Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '16

 
Kategori
Tarih
 

Atatürk'ün tabancasını kim çaldı?

Atatürk'ün tabancasını kim çaldı?
 

Atatürk'ün çalındığını iddia ettiğim tabancası.


1 – Atatürk’ün tabancası müzayedede satıldı

26 Eylül 2012 günü, dünyaca ünlü Christie’s Müzayede Evi’nin Londra, South Kensington’daki salonunda yapılan ‘antika silahlar, zırhlar ve koleksiyoncu ateşli silahları’ müzayedesinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün tabancası da müzayede edildi (i), (ii).

İlerleyen satırlarda, Türkiye Toplumsal Formasyonu için hem tarihsel ve hem manevi bakımlardan çok ehemmiyetli ve çok kıymetli olan bu silahın kim (kimler) tarafından çalınarak Türkiye dışına çıkarıldığını, kim tarafından müzayedeye konularak satışa arz edildiğini, akabinde de kim tarafından satın alındığını, mazisi (neredeyse) 100 yıl öncesine kadar giden bir olaylar zincirini mercek altına alarak, ortaya koymaya çalışacağım.

2 – Mustafa Kemal hayranı Arjantin Cumhurbaşkanı

Máximo Marcelo Torcuato de Alvear Pacheco (1868 – 1942), ya da popüler ismiyle Marcelo T. de Alvear,

Arjantinli bir politikacıydı (iii), (iv). Buenos Aires’in ilk belediye başkanı olan Torcuato de Alvear’ın oğlu olan Marcelo T. De Alvear 1922 – 1928 döneminde Arjantin cumhurbaşkanlığını yapmıştı.

Marcelo T. De Alvear çok yönlü birisiydi; özellikle gençliğinde, tutkuyla yaptığı tabancayla atıcılık sahasında, yâni ‘pistol shooter’ dalında, sadece Arjantin’in değil, dünyanın sayılı sporcularındandı. Bu sporda elde ettiği çok sayıda önemli başarısı, derecesi, ödülü ve madalyası vardı. Genel olarak Latin Amerika’da, özelde de Arjantin’de o sıralarda hakim olan popülist (halkçı, kitle kuyrukçusu) siyasal, toplumsal ve entelektüel havanın aksine, aristokrat bir kişiliğe ve yaşam tarzına sahip olan De Alvear, Latin dünyası yüksek sosyetesinin favori figürlerinden olan opera sanatçısı Regina Pacini ile evlenmişti. Dünyayı yakından takip eden, uluslararası politikayı çok iyi bilen ve Arjantin politik iklimini liberalize etmeye çalışan özgürlükçü bir devlet adamı oluşu gibi vasıflarının,

Marcelo T. De Alvear'ın 1917’de Paris’e büyükelçi olarak tayin edilmesi üzerinde olumlu tesiri olduğunu düşünmek mümkündür.

Gerek dünyadaki politik gelişmelerle olan ünsiyet ve rabıtası ve gerekse de 1. Dünya Savaşı yıllarında ‘Dünyanın Başkenti (Caput Mundi / The Capital of The World nitelemesinin, 20. asrın ilk çeyreğinde, Londra'ya daha çok uyduğu görüşü de, konuya dair dillendirilen argümanlar arasındadır)’ sayılan Paris’te deruhte ettiği büyükelçilik vazifesi, onu, Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşüne ve akabinde de, bu görkemli çöküşün enkazı üzerinde inşâ edilen Türkiye Cumhuriyeti’ne odaklanmaya sevk etmişti. Hal böyle olunca da, Marcelo T. De Alvear’ın Mustafa Kemal’i mercek altına almaması eşyanın tabiatına aykırı olurdu.

Fransız basınının 1919 – 1923 döneminde yaptığı yayınlar gözden geçirildiğinde, bunların azımsanmayacak bir kısmında, (ABD ve UK başta olmak üzere, Anglo Sakson basınınında boy gösteren haber ve yorumların aksine), Kemalist hareket, İstiklâl Harbi ve yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti hakkında olumlu / hayırhah görüşler / yorumlar serdedildiğini görmek mümkündü.

Eğitiminin ve takip eden dönemlerdeki okumalarının ve ilişkilerinin oluşturduğu anