Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Mart '08

 
Kategori
Haber
 

Arap’ın kısası

Arap’ın kısası
 

Başbakan bir yandan laikliğin güvencesi olduklarını ileri sürüyor öte yandan da şeriata yol döşeyen laflar ediyor… bu konudaki son incisi de af isteyen vatandaşa “… katili affetme yetkisi maktulün vârislerine aittir” demesidir. Vatandaş günlük yaşantısında vicdanen bir suçluyu affeder ya da etmez o ayrı konudur, ama iş kamuyu ilgilendiren suçlar oldu mu onun cezai değerlendirmesi devlete, dahası mahkemelere aittir; suça hedef olana, yakınlarına ya da kişilere devredilebilir bir hak değildir; bu konuda yetkiyi belli ölçülerde kişilere devreden hukuk ise bizim tarihsel sürecimizde İslam şeriatıdır.

Milliyet’in de isabetli bir şekilde dikkat çektiği gibi, başbakana destek Yeni Şafak Gazetesi’nin akademisyen şeriat yontucusu Prof. Dr. Hayrettin Karaman’dan geliyor ve üç yazılık bir diziyle başbakanın ne demek istediğini daha açık bir şekilde anlatıyor.

Karaman Hoca lafı fazla eğip bükmeden ne düşünüyorsa söyler, yazılarını takip edenler onun şeriat özlemi içinde yanıp tutuştuğunu da bilirler. Bizzat ifade ettiği gibi, kendine bilim adamı denilemez, ama sıkı dindar bir akademisyendir; konuyla ilgili görüşlerini açıkça yazması yerindedir.

Görüşlerini açıkça yazmasını (haddimizi aşarak) taktir edişimiz onunla aynı fikirde olduğumuzu göstermiyor… hatta belki inancına olan derin bağlılığından, konuyu biraz irdelese kutsala olan toplumsal inancın zedeleneceğinden çekindiğinden Kuran’da yer alan kimi ayetlerin akla vicdana uymayan yanlarını görmezlikten gelip, laf arasında törpüleyip, değerlendirmeleri o ayetlerin ifade ettiği anlamlar üzerinden ve kendi görüşleriyle değil de geçmişte yaşamış İslam düşünürlerinin veya siyasetçilerinin izahatlarıyla ya da “zamanın gereği” diyerek geçiştirdiği dikkatlerden kaçmamaktadır.

Başbakana destek verdiği kısas konusu da bunlardan biridir.

Karaman Hoca, Kuran’dan kısasla ilgili ayetlerin Türkçe çevirileriyle başlamış başbakanı savunmaya. Biz de daha sonra “sen Arapça biliyor musun ki ayetleri yorumlamaya kalkıyorsun?!” eleştirilerinden kurtulmak için ilgili ayetlerin çevirisini aynen onun yazdığı gibi buraya aktaralım:

"Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında kısas size gerekli kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ancak her kime, kardeşi tarafından bir şey bağışlanırsa artık ona hakkaniyetle uymalı ve kalan diyeti ona güzellikle ödemelidir. Bu, rabbinizden bir hafifletme, bir rahmettir. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona elem verici bir azap vardır. / Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız." (Bakara: 2/178-179)“

Bu ayetlerde İslam’ın kısas anlayışını en temel hatlarıyla görmek mümkündür ama daha önemlisi Karaman Hoca’nın konuyu ele aldığı yazılarının ilkinde de vurguladığı gibi, Kuran’ın bu kısas anlayışı İslam öncesi ve bu dinin benimseniş sürecindeki Arap toplumsal yapısıyla çok yakından ilişkilidir.

Bakınız ne diyor Karaman Hoca “… İslâm'dan önce Araplar'da kabileler arası savaş, baskın, yağma, öç alma âdetleri çok yaygın bulunuyor, kabile fertleri dışında kalan insanların hayatlarına değer verilmiyor, bu sebeple güçlü olanlar zayıf olanları eziyor, hunharca katlediyorlardı. Araplar da “Hayatı korumanın çaresi öldürmektir” diyor, öldüreni öldürmek suretiyle hem tedbir hem de intikam alıyorlardı; fakat bunu yaparken intikam duygusuyla hareket ettikleri ve adalete riayet etmedikleri için yaşama hakkını korumak yerine onu ortadan kaldırmış oluyorlardı. Rivayetlere göre, bu âyetin nâzil olmasına da Arapların bu âdet ve tutumları sebep olmuştur İslâm'dan önce aralarında ihtilâf bulunan, karşılıklı olarak birçok insanın katledildiği ve yaralandığı iki kabileden biri, kendini diğerinden üstün görüyor, bir erkeğe karşı iki erkek, bir kadına karşı bir erkek, bir köleye karşı bir hür erkek öldürmek istiyorlardı…”

