Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Şubat '11

 
Kategori
Anılar
 

Askoroz Deresi II. Bölüm.

Askoroz Deresi II. Bölüm.
 

Bu resim google görseller bölümünden alınmıştır.


2 – Dereyi ve çevreyi kim kirletti? 

Yalova Otobüs Terminali’nden hareketle başlamıştım Rize yolculuğuna. Giresun Üniversitesi’ne atanan genç bir Öğretim Üyesi yoldaş oldu bana. Kaptanımız İftar molasını Karamürsel’de verdi. Yol arkadaşımla çabuk kaynaştık. Çok sıcakkanlı ve samimi biriydi. Etraftaki yolcuların rahatsız olmayacağından emin olsak, yol boyunca durmadan konuşacaktık. Bana göre zevkli bir yolculuk oldu. Yoldaşımı Giresun’da indirip, 7 Eylül 2010 Pazartesi günü öğle üzeri Rize’ye ulaştım. Bulduğum eski tanıdıklarımla selamlaşıp biraz hoş beşten sonra, şehirde karşılaştığım köyümün eski muhtarı değerli kardeşim Bilgi Çalışkan’ın özel otosuyla köye doğru yollandık. 

Sahil şeridini geçip vadi boyuna yönelince, bir yandan kendisiyle sohbet edip hasret gideriyor, diğer yandan da doğal güzellikleri seyrederek olup biten değişiklikleri izlemeye çalışıyordum. Derenin denize döküldüğü sahil yolundan 3 km içerde Güneysu Deresi çatağı (Potomya Deresi) ve Güneysu yolu sapağı ayrılıyordu. Sol tarafın vadisi Güneysu ilçesine, sağ taraf ise Çaykent ve Muradiye beldelerinin yer aldığı Andon içmelerinde son bulan, Salarha bölgesine gidiyordu. Yıllar sonra bu güzergâhtan köyüme yaklaşmış olmanın sevinciyle huzur içinde yol alırken, Çaykent Beldesi’ne bağlı Yolveren adlı yerleşim birimini henüz geçmiştik ki, aldığım iğrenç bir koku midemi bulandırmıştı. Bu koku nerden geliyor diye merak edip etrafa baktığımda, derenin kenarında yapılan Salarhaspor futbol sahasının yakınında tepe oluşturmuş bir çöp yığını olduğunu gördüm. Bir anda hafakanlar bastı beni. Anılarımı tazelemeye gittiğim köyüme henüz ulaşmadan, yoluna eşkıya tarafından barikat kurulmuş, geçmişi anımsaması engellenmiş bir yabancı gibi hissettim kendimi. Çevremdeki olağanüstü güzellikler oracıkta bütün değerini kaybetti gözümde. Bu nasıl bir belediyecilik anlayışıdır diye kendi kendime hayıflanmaya, dövünmeye başladım. Doğaya ve vadideki güzelliklere ihanet söz konusuydu. Amacı kamu hizmeti üretmek olan bir kurum, nasıl oluyor da toplumun ortak malı olan doğal çevreyi, böylesine sorumsuzca tahrip edip, kirletebiliyor. 

Rize’de bulunduğum yıllardan kalan, hayallerimi süsleyen çocukluk ve gençlik anılarım bir filim şeridi gibi geçti gözümün önünden. Ortaokul ve Lise’de okuduğum yıllarda, kâh Dağsu Mahallesi’nden üstü açık kamyonlarla Atmeydanı Mahallesi üzerinden Rize’ye inişimi, kâh içine annemin pişirdiği taş ekmeği ve mayaladığı bir bakraç yoğurdu, en üstüne de okul çantamı koyarak yüklendiğim çay sepetini taşırken, çektiğim sıkıntıları hatırladım. Peripol Mahallesi’nden aşağı inerken civardaki bahçelerden gelen portakal ve mandalina çiçeği kokularının, 14 km yol yorgunluğunu üzerimden nasıl aldığına hâlâ hayret ederim. Dere boyu yolunun açılmasından sonra da, Hamzabey ve İslâmpaşa Mahalleleri üzerinden okula gelirken aynı kokularla mutlu olduğum günleri özledim. 

