Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Mart '12

 
Kategori
Eğitim
 

Artık değiştirmeyin, proje üretmeyin! Biraz ciddiyet lütfen!

Artık değiştirmeyin, proje üretmeyin! Biraz ciddiyet lütfen!
 

Bizleri proje ve sistem manyağına çevirenler, kitapla dost olmanın yollarını arasaydılar oysa, hedeflere ulaşmakta hiç bir zaman zorlanmayacaktık..


Eğitim bürokrasisi içinde kiminle konuşursanız konuşun, ne kadar çok proje üretildiğini size gururla anlatacaktır. Ve fakat gelin görün ki, değiştirdim demekle övünen irade, başardım sözcüğünü bir türlü kullanamıyor..

Tıpkı aslına benzetilen markalar, imitasyon takılar ve yapay çiçekler gibi, görüntü oluşturmayı ve gerçeğe yakın illüzyonlar yaratmayı öğrendik.. Belki mekaniği, modayı, kumaşı birebir taklit edebiliyoruz. Ancak sıra sosyal bilimlere geldiğinde çuvallıyoruz. Edindiğimiz ezberler hiçbir işe yaramıyor, yaptığımız tüm işler iğreti duruyor..

Çünkü teknolojinin bir tek ezberi vardır; ya öyledir, ya öyle değildir.. Oysa sosyal alanlarda kesinlik bulamazsınız. Hayatı ezberlerle götüremezsiniz. Aklınıza gelen projeleri pratiğe dönüştürürken, öngörülemez değişkenlerle karşılaşmanız her an için olasıdır. Hazırlıklı değilseniz ve bu süreç, kitapsız, felsefesiz, sanatsız, intihalci ve ezberci bir zemin üzerinden yürüyorsa, o zaman ocağınız batıyor. Her yeni durum için bir başka proje hazırlayarak sistemi kısa sürede proje manyağına dönüştürmenize artık hiç kimse engel olamaz..

Birbirimizle projelerimiz ve siyasi görüşlerimiz üzerinden iletişim kuruyoruz. Demokrasinin, cumhuriyetin, laikliğin, hukukun, eğitimin gerçek karşılıklarını kimse bilmiyor. Felsefenin, bilimin, sanatın kovulduğu bir toplumda, kavramlara yüklenen anlamlar da çoğunlukla o günkü siyasi projelerle ilgili. O nedenle bu ülkede rejim sorunu, eğitim sorunu bir türlü bitmek bilmiyor. Çatışmalar, ayrışmalar bitmiyor. Çünkü hemen herkesin ve her gurubun kendine göre bir projesi var.. Birisi gelip 8+4 diye diretirken, öteki kalkıp, üstelik derinliksiz, ufuksuz ve sığ bir tartışmanın tarafı olduğunu bilmeden, “hayır 4+4+4 olacak” diyebiliyor..

Öncekiler bize tam on beş yılımızı kaybettirdiler.. Yıllarca yapısal sorunlarla boğuşup durduk. Tam da, “eh işte, sonunda bir şeyler yaptık” derken, şimdi ötekiler kalkmış, “her şeyi yeniden inşa edeceğiz” diyorlar. Kaç yılımızı daha heba edecekler belli değil.. Şurası kesin ki, o canım ilkokulu çökertenlerle şimdikiler arasında hiçbir fark yok..

Değiştirdikçe batıyor, battıkça değiştiriyoruz. Hani bilirsiniz; kargaya; "Rengin neden siyah?" diye sormuşlar da, karga; "Şu denizin öte yakasına geçebilirsem eğer, rengim beyazlaşacak." demiş. İşte bizimkisi tam kargalık.. Belki inanmayacaksınız ama, neredeyse hemen her yıl müfredatları, ders kitaplarını, yönetmenlikleri, öğretim metotlarını ve hatta terminolojiyi değiştirdik.. Hiç bir eğitimci, bu hızlı değişimi takip etme lüksüne sahip değil. Artık öğretmenler ders programlarını bile takip etmiyor. Yaptığımız bütün iyi niyetli girişimler tıpkı bir bumerang gibi dönüp, tekrar-tekrar bizi vuruyor..

Değişim adı altında yapılıyor olsa bile, yaptığımız her işe bir proje nazarıyla baktığımız için yapaylıktan kurtulamıyor, meselenin özünü hiçbir zaman yakalayamıyoruz. O nedenle başka ülkelerde pekâlâ işe yaramış kanunlar, kurallar, kurumlar, programlar bizde bir türlü karşılık bulamıyor. Tıpkı çocukların, doktorculuk, öğretmencilik adı altında oynadığı oyunlar gibi. Hayatın doğal akışını keserek oynadığımız tuhaf bir oyuna dönüşüyor hepsi de..

Her değişiklik sonucunda atılan nutuklar, şu fıkradaki adamın söylediklerine nasıl da benziyor.. Hani adam yataktan düşmüş ve tekrar kalkıp yatmış. Az sonra bir daha düşünce; "İyi ki biraz önce kalkmışım," demiş."Yoksa kendi üstüme düşecektim."

İngiltere'de, yüz küsur yıl önce yazılmış bazı kitapların hâlâ ders kitabı olarak okutulduğunu söylersem, istikrar hakkında bir parça düşünmenizi sağlayabilir miyim bilmiyorum..