Peki nasıl bir “iyileşme” ve yeni bir “adil” düzenleme getirmiş Kuran?! “…Hüre hür, köleye köle, kadına kadın…” kısas etme eşitliği getirmiş oluyor. “Eşitlik” denilince akan sular duruyor gibi görülse de bu çok basit cümlenin öyle geçmişteki İslam düşünürlerinin, siyasetçi yorumlarının laf kalabalıklarıyla geçiştirilemez bir sosyolojik anlamı vardır. Bu anlam o zamanki Arap toplumunun aşiret tarzı yapılanmış toplumunda bireyin yeriyle ilgilidir. Bu bağlamda o zamanın Araplarında birey bağlı olduğu aşiretin bir parçası olarak değer ifade etmekteydi; böylece kısas uygulanırken de mesela suçun kimin tarafından işlendiğine bakılmaksızın suçu işleyenin aşiretinden rast gele biri ya da öldürülene yakınlarının biçtiği değer doğrultusunda birilerinin öldürülmesi biçiminde uygulandırdı.

Kuran kısas anlamında birey tanımında bir değişiklik getiriyor mu?! Hayır, yalnızca sözde bir eşitlik getiriyor. “Hüre hür” diyor, yani aşiret mensubundan hür biri öldürülürse suçu işleyenin aşiretinden de hür biri öldürülerek kısas yapılır; köle veya kadın öldürülürse kim olduğuna bakılmaksızın suçu işleyenin aşiretinden kısası yapanların gözüne kestirdiği biri ya da birileri öldürülerek adalet yerine getirilir; bu eşitlikte suçun şahsiliğine dair en ufak bir ibare yok, artık kısası yapan kimi gözüne kestirirse (Peki bizde özellikle Doğu Anadolu yörelerinde görülen yıllarca, kuşaklarca sürüp giden kan davalarının “İslam’da, Kuran’da yeri yok” demenin ne kadar desteksiz bir atış olduğu ortaya çıkmıyor mu?!)

Ha Kuran, kısası önce gerekli kıldıktan (yani bir tür farz) sonra öldürülenin yakınlarına belli maddi bedeller, hediyeler karşılığında kısastan vazgeçmeyi “tavsiye” ediyor ama sözü “kısasta sizin için hayat vardır” bağlamayı da ihmal etmiyor ve “ey akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız” diyerek konuyu noktalıyor.

Hey büyük Allah’ım şu işe bakınız, sıkı inançlı kulların mesela baş örtüsü gibi çok yüzeysel bir konuyu emir düzeyinde ele aldığını savunup tamtamlarına var güçleriyle yüklenirken, neden toplumsal yaşantının direği olan, bilhassa cinayetle ilgili bir düzenlemeyi çağdaş hukukun en temel anlayışı olan suçun şahsiliği anlayışına tamamen ters şekilde; tam da o zamanki Arapların birey anlayışına uygun olarak düzenleyişine ve konuyu böyle hafifletici hükümleri “umulur ki” gibi belirsiz bir ifadeyle geçiştirdiğine akıl yormuyorlar da çağdaş hukuka ve günümüz insanının vicdanına uymayan bu çelişkiyi örtmek için “…Kasten ve haksız olarak birini öldüren kimsenin ceza olarak öldürülmesine “kısas” denilmiştir…” (Prof. Karaman) diyip senin yüce ayetlerini anlam aşındırmasına uğratıyorlar.

Ne diyorsunuz Karaman Hoca?! Kuran’ın kısasında “öldüreni öldürün” mü deniyor, yoksa yalnızca “hüre hür, köleye köle, kadına kadın” mı deniyor?! Yoksa cinayet denklemi içinde “yalnızca” hür bir kişinin hürü, kölenin köleyi, kadının da kadını mı öldüreceği hesaplayıp diğer olasılıkları mesela hür birinin köleyi, kadının bir erkeği, bir erkeğin kadını, kölenin hür bir kadını ya da erkeği öldürülebileceğini yok mu sayıyor yüce Rab ve Peygamber?! Kuran yalnızca öldürülenin hür olup olmadığına ve cinsiyetine bakarak iz sürmüyor mu sizce?!

Kuran’ın kendi çağında ve o zamanki Arap toplumundaki uygulamalar açısından küçük de olsa olumlu ve “ileri” bir adım kabul edebilecekken çağdaş evrensel hukuk ve akıl açısından ele alındığında tutar bir tarafı olmayan ve vicdana sığmayan düzenlemelerinin başında kölelik, cariyelik, kadın hakları, savaş sonrası yağma ve kısas konuları gelir. Kuran hiçbir şekilde, açık dille köleliği ve kadın köleliği anlamına gelen cariyeliği, savaş sorası yağmacılığı yasaklamamıştır. İki kadının tanıklığını bir erkeğinkine eşit görmüştür. Bu konularda yer yer iyileştirici bile olmayan düzenlemelere yer vermiştir.

