Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mart '20

 
Kategori
İlişkiler
 

Aşk acısı nasıl geçer?

Sıkıştırılmış bir sayfanın içinde saklı kaldı söyleyemediklerim. Avuçlarımla belli belirsiz sıkıştırıp buruşturdum içimden akanları. Soğukluğu ve boşluğu ısıttığım bir olduğumuz anılar da silinecek zamanla. Sen başka birinin hayatının içerisinde, zamanını doldurup yeni yeni anıların öznesi olmaya başladığında önce benimkiler silinecek senin zihninden.

Bir gün bir şarkıda aklına gelirim belki ama sadece aklına gelmek ne acı. Bir koku ile hatırlarsın beni ve o koku yüzünden anılmak ne acı. Gözlerine değen bir fotoğraf  karesinde hissedersin özlediğini ve o fotoğraf  yüzünden özleyeceğini bilmek ne acı. Neden bütün bunlar acı geliyor biliyor musun? Ne özlemesi, ne hatırlanması ne de anılması gerekmeyen bir yerde bıraktın beni. Sevginin içindeydik, aşkın içinde mutluyduk ve kalsan biz olmanın keyfini yaşayacaktık. Giden gitti zanneder, kalan da bitti. Birlikte yaşayabilecekken ayrı olmayı tercih etmen yüzünden seni seninle yaşayamamak çok acı. Tam da ruhunun  tamamlayan kısımında, yanı başında, nefesinde bakışında, dokunuşunda olamamak ne acı.

Kâğıt kesiği… Sensizliğin verdiği acının tarifi böyle bir acı. Kimsenin göremediği ama ince ince sızlayan, önemsenmemiş gibi yaptığımız bir acı tarifi, geride kalmak. Aşksın. Gidişinden sonra yarım kalmalarımdan anladım adının aşk olduğunu.”

‘Nefesim’ dediğiniz aşk bedeniniz bir gün gittiğinde, nefesiniz kesilir. ‘Hayatım’ diyen birinin hayatının hiçbir yerinde olmadığınızı anlarsınız. Kendi kendinizi neye inandıracağınızı bilemezsiniz. ‘En sevdiğim sensin’ diyen birinin giderken ‘Senden nefret ediyorum.’ dediğine şahit olduğunuzda hangi açıklamasına inanacağınızı bilemezsiniz. ‘En sevdiğin miydim yoksa aslında hiç sevmediğin miydim?’ sorusu döner zihninizde. Onun yaptığı tüm inciten hareketleri affedecek bahaneler yaratırsınız zihninizde. ‘Ama’ kelimesiyle dolu cümleler kurarsınız yakınlarınızla ondan bahsederken. Savunması bol paragraflar söyletir zihniniz. ‘O da beni seviyor biliyorum, ne oldu da gitti?’ sorusu da başa bela. Hep geride kalan gidenin neden gittiğini merak eder. ‘Ne hata yaptım?’ der ya da ‘Kesin başka biri var.’ diye düşünür. Bazen de sizi bu düşünceye etrafınızdaki o kirli zihinli El âlem Cumhuriyeti insanları iter.

Hele bir de aldatılıp terkedilseydiniz işler daha da çıkmazda olur. ‘Bana bunu nasıl yapar? Ben de olmayan neyi buldu onda? Soruları döner zihinde ve ruhunuz tam bir enkaz yığınına dönüşür. Bu yazdıklarımı sanırım yaşamayan yoktur. Bu soruları kendine sormayanlarda sevme sevilme eksik kalmıştır. Şarkılar, ortak dostlar, geride kalan, sildiğinizi zannettiğiniz videolar, fotoğraflar, ses kayıtlarınız, siz de kalan birkaç parça eşya mütemadiyen saldırır yüreğinize. Hatta en tehlikeli olan onun kokusu ile karşılaştığınızda içiniz sızlar. Canınız kırılmıştır bir kere ve ne zaman iyileşeceği belli olmayan geride kalma hastalığına tutulmuşsunuzdur. Donarsınız. Durursunuz. Geçmiş saplantınızdan dolayı gelecek körü olursunuz. Devam edemezsiniz. İşte buna aşk acısı çekmek deniyor.

Dostum, bu aşk acısı değil. Bu sizin egonuzun şımarıklığı. Çok istediğiniz birine ya da bir şeye sahip olmadığınızla yüzleşmeniz, istediğiniz gibi yönetememenizden gelen hırsın etkisi. “Beni nasıl aldatır, nasıl beni terk eder, ben de bulamadığı ne buldu onda, bana bunu nasıl yapar, biz ne kadar mutluyduk nasıl bu mutluluktan vaz geçer?” cümlelerinize bir bakalım birlikte isterseniz. Aşk ile ne ilgisi var bu cümlelerin?

“Seni seviyorum. İyi ki hayatımdasın. Sonsuza kadar seninle yaşamak istiyorum. Sana aşığım. Aşkım. Hayatım. Canım. Bir tanem. Yaşama sebebimsin sen. Sakın beni bırakma. Beni seni sevdiğime pişman etme ne olur. Ben çok üzüldüm bu güne kadar seninle çok mutluyum beni sensiz bırakma, yıkılırım. Bir daha başkasını sevemem.” Cümlelerinize bakalım bir de. Aşk bu cümlelerin neresinde peki?

