Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Temmuz '08

 
Kategori
Anılar
 

Aşkta "zart zurt" olur mu?

Aşkta "zart zurt" olur mu?
 

Yasaklara uyalım, uymayanları uyaralım efendim.


Gece seferini yapan Viyana- Berlin trenine bindiğimde, kalkışa sadece iki dakika vardı. Her zaman olduğu yine son anda yetişebilmiştim ve koşuşturmaktan dilim bir karış dışarı sarkıyordu.

Hemen kompartımanımı buldum ve sabaha kadar deliksiz uyuyacağım yatağımı yaptım. Dört kişilik kompartımanda benden başka kimse olmadığını sevinçle fark ettiğimde vagon görevlisi de bilet kontrolü için gelmişti.

Görevlinin dediğine göre Linz’den bir yolcu daha binecekti ama ben o zaman çoktan uyumuş olacağımdan dert etmedim tabii. İki haftanın yorgunluğu vardı üzerimde. Gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra yatağıma uzandım ve yasak olmasına rağmen bir sigara yaktım. Kompartımanda tek başıma olduğumdan yalnızlığın tadını çıkarmam gerekiyordu.

Elimde kitap derin düşüncelere daldım… İşim gereği iki hafta boyunca Viyana’da çalışacak, ondan sonra üç gün Berlin’de izin yapabilecektim. Bin kilometrelik yol arabayla çekilmeyeceğinden yataklı treni tercih etmiştim ve yaklaşık bir senedir bu güzergâhta yolculuk yapıyordum.

İlk başlarda çok cazip geliyordu bu tren yolculukları, macera vaat ediyordu ve her an her şey olabilirdi. Ne de olsa “mıç mıça” yatıyordu yolcular ve yakın temas durumları vardı. Bu durumdan istifade tanışılabilir, karşılıklı adresler, telefon numaraları ve e-posta şeyleri verilebilir, kısa veya uzun vade(fark etmez) “düzeyli” birlikteliklerin alt yapısı bir güzel hazırlanabilirdi.

Bu tür salakça fantezilerim bir iki ay sürdü… Benim kör talihimden midir, bilmiyorum ama ya çok veledi olan ailelerle, ya geveze teyze ve amcalarla, ya da birakeş öğrencilerle doluyordu benim kompartıman. Her yaştan güzel hanımlar ise diğer kompartımanlarda oluyordu nedense. Tren bileti firma tarafından internet aracılığınla alındığından(teknolojinin gözü kör olsun), ufak bir rüşvet karşılığında bazı ince ayarlar yapacak bir muhatap da bulamıyordum.

Bu isyankâr düşüncelerle uyuyup kalmışım tabii. Hafif bir sarsıntıyla uyandım. Tren Linz’de durmuş ve şimdi de hareket ediyordu. O kadar yorgundum ki, ne göğsüme düşen kitabı bırakabiliyor, ne de gözümdeki okuma gözlüğünü çıkarabiliyordum. Vaziyetimi hiç bozmadan gözlerimi kapadım ve gecenin bu saati kompartımanıma ortak olarak beni rahatsız edecek münasebetsiz yolcuyu görmemek için uyumaya çalıştım.

Önce o büyülü parfüm kokusu geldi hassas burnuma, sonra ayak sesleri duydum bulunduğum kompartımanın önünde biten… Ve kapı açıldı sayın okurlar… Alt ranzada yatıyordum ve gözlerlerimi açtığımda bir çift şahane bacakla burun buruna geldim. Daha iyi görebilmek için okuma gözlüğümü çıkardığımda karşımda bir “afet” duruyordu ve bana gülümsüyordu.

Nedense birdenbire dinçleşmiş, karşımda duran bu güzellik karşısında uyku muyku kalmamıştı bende. Her centilmen Türk erkeğinin yaptığı gibi yerimden yıldırım gibi fırladım ve bu güzel “Bayan Hanım’ın” valizini bir kavrayışta üst kattaki rafa yerleştirdim. Yerleşmesine yardımcı olurken kafamdaki tilkilerin kuyruk sallamalarına engel olamıyordum tabii (Böyle durumlarda bir acayip olur bu satırların yazarı)… Biraz sohbet edebilir miydim bu güzellikle yoksa dönüp mıçını yatar mıydı? Boş yere endişelenmişim sayın okurlar…

Tren kantininden ikinci kez aldığım kırmızı Tirol şarabını yarıladığımızda kraliçem yerine iyice yerleşmiş ve bir sigara tellendirmişti. O da benim gibi yasakları, kuralları iplemiyordu ve kim bilir daha nice yasak ve kuralı iplemeyecekti.

