya'ya gidenler bataklık yerlerinden, sivri sineğinin bolluğundan yaka silkerlerdi. Alanya, Kemer denilen mekanlara ulaşılacak yol bile bulunmazdı. Konya altı sahiline dolmuşlarla erişilirdi. Şimdiki günde, bizim ilden otobüs seferiyle 2 saatte ulaşılan Antalya iline 80'lerin sonlarına kadar Köroğlubeli denilen yollardan, dağların arasından kıvrım kıvrım geçerek 4,5 saatte varırdık. Günübirlik bir işimiz olsa, gün içinde halledip dönemezdik, Antalya'da gecelemeye kalırdık. İçinizde Antalya'yı yeni göreniniz varsa, şimdiki büyümüş, gelişmiş zamanına bakmayın. Yakın geçmişe kadar denizine, güneşinin yakınlığına, şelalelerinin gürlüğüne rağmen sıkıcı bir bölgeydi.
 
Fakir ana babanın elinde büyümüş, sonradan zengin olmuş biri gibi düşünürsek demek istediğim daha iyi anlaşılır. Şimdiki hali de biraz haddini aşmış sonradan görme gibi geliyor bana ama ahalisi memnunsa ne diyebilirim ki, umarım ilerde pişmanlıkları olmaz. 
 
Bizler Antalya'ya, diğer illere göre en yakın şehirdeydik; buna rağmen bizden Antalya'ya giden az olurdu. Antalya'dan bize halı almaya, gül yağı, gül suyu almaya gelenler daha fazla bulunurdu. Ticaret sebebiyle gelip gidenlerden oralarda satılık arazilerin çok ucuz olduğunu duyardık. Hatta bazıları bir büyük el halısına arsasını takas etmeyi önerirdi. Büyüklerimiz kabul etmezlerdi. "Antalya'dan arsa almak, akıl tutulmasıdır. Aklı peynir ekmekle yemektir, ne yapacağız çamur deryasında? Sivrisineklere gönüllü kan bağışçısı mı olacağız," derlerdi.
 
Büyüklerimin vizyonu geniş değilmiş, genlerinin geleceğini önemsememiş. İşin garibi onların sözleri bizlerinde beynine işlemiş. Antalya isminden yıllarca hep tereddüt ettik. 
 
70'li yılların sonlarıydı... Antalya'nın Lara bölgesinde, şelaleye yakın yerden, bizim ilden bir müteahhit çok ucuza yer almış. Kendi tabiriyle kapatmış. Bir gün çalıştığım gazeteye geldi bu adam, samimiyetle dedi ki: "Antalya'nın geleceği parlak, bugünden oralara yatırım yapmak gerek. Ben çok ucuza denize yakın, Düden Şelalesine on adım, geniş bir arazi kapattım. Buradan sana taksitli satışla bir villalık yer vereyim, zamanı gelince gider ev yaparsın. Emekliliğinde keyfine bakarsın."
 
Ben itiraz ettim: "Ne işim var benim Antalya sazlığında, iyi bir yer olsa yaz aylarında Antalyalılar bizim buraya akın etmez" dedim. Adamın lafının sonrasını dinlemedim.
 
Müteahhit yatırımını değerlendirmek için fikrini savunmakta direniyor. Israrından vazgeçmedi.  Allem etti, kallem etti, sonunda beni ikna etti. Lara'dan, şelaleye on adım kalan yerden bana taksitle 500 metre kare bir yer sattı. Tapuyu aldım. "Artık benimde dünyada 500 metrekare yerim var" diyerek gururlanıp duruyorum.
 
Kimi görsem, tapumu gösterir vaziyetteyim. O kadar hevesliyim. Fakat sahibi olduğum arsamın tapusunu her gören adeta haşladı beni. Kimi: "Enayilik etmişsin" dedi. Kimileri: 
 
" Paranı sokağa atmışsın, bir de böbürlenip duruyorsun, derhal elinden çıkar o arsayı, aldığın fiyata geri ver, derhal!" diyerek beynimi bulandırdı.
 
Ve güya iyi niyetli olan biri de: 
 
"Oralara ev falan olmaz, şeytan eniğini kaybetse o yöne aramaya gitmez. Şelalenin yatağını arsa diye satmış adam. Sen şimdi satsan kimse de almaz.  Seni birileri beteriyle yine kandırırlar. En iyisi tapuyu bana devret, ben hayrına birine vereyim geçsin, zararın neresinden dönersen kârdır" diye aşırı ısrar etti. 
 
O günlerin parasıyla her ay 5 lira ödemek şeklinde, taksitle 225 liraya aldığım arsamı, tapu masrafını da üstlenen o iyi niyetli bildiğim kişiye verdim geçtim. Sonrasında yıllarca elimden kayıp giden arsanın parasını ödeyeceğim diye de ne çileler çektim. Benim elimden arsayı alan adamı da bir daha yanımda yöremde göremedim. 
 
Zaman geçtikçe ve her gidişimde gelişen Antalya'yı ve Lara tarafının geliştiğini gördükçe biraz hüzünlenirim. Sonrasında "Ya nasip, ya kısmet" der geçerim. 
 
Hâsılı günümüzde Antalya denince deniz sahil ve güneş aklımıza gelir. Ama bu akla gelenlerin dışında önemli dağlara da ev sahipliği yapar Antalya. Örneğin Toroslar, Akdeniz Körfezi'nin adeta gerdanlığı, bilmeyeni yok iki bin kilometrelik bu dağı. Toros dağları zincirin en yüksek noktası 3767 metrelik Kızılkaya zirvesidir. Teke Doruğu, Bakırdağı, Tahtalı Dağ, Olimpos Beydağları Millî Parkı... Bizim tarafa doğru daha da vardır. Dağlardaki güzelliklerde görülmeye değer yerlerdir. Dağlardan şehirleri kuşbakışı izlemekte ayrı bir keyif verir.
 
Antalya Şehir merkezinden batıya doğru baktığınızda görünen 1715 metrelik sivri yükselti Geyik Sivrisi zirvesidir. Zirveye çıkmak isteyen meraklılarına dağın eteklerinde tırmanış mevkileri bulunur. Beydağları, dağ kümesinin içerisinde bulunan, heybetle yükselen, dev kaya kütlelerinden oluşmuştur. Antalya’nın çatısını oluşturan dağlarından olan bu dağ Kuzeyinde tırmanış rotaların olduğu ünlü Geyikbayır, güneyinde Yarbaşçandır ve Çitdibi Köyleri bulunmaktadır. Eteklerinde ise harika Kızılçam ormanları ile kaplı, dağ sırtını Sarp Katran Dağına yaslar. Bu dağlarda, yüksek alanlarda hayvanlarını otlatan yörükler sıklıkla görülür. Yaz ve güz mevsiminde dağların doğallığında, kaynak sularının akarıyla yetişen otların ve çiçeklerin arasında oynaşıp büyüyen bebekler ve kuzular daha bir besili olurlar. Yanaklarından sağlık fışkıran dağdaki insanlar, neredeyse hiç doktor yüzü görmeden yaşlanırlar. 
 
Sonuç olarak; Antalya denizinden, güneşinden kendi ahalisiyle beraber yerli yabancı turistleri de nasiplendiriyor. Lakin daha çok turist gelsin istiyorsa dağlarının devasından da söz etmeli, nasiplenmek isteyenlere yolunu, izini ezberletmeli...
 
Ayfer AYTAÇ
ayferaytac.com
 
Toplam blog
: 622
: 205
Kayıt tarihi
: 08.12.14
 
 

Gazeteci-yazar ..