Aşkta olmak da aşksız kalmak da aynı şımarık çocuk egonun işi gibi görünüyor değil mi? İnsan, kendi benlerinin tatmininde mutlu, tatmin edilmediği, istediği gibi yönetemediği her şey acıya, kedere, pişmanlığa dönüşüyor aslında. Aşk da bunlardan biri. Aşk dediği ona aşk desin istiyor. Yaratılışımız böyle, kendinize kızmayın. Mutluluk tatmin ile mümkündür.

Biz, insanlar, yaşamımızı güzelleştirmek için en iyi ve pahalı mobilya­larla doldurulmuş gösterişli evlerin içinde özgür yaşadı­ğımızı zannederken, aslında bir çerçeve içindeyiz. Üstelik “Senin için her şeyi yaptım. Şu yaşantına bak. İstedi­ğin her şeye sahipsin. Bir insan daha ne ister ki?” so­rusunun muhatabıyız.

Biri, diğerini mutlu etmek çabasında esir edebilir. Gör­kemli bir sarayda kurallara itaat etmek zorunda yaşayan kral ve kraliçeyi düşünün. Onların esaretinin konforunu düşünün. Kocaman bir ülkenin insanlarının hayatları hak­kında karar sahibidir ve o sarayında çerçeve içindedir.

Kralın mutlu olduğu anılar, pahalı bir sandık mücev­here sahip olduğu an mıdır, ülke sınırlarını genişlettiği ba­şarılarından olma kutlamaların anı mıdır? İstediği görü­nüşte her kadına, her erkeğe sahip olabildiği anda mıdır? Hepimizin en mutlu olduğumuz an nedir biliyor musunuz? Tatmin olduğumuz andır. Tatmin, mutluluktur.

Bir değirmenci tüm buğdayı sattığında aldığı paranın tatmininde mutludur. Bir çocuk istediği hediyeyi kucağında gördüğünde, bir anne doğurmayı başardığında, bir çiftçi iyi verim aldığında, bir işçi maaşını hala düzenli aldığına ay­başında şahit olduğunda, arzulu bir adam, beğendiği kadı­nın bacaklarının arasından kuytusuna doldurduğu erkek­liğinin yarattığı şehvet çığlıklarını duyduğunda mutludur. Hepsi mutludur çünkü tatmin edilmişlerdir.

Tatmin için beklentinin karşılık bulması gerekiyor. Peki, beklenti. Beklenti ne zaman biter? Bitmez. Hep tatmin olma arzusuyla yaşadığımızı zannediyoruz. Yaşam sadece bu işte. Beklentilerle sonucu doğuruyoruz. Beklenilen şekilde yaşıyoruz. Bekliyoruz. Karşılık bulunca tatmin oluyoruz ya da olamıyoruz ve sonra hayat filmimizin teması çıkı­yor ortaya. Mutlu bir hayat ya da mutsuz bir hayat. İkisi­nin içinde yaşayan kişilerin adı insan. Yani adı aynı. Yara­tılışı aynı ve sadece çerçeveleri farklı. Tatmin anlayışları farklı, mutlulukları farklı.

Bizim kişisel mutluluğumuz için kimsenin mutluluk anlayışını değiştirme, yargılama, haksız bulma değersizleştirme hakkımız yoktur. Giden her zaman suçlu değildir. Bunu kabul etmek gerekiyor. Kendi mutluluğumuz için neler gerekli ve hatta neler gereksiz onları tespit etmeliyiz. Ayrılır ayrılmaz inat ve iyileşme için ilk karşımıza çıkan, aslında pek bir şey ifade etmeyen ama ruhumuza iyi gelen insanları pansuman malzemesi olarak kullanmamalıyız. Kimsenin pansumanını da üstlenmemeliyiz. İyileşmeden kimseye yara açmamalıyız. “Aşk’a kadar kapalıyız!” kitabımda üç farklı hikâyede bu süreçleri uzun uzun anlattım. Şımarık egomuzla baş etmeyi öğrendiğimizde kimseye zarar vermeyeceğimiz gibi kimse de bize zarar veremeyecek unutmayın. Aşk gelişiyle en güzel duyguları, heyecanları yaşatır bize nasıl acı veren bir şeye dönüşebilir ki. Aşkın katili biziz. Aşkı günah keçisi yapmaktan vazgeçin. “Bir daha mı aşk, asla.” demek yerine aşkı doğru anlamak, doğru yaşayıp yaşatmaya ve kesinlikle ilişkilerinizde şeffaf olmaya çalışın. Hayatı bilmeceye çevirmekten vazgeçin. Üstelik ne kadar vaktimiz var bilmiyoruz bile. Aşk ile yaşayın, gerisi teferruat…

 

 
Toplam blog
: 158
: 253
Kayıt tarihi
: 22.08.15
 
 

Karşı kıyıdan kendi topraklarına geri dönmüş bir ailenin İstanbul'daki bolca edebiyat kokan evinde ..