Ne yazık ki, bu irrasyonel sinemanın seyirci koltuklarında biz, perde üzerinde yine biz varız.. Tüm bu saçmalıkları içeriden baktığımız için asla göremiyor, yaptıklarımızın gerçek hayatta bir karşılığı olmadığını anlayamıyoruz..

Değil evrensel birikimi ciddiye almak, tercüme ettiği ders programlarını bile bir kenara fırlatıp babadan kalma yöntemlerle yoluna devam etmeye çalışan sistem, tuhaftır ki bir yandan da yeni değişim türküleri çığırıyor. Hani nasıl derler, “minareden at beni, in aşağı tut beni.”

Daha da kötüsü, ileri toplumların binlerce sayfalık ders programlarını aldık diye bizim de hemencecik onlar gibi olacağımız masalını anlatıyorlar bize. Aradan yıllar geçti oysa. O zaman soralım, neden bin tane öğretmenin bir tanesinin kütüphanesinde bile o metinler yok? Neden bütün bir eğitim-öğretim etkinliklerini, kıytırıktan ders kitaplarıyla kotarmaya çalışıyoruz? İnsanlığın birikimini neden öteliyoruz?

Yaa bu iş bu kadar kolay mı?.  Bir kere o metinlerin oluşturulmasında katkınız olacak, sonra onları başucu kitabı yapacaksınız. Yetmedi, yüzlerce başka yayınla daha buluşacak, yine yetmedi konferanslar, toplantılar, paneller ve tartışma platformları oluşturacaksınız. Yani her biriniz o metinleri az buçuk içselleştirecek.

Doğrusu durumumuz, anlatacağım öyküdeki oğlana pek bir benziyor.

Adamın birisi ölmüş. Oğlu bir koşu Hoca’yı bulup; “Efendim!” demiş.“Babam cuma günü öldü, bunun için Cennete gider değil mi?” Hoca biraz düşündükten sonra; "Hatırladığım kadarıyla senin baban işlediği cinayetten dolayı hapis yatmıştı değil mi?" diye sormuş.

Oğlan;"Evet ama, cuma günü öldüğü için cennete gider değil mi?

Hoca; "Babanız kavgacı biriydi sanırım?" 

Oğlan; "Evet ama, cuma günü ölmüştü ya hocam!"

Hoca; "Kul hakkı yiyip insanlara kötü davranıyordu değil mi?"

Oğul; "Evet ama Cuma günü öldü dedim yaa!"

Artık iyice sinirlenen Hoca; "Haklısın yavrum, cumanın hatırına, belki o gün babana dokunmazlar, ama eminim ki cumartesi günü canına okurlar.”

Aslında kitabın bu kadar aşağılandığı bir ülkede eğitimden bahsetmenin pek de bir anlamı kalmamıştır. Evrensel bilginin kitapsız bir toplumda işlevsiz kalacağı, içselleştirilip davranışa dönüştürülemeyeceği gayet açık değil midir?.

Diploma sayılarını değil, okur oranlarını yukarılara doğru çekmeden ele aldığımız hiçbir projeyi sağlıklı sonuçlandırma şansına hiçbir zaman sahip olmayacağız.. Çağın dilini yakalayabilmek için, en azından gelişmiş ülkelerle oransal kıyaslamalar yapabileceğimiz bir okur kitlesine sahip olmamız gerekir. Ki o dili yakalamadan, aldıklarımızı tam olarak anlayabilmek ve içselleştirip yürürlük kazandırabilmek hiç bir zaman mümkün olmayacaktır. Tıpkı diğer sektörlerde olduğu gibi eğitim alanında da, çok konuşulduğu halde hiç anlaşılmamış evrensel verilerin var olma sebebi işte budur. “Havanda su dövme” ayinlerine dönüştürdüğümüz her yeni proje denemesi, bizi kaynağında ulaşılan başarıya hiçbir zaman götürememiştir.

Bizleri proje ve sistem manyağına çevirenler, kitapla dost olmanın yollarını arasaydılar oysa, hedeflere ulaşmakta hiç bir zaman  zorlanmayacaktık.. Değişim elbette ki sihirli bir sözcük, ancak ilk ve her şeyden önce şu kitabı temel ihtiyaçlar listemize almak zorundayız, ayrım gözetmeden her türüyle tanışmak, dostluk kurmak ve birbirimize ayrılamayacak kadar bağlanmak zorundayız; sonra konuşuruz eğitimi, değişimi ve hatta tüm sosyal bilimleri, devleti, siyaseti, sanatı, felsefeyi, fen bilimlerini...

Ama lütfen, yılda en az bilmem şu kadar değişik yelpazede kitap okumayanlar sussun, hiç bir işe karışmasın, değiştirmesin, ben yaptım oldu demesin, kimseyi yönetmesin, kanun çıkartmasın, öğretmen olmasın, “ben olsaydım” diye başlayan cümleler kurmasın, çok bilmişlik yapmasın!.

Ve bıraksınlar her şey dağınık kalsın!

Hani adam berbere gitmiş.. Tepesinde kalan bir tek saç telini gösterip; "Söyler misin?" demiş. "Saçımı öne mi, arkaya mı, sağa mı, yoksa sola mı tarayayım?" Berber adama şöyle bir bakıp; "Bırak kardeşim!" demiş. "Bırak dağınık kalsın!"

 
Toplam blog
: 19
: 679
Kayıt tarihi
: 01.03.11
 
 

1957 yılında Erzurum ilinin Şenkaya ilçesine bağlı Evbakan Köyünde dünyaya geldim. İlkokulu doğduğum..