Kokulukaya Çay Fabrikası’nın yanından geçerken fırınlanan çayın çevreye yaydığı hoş kokuyu unutamadım. Çöp öbeğinin yukarısında yer alan ve adını güzel kokmasından alan Kokulukaya Köyü de artık eskisi gibi güzel kokmuyordu. Çöplük, etrafta iyi kokan, güzel görünen ne varsa hepsini gölgelemişti. 

Kırlarda, bayırlarda geçen çocukluğum, ağaçlara tırmanışım, tavukların yumurtalarını toplayışım, balık avladığım Askoroz Deresi göllerinde yüzüşüm, ördek yavrularına yaptığım suni gölde yüzdürüşüm, bostandan salatalıkları ve bağımızda yetişen türlü çeşitli meyveleri dalından devşirişim, inekleri kırlarda otlatışım, geçmişte tüm yaşadıklarım geldi aklıma. Özetle doğayla iç içe geçen çocukluğum, sevinçlerim, mutluluklarım, kederlerim, korkularım, coşkularım hepsi bir bir canlandı gözümde. Hele inekleri kızılağaç fidanlığında yayışımla ilgili bir anım var ki, Selvinaz Abla ile birlikte yaşadığımız dehşet verici olayı asla unutamam. Attığı korkunç çığlık hâlâ kulaklarımda yankılanıyor. 

Yaylaya gönderilmeyen hayvanların bakımı, yaz mevsimi boyunca otu bol olan mezralarda yapılırdı. Ben de o yaz benden 8-10 yaş büyük olan amcamın kızı Selvinaz ablalarla, ortak kullandığımız mezradaki evimize gitmiştik. Kendisine yardımcı olarak, genellikle inekleri kırlarda yine hep birlikte yayıyorduk. Köyümüzün zirvesinde yer alan Katar Altı (dağın ardı demek) semtinde, Ortaklığın Bayırı ismiyle anılan yerimiz vardı. Burası gerçekten de birçok yakın akrabanın ortak kullandığı bayır bir yerdi ve her yanı kızılağaç ormanı ile kaplıydı. Yazın sıcağında hayvanların otlayacağı ve bizim serinleyeceğimiz güzel bir ortamdı. Sepetini hiç sırtından çıkarmayan Selvinaz abla, buraya geldiğimizde sepetini çıkarmış, ot kestiği orağını da sepetin içine koymuştu. Yanımızdan uzaklaşan inek ve buzağıların zarar vermesini engellemek için, onların peşinden gidiyordu. Bir ara bana seslenerek, yakınımda bıraktığı boş sepeti kendisine götürmemi istemişti. İhtiyaç duyduğu orağını sepetten almak için daha yakınına gitmemi istedi. Sepeti kendisine doğru uzattım. Ani bir tepki ile “At sepeti sırtından at!” çığlığı, korku ve dehşet içinde kalmama yetmişti. İpleri omuzlarımdan çıkarıp sepeti bıraktığımda, içinde çöreklendiği anlaşılan büyük bir yılanın zaten bayır olan araziden aşağılara doğru süzülüp, doğanın içinde kayboluşunu izledik. Sevsek de sevmesek de, soğuk ve ürkütücü de bulsak, yılanlar da eko sistemin bir parçasıydı. Birlikte yaşadığımız bu anıyı üniversitede okuyan torununa aktarırken, Selvinaz Ablamın ayni heyecanı yeniden yaşadığına, anlatırken gözlerinin büyümesinden ve ses tonundan şahit oldum. Şu anda Medikal Park Fatih Hastanesi Yoğun Bakım Ünitesi’nde yatmakta olan Selvinaz ablama, bir an önce sağlığına kavuşup anılarımızı yâd etmek üzere aramıza katılması için acil şifalar diliyorum. 

 

 

Devam edecek..

 

İstanbul, 6 Şubat 2011 

 
Toplam blog
: 72
: 1140
Kayıt tarihi
: 09.12.07
 
 

Rize merkez ilçeye bağlı Yiğitler Köyünde doğdum. Lise bitinceye kadar ilk gençlik yıllarımı geçird..