- Kategori
- Antalya
Antalya’ya yalancı bahar gelmiş
“Kış ortasında bu iklim şaşırtıcı” diyor haberde…Halbuki hep o yalancı baharlar değil miydi umudumuzu ışıtan…her seferinde kandık, her seferinde kırağı, dolu vurmadı mı umutlarımıza?
‘Kar şaşsın yanılsın, buralara da uğrasın ne olur’ derken, ne çabuk gelmiş bu yalancı bahar!
Bu kaçıncı kandırmaca? Benim bildiğim elli, elli kez kandırmış beni...
Antalya’da ağaçlar çiçeklenmiş. Benim bahçemdeki limon ağacı biraz tembel galiba, hala limonlar var üzerinde, çiçeksiz, yalancı bahara inat sarı sarı…
Hava sıcaklığı 20 dereceye ulaşmıştı. Demre ilçesinde elma, limon, portakal ağaçlarının çiçeklerle bezenmiş rengarenk halini görenler şaşırıyorlarmış…Neden ki? Her yalancı baharda çiçeklere bezenmedi mi limonlar? Her bezenişin ardından dolular vurmadı mı o mis gibi kokulara, onca emeklere?
Seralardan kaçan ‘Bambus’ arıları da bu çiçeklerin üzerine üşüşmüş…Bambus değil “bombus” onlar. Hiç saldırmazlarmış insanlara bombuslar…bal arısına, eşek arısına benzemezmiş, polenleri taşır dururlarmış…çiftçi dostu bombuslar bile inanmış bahara, çiçekleri görünce kanları kaynamış belli ki.
Ocak ayında baharı yaşayan Demre’de çınar ağaçları da yeşermiş…koca çınar bile tav olmuş yalancı bahara, düşün!
Yalancı da olsan sahici de, içim dolar taşar ama dilim lal olur…bilmez misin ki ben duygulu sözlerin fukarasıyım, ne olur du birazcık ben de anlatabilse idim, yazabilse idim içime dolanlarımı…şöyle hacimlendirebilse idim yüreğimden akanları! …nerde o yetenek bende?
Neyse ki Can Dündar anlatmış, bana tercüman olmuş, “itirafçı” olmuş, itiraf edemediklerimi dile getirmiş, işte aynen budur…
“Kaç baharı gerçek sanıp kandık söylesenize...
Kaçına "Nihayet" hasretle kucak açtık ve kaçında yanıldık...
Kaç kez ayaz vurmuş dallarımızda filizlerimiz söndü.
Yine de uslanmadık.
Yine geveze bir dosta sırlarımızı açar gibi açıldık yalancı bahara...
Yine yanıldık. Peşinden bastıran tipiyle ayıldık.
Ne yapalım ki, dalında patlamayı bekleyen bir tomurcuk gibi susamıştık ilk yaza...
Kaç zaman olmuştu kendimizi güneşin kollarına bırakıp, ormanda yayılan kekik kokularıyla sarhoş olmayalı...
Tahmin ediyorduk, üzerimize katran rengi bir kafes gibi çöken bulutların ardında güneşin gülümsediğini...
Daha ilk ışınları deler delmez kafesi, açtık iştahla ruhumuzun pencerelerini...
Bahar öyle kolay gelmezdi aslında; biliyorduk; yanlış baharlarda az mı ayaz yemiştik.
Kaçımız mart güneşine aldanıp açılmış ve kara kafesin ağına düşmüştü yeniden...
Bahar, ilan-ı aşk mevsimiydi; astık aşklarımızı ilan panolarına, sevdalar yasakken daha...
Bahar, barışın mevsimiydi; müjdeledik barışı, silahlar konuşurken hâlâ...
Söyledik, ancak yazın söylenecekleri, güneş henüz toprağı ısıtmamışken... cemreler düşmemişken ilkyazın koynuna...
Yalanmış meğer bahar; daha vakti değilmiş, aşkın da barışın da...
Güneşe kananlar, yazı beklerken bahardan oldular; kesildi sesi soluğu, erken öten horozların...
İyisi mi itirafçı olalım; biliyorduk "İşte bahar" derken, ardından gelecek ayazı...
"Yalan bu çıkma" demişti temkinliler, tedbirliler, "çıkarken üstüne kalın bir şey al"anlar, "başına bir iş gelmesin"den ürkenler...
Ama bahar, olanca işvesiyle sokağa çağırıyordu.
Aşk, ilan panosuna asılmayı bekliyordu, barış bir kuş gagasında müjdelenmeyi...
"Erken mi geç mi" hesabına gelmezdi ikisi de... Peşlerine düşülmeli, ilan edilmeli, müjdelenmeliydiler.
Güneşi görür görmez seranada ve barış türkülerine başladık. Vakti gelmeden açıldık, geç kalmadan davranma telaşında...
Erkenmiş.
Kursağımızda kaldı bahar sevinçleri...
Erken öten horozlar, erken açmış çiçekler, erken doğmuş bebekler gibi kesildik, solduk, öldük.
Yine tedbirliler ulaşacak salimen yaza; biz yakalandık, zalim ayaza...
Ama itirafçı olsak da pişman olmadık.
Az da olsa ısındık hiç olmazsa... Vakitsiz de olsa söyledik, söylenmesi gerekeni...
"Bahar yalan mıymış gerçek mi" dinlemedik. Güneşin ilk dokunuşuyla haber verelim dedik, ardından gelecek müjdeyi...
Aşk için erkendi belki; barış henüz uzak...
...ama ikisi de gelecekti nasılsa sonunda...
Hep bildik ki, habercisidir yalancı bahar, sahicisinin...
Bazen vaat, hediyeden de kıymetlidir.
Kesilmeyi göze alıp erken ötmek yeğdir çoğu zaman, susup doğru zamanı kollamaktan...
Sonunda olan yalana kananlara olur, onlar müjdeledikleri şeyi göremeden giderler.
Lakin çoğu buna gönüllüdür.
Güneşe en erken onlar dokunmuşlardır, elbet en erken yanan onlar olacaktır.
Belki "İkinci Bahar"ı yaşayanlar bilir kıymetlerini...”
(Yalancı Bahar-Can Dündar-11.3.1999)
“İkinci bahar”…her seferinde yalancı bahar!