Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ekim '10

 
Kategori
Sinema
 

Aşkın İkinci Yarısı

Aşkın İkinci Yarısı
 

Aşka dair herşeyin çoğumuz için anlam ve önemi vardır. Filmi, sembolleri ve şarkıları çok satar. Hele birde emek verilmişse. Filmden çıktığımda kendime yakın bulduğum fragmanlardan olsa gerek, kişisel görüşlerimi yansıtan bir kitap okuduğumda duyduğum o tanıdık mutlulukla, biraz da filmin ana teması gereği hüzünle doluydum. Ama halimden asla şikayetçi değildim. Çünkü aşk gibi bir kavramı acısız, ayrılıksız ve burukluklar olmadan ele alamazsınız. Hatta biraz daha ileri gidersek; 'Ne kadar hüzün varsa aşkın içi o kadar doludur ' denebilir. Biz kolaycı insanoğulları da yaşanılan mutluluğa çeşni katma niyetindeki hüznü, korkularımızla nasıl başedeceğimizi bilemediğimizden ya da cesaret edemediğimizden öteleyiveririz. Böylece aslında ikiz kardeş olan bu duyguları birbirinden koparıp ayırırız. Yaşanılan şey, içeriğinde hüzün yoksa sıradan bir Pollyanna öyküsüne dönüverir. Sıradan olan herşey de kendini tekrarladığı için birgün artık kabak tadı verir. Ve perde..

Filmde büyük bir aşkın meyvesi üzerinden 'neye rağmen?' ve 'nereye kadar?' soruları irdeleniyor.Güzel günlerini geride bırakılmış bir sevdanın ikinci yarısı kabul edilen fiziksel ayrılık dönemi işleniyor. Özellikle kadın (Arzun Onan) tarafından döndürülmeyen aşk ateşi, ilişkinin bitmesine ve erkeğin uzaklığına rağmen diri tutuluyor. Erkek (Mehmet Aslantuğ) kendisine atfedilen umut ve önemi ;cesaretsizliği, pasif hayat tarzı, belki biraz da ödediği fiziksel bedelin (hapiste geçen yıllar, idamla yargılanma)yorğunluğuyla, artık hak etmediğini vurguluyor.

Ve bir kız çocuğu... Sorgulayan, talep eden, özleyen... Davranışlarıyla aşkın ve sonrasının sorumluluklarını hatırlatıyor. Küsüp gitmelerin, havlu atmanın, aşkın eskimiş halleriyle barışık yaşayamamanın bedeli olarak gözlerimizin önünde tutuluyor kız çocuğu.

Birşey daha var filmde benim gördüğüm. Adına aşk diyebileceğimiz kadar kuvvetli bir duygu varsa, tensel ayrılığa rağmen beyinde ve yürekte yaşatılıyorsa, acıtıyorsa; dünyanın geri kalanı 'diğerleri' oluveriyor. Bu sayede bir kadın kalbini tüm gerçek dünyaya karşı mühürleyebiliyor. Bu nokta belki de sadece, aşkı 'adam gibi' yaşamış olanların anlayabileceği bir ayrıntıdır. İşte o düzeye ulaştıgınız an, aşkın ne kadar sürdüğü, dünyanın her çeşit 'madde'si, hala beraber olup olmadığınızın önemi kalmıyor. Cismine uzak olduğunuz birinin benliğinize nüfus etmesine gönül rızasıyla seyirci kalıyorsunuz. Ve sadece, onu tanımaklığınızdan, bu dünyadan göçüp giderken huzur içinde olacağınızı düşünüyorsunuz. Az şey değil.

Filme dönersek; senaryoya bayıldım, oyuncuların cümlelerindeki felsefik ifadelerin içeriğe güzel bir aroma kattığı hissediliyor. Arzum Onan duygusal sahnelerde başarılı. Mehmet Aslantuğ da fazla yorulmadan klasını konuşturmuş. Gülenay Kalkan özellikle 'erkek milleti'ni eleştirirken çok içten oynuyor (ateş olmayan yerden duman çıkmaz demişler). Özellikle büyük anne (Yıldız Kültür)performansıyla ödülü hak ediyor. İyi bir takım çalışması olmuş. Aşkı yorumlayan böylesi güzel filmlerde daha sık buluşmak dileğiyle...

Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 68
: 644
Kayıt tarihi
: 17.11.08
 
 

1964 İstanbul doğumluyum. Bekarım. Çocuk hastalıkları uzmanıyım. Halkla İlişkiler ön lisans ve İk..