Berlinliydi bu güzel hatun ve Linz’de yapılan bir iş toplantısından dönüyordu. Üstelik o da benim gibi uçaktan korktuğu için treni tercih etmişti ve ne tesadüf… Bekârdı benim gibi…

Gece yarısına kadar süren sohbetimizde birçok ortak noktamız olduğunu fark ettik. Artık yatalım dediğimizde içim içime sığmıyordu. Sabah kahvaltısını Berlin’de yapacaktık baş başa. Ondan sonrası Allah kerim.

Yatar yatmaz düşüncelere daldım tabii. Büyük bir aşk doğuyordu işte! Üstelik düzeyli bir aşk! Hem de ilginç ve romantik bir ortamda. Aptallık edip “İch liebe Dich” diyememiştim ona ama sabah Berlin’de kahvaltı ederken şok bir evlenme teklifi yapabilirdim. Çocuklarımız olurdu boy boy. O, evinin kadını olurdu tabiatıylan! Benim kazancım ikimize de yeterdi…

Ben, yarı uykulu bulutların üzerinde dolaşıp hayaller kurarken, yerimden sıçramama neden olan bir “Zaaaarrrrtt!” sesiyle kendime geldim dostlar. Eyvah, dedim! Yoksa trenimiz mi düşüyordu? Bu ne rezaletti! Avusturya Tren Yollarına da ne oluyordu böyle? Kraliçemi kim rahatsız ediyordu bu münasebetsiz gürültüyle.

İlk şaşkınlığımı üzerimden atmamıştım ki bir de “Zuuurrrrrrt!” sesiyle iyice irkidim ve acı gerçekle yüz yüze kaldım sevgili okurlar!

Benim hayatımın kadını resmen şaapıyordu işte. Hem de “A 4” makineli tüfeği gibi. Hemen kompartımanın penceresini araladım ama ne fayda? İnsan bir tencere kuru fasulyeyi yese bile bu kadar şaapmaz! Zaten şüphelenmiştim. “Bu güzel kadında var bir acayiplik” diyordum. Yoksa benimle niye ilgilensin ki? Resmen kulağa ve buruna hitap eden bir gece yarısı konseri veriyordu işte, hem de ne konser! Üstelik uyurken.

Şeytan diyor, kap yastığı, yüzüne bastır ve boğ! Yok! Olmaz! En iyisi kabasına bir şaplak at ve kendine getir. Getir ki konserini kessin ve şeyine biraz sahip çıksın! Sen de rahat rahat uyu! Aslında hatunun zart zurtlarına bir nebze karşılık verebilsem, gam yemeyeceğim. O kadar ıkınıp sıkınmama rağmen bir “pırt” sesi bile çıkaramamak o kadar üzücü ki, başına gelmeyen bilmez! Gurbet ellerde, milli yemeklerimizden uzakta yaşamanın eksikliğini hissediyor insan. Oysa bir tabak kapuska veya nohut yemiş olsa harikalar yaratacak, bu kadar aciz durumlara düşmeyecek ve göze göz, dişe diş bir mücadele sergileyecek bu satırların naçiz yazarı. Ama heyhat! Dedim ya, gurbet işte!

Aşkımız başlamadan bitti tabii. Sabaha kadar beni uyutmadı bu hatun. Çıldırmamak işten değil. Kahvaltısı da yerin dibine batsın, aşkı da deyip kulaklarıma mendil sıkıştırdım ve kompartımanın penceresini iyice açtım. Zartlarla, zurtlarla Berlin’e vardık!

Berlin’e varınca ben uyur numarası yaptım tabii… Kraliçemiz de pılını pırtısını toplayarak gitti. Büyük bir felaketten kurtulmuştum. Baktım, valizime kısa bir not iliştirmiş:

“Beyefendi, şeyinize biraz sahip olun! Sesten ve kokudan beni sabaha kadar uyutmadınız! Kahvaltı sözümü yerine getiremiyorum, üzgünüm!”

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..