Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Şubat '11

 
Kategori
Çalışma Yaşamı
 

Asıl felaket: Felaketlerin normalleşmesidir!

Asıl felaket: Felaketlerin normalleşmesidir!
 

Son olarak, OSTİM felaketi: Felaketlerin normalleşmeye başladığını gösteriyor! Asıl felaket budur!..


OSTİM’DE birkaç saat ara ile yaşanan iki felaket sonrasında herkesin gündemi sanayi kuruluşlarının çarpık gelişmesi oldu! Sanki toplumumuz top yekun bir çarpıklık ve aymazlık denizinde onlarca yıldır debelenmiyormuş da, bütün bu güllük gülistanlık sistem içerisinde bir tek sanayi kuruluşları kötüymüş gibi; ruhsatmış, iş güvenliğiymiş, eğitimmiş, kalite kontrolmüş… Bir yaygaradır gürleyip duruyor! Sanki ilk olay buymuş, felaketi ilk sefer duyan şaşkınlar her tarafımızı sarmış… Daha iki yıl önce maytap fabrikasında kaç kişinin öldüğünü unuttuk. Hani ‘bu son olsun!’ diyenler, nerdesiniz? 

Sorun, sanayi kuruluşları bazında incelenecek teknik bir sorun değil! Toplumun tümünü kapsayan bir bilinçsizlik sorununun sadece küçük bir parçası! Allah’tan ki birileri arada sırada da olsa bütün bu gevşekliğin laçkalığın utancını yüzümüze tokat gibi vuruyor! 

Hürriyet Gazetesi yazarı ve İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesinden hocam da olan Prof.Dr. Mikdat Kadıoğlu, “Ankara'daki ihmal patlamalarının arkasında yatan sosyo-ekonomik nedenler!” başlıklı yazısında yaşanan felaketin ve gelecekte yaşanacak muhtemel felaketlerin toplumsal boyutunu önümüze şöyle seriyor: 

* * * 

Dün Marmara Depremlerinde 17 bin, bugün Ankara OSTIM’deki patlamalarda 17, yarın (Allah korusun!) İstanbul Depreminde 170 bin kişinin hayatını kaybetmesinden sonra sorulan sorular hep aynı oldu, oluyor ya da olacak; “Bu acı neden?” 

Geçmişten gerekli dersleri çıkartabilmek bir yana her geçen gün ülkemizi;
• Sel, deprem, heyelan, sanayi kazaları, vb gibi tehlikelere maruz bölgelerde hızla artan yerleşimler ve nüfus
• Zayıf şehir planlama, sağlıksız bina stoku, afet ve acil durum hazırlıkları
• Kanun ve yönetmeliklerin çağın çok gerisinde bir anlayışla hazırlanması
• Kanun ve yönetmeliklerin uygulanması ve denetimindeki zayıflıklar
• İlgililerin ve genelde halkın yetersiz afet bilinci ve afet yönetimi eğitimi
• Yerel yönetimlerin çok kısıtlı parasal, personel ve teknik imkanları
• Çevre tahribatı ve küresel iklim değişimi
vb. yüzünden giderek daha tehlikeli bir yer haline gediyoruz. Fakat buna dur diyebilecek yeterli bir irade, gelişme ve gidişat yok. Birçok şey gösterişe ve günü kurtarmaya yönelik. 

Çünkü yönetimlerin, işverenlerin, işçilerin, özetle halkın öncelikleri çok farklı; öyle ki
• Afet ve acil durumlara adam gibi hazırlık önceliklerimiz arasında değil,
• Geçim kaygısı, kar, rant, partizanlık ya da oy hırsı her şeyin önüne geçebiliyor,
• Yetişkinlerin risk algılamasını değiştirmek imkansız değilse bile çok zor,
• Toplumun da afet zararlarını azaltabilmek için ÖNCE insanımızın kafa yapısı değişmiş, geçimini sağlamış, kısa gün karı, rant ve benzerlerine doymuş olması gerekiyor. 

Aynı zamanda toplumda aşılması gereken sosyolojik ve psikolojik takıntılar da mevcuttur. Örneğin; birçok kişide “Afet burada olmaz. Burada olsa bile bize bir şey olmaz!” şeklinde bir düşünce yaygın. Çünkü onlar için;
• Tehlike şüpheli, onun olup olmayacağı da belirsiz,
• Beklenen kötü sonuçlar çok uzak veya imkansız,
• Nasıl olsa hükümetin ya da devlet babanın bir kurtarma ve yardım planı vardır,
• Herkesin sorumlulukları ve yaptıkları belirsizken, “Ben ne yapabilirim ki!”,
• Tek başına bir şeyler yapmak da güvenli değil ya da bir çözüm değildir. 

Bazıları ise kendi çıkarı, güvenliği ya da bu konu resmen onun işi olduğu için kulaktan dolma bilgiler ile rastgele bir şeyler yapmaya çalışır. Çünkü;
• En kötüsü hiç bir şey yapmamaktır,
• Yarım yamalak da olsa eğer bir şeyleri denerse, bazıları mutlaka işe yarayacaktır,
• Şimdi harekete geçme zamanıdır; uzmanlar nasıl olsa ayrıntılar üzerinde sonra çalışır,
• Bakan, başkan, müdür, halk, ya da müşterinin, güvenini tazelemeli, gözüne girmeli, vb. Diye düşünürler. 

Bu nedenle, artık ülkemizde afetler sonucunda ortaya çıkabilecek zararlar, can, mal-mülk ve çevre açısından büyük boyutlara ulaşabilmekte. Halbuki geçmişte ve şuan yaşadıklarımız veya İstanbul’da beklenen deprem gibi afetin bir tanesi bile;
• Can güvenliğimiz için büyük bir tehdittir,
• Maliyetleri çok yüksektir,
• Sosyo-ekonomik gelişmemizi baltalar ve zayıflatır,
• Milli gelirdeki artışı önleyen bir “yoksulluk tuzağı”dır,
• Mevcut kaynakların gelişmeye değil yardım ve onarıma (müdahale ve iyileştirmeye, başka bir deyişle yıkım ve yara sarmaya) harcanmasına neden olur. 

Bu nedenle Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan, Vali, Kaymakam, Başkan, Müdür, Memur ve genelde bütün bireylerin önünde “DÜŞÜK olasılıklı / YÜKSEK etkili” olaylar, yani düşünülemeyenler, için gereği gibi ve tüm halkın bir bütün olarak hazırlanabilmesi gibi hayati önemi olan bir problem bulunmakta. 

Özetle afetler, sadece oluştuklarında onlara en pahalı ve süslü püslü araçlar ile can havliyle müdahale etmek değil; uluslararası seviyede bir bilgi birikimi, vizyon, politika, strateji, eğitim, gelişme ve yoksullukla mücadele sorunudur. 

* * * 

Sonuç olarak; sorunun toplumsal olduğunun görülmesi ve çözüm için bu konunun üzerine gidilmesinde -toplum için- fayda var. Olayın Büyükşehir Belediyesi tarafından istismar edilerek, OSTİM üzerinde kirli operasyonlar yapılmasına da izin verilmemeli. 

Aşırı bürokrasinin ortaya çıkardığı KAYIT DIŞI yapılar, sadece ekonomide değil, iş dünyasının her alanında çarpıklıkların ana nedenleri arasındaki yerini koruyor. Zira; şefkatli bir baba gibi kucakladığı yavrularını sevgiden (!) öldüren bir kurumsal yapıdan söz ediyoruz… 

Hep sevgi ile kalın. 

Murat SEVGİ 

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..