Sıradan vatandaş bu konularda bilgisizdir, Karaman Hoca gibi kendi vergilerinden beslenen okumuş birilerinden medet umarlar, onlar da bu konularda gerçeği söyleseler onlardan hizmet bekleyen kitlenin bile vicdanına ters gelecek düzenlemeleri ya “zamanın özelliği” gibi çok yüzeysel bir tutarsızlıkla (nerde kaldı İslam’ın evrenselliği ve tüm zamanlara hitap edişi) ya da Allah kelamı olduğu söylenen düzenlemeleri falanca tarihte falanca alim şöyle demiştir gibi laf kalabalıklarına boğarak ya da konunun keskin yanlarını teğet geçerek kaynatmaktadırlar. Ama öte yandan da türban gibi konularda, kadını ikinci sınıf insan yerine koyulduğu uygulamalarda feryat figan ortalığı ayağa kaldırmayı ihmal etmemektedirler.

Ey Karaman Hoca, yazılarında Kuran’daki kısası olduğu gibi ele almıyorsun, onu bugünkü vicdanlara hoş görünecek kılıflara sokuyorsun, kölelik ve cariyelik gibi konuları zamanın özelliği diye geçiştiriyorsun da neden konu türbana gelince “… bu da o zamanki Arap toplumun gereğidir; çok şükür bugünkü toplumsal düzende kadınlar başı açık sokağa çıksalar da başlarına sırf saçları açık olduğu için ciddi bir namus tehlikesi gelmesi söz konusu olmaz…” diyemiyorsun. Neden konu türban olunca “falanca ayetteki kelime baş örtüsü manasına geliyor, Allah’ın emridir” diye tutturuyorsun?!.

Oysa ki, sırf bu kısas meselesinden de anlaşılacağı ve bu konu bağlamında bizzat kendilerinin de vurguladığı gibi Kuran ciddi bir şekilde kendi çağının ama öncelikle o zamanki Arap toplumunun kendi yapısına, tarihsel süreçlerine ve hukuk anlayışına göre biçimlenmiştir. Kitapta indirilip sonra geçersiz sayılan ayetler bile vardır. Günümüz toplumunun vicdani özelliklerine asla uymayan pek çok hükmü içinde barındırır. Öncelikle Allah tarafından indirildiği söylense de Arap toplumunun kitabıdır.

Bu kitap Arap toplumunda aşiret tarzı bir sosyal örgütlenmeden bunlar arasında bir tür birlik sağlanmasına ve devlet aşamasına gelmelerine katkıyla siyasal bir avantaj sağladıysa da aynı başarıyı çok önceden (Çinliler, Persler, Makedon Yunanlar, Romalılar vb.) tek tanrılı din inancı olmayan pek çok toplumun elde ettiği unutulmamalıdır. Bu çağın gereklerine uygun, mutlu müreffeh bir toplum düzeni yaratmanın din kitaplarıyla gerçekleşmeyeceği defalarca denenerek anlaşılmıştır.

Bu durumda dönüp dolanıp topluma el altından şeriat pazarlayanlara söylenecek sözüm şudur: Artık bu çağda bilmem kaç yüzyıl önce yaşamış Arap toplumunun kısasına dahası kitabına değil; toplumumuzun kendi dinamiklerinden, çağın gerçeklerinden beslenen yepyeni vizyonlara, yepyeni kitaplara, bilime ve ayakları yere basan vicdanlara uygun hukuk kurallarına ihtiyaç vardır. Siyasetçi, akademisyen, bilim adamı, hukukçu, gazeteci ve bilumum entelektüellerin, yalnızca yüzyıllar öncesi Arap toplumuna ait bir kitaba karşı değil; bugün emekleriyle, vergileriyle onlara görece müreffeh bir hayat sürme imkanı veren bu topluma karşı da vicdanen borçludurlar… o borcu gerçekleri ve vicdanları perdeleyerek ödemek ise mümkün değildir.

İlgili bağlantılar:

· Başbakan’a ‘kısas’ desteği

· http://www.milliyet.com.tr/default.aspx?aType=HaberDetay&ArticleID=505198&ver=31

· Hayrettin Karaman, Kısas

· http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?i=9799&y=HayrettinKaraman

 
Toplam blog
: 60
: 1352
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

Arkeolog olarak arkeoloji, Eski Çağ tarihi, günümüzde sit ve çevre sorunları başlıca ilgi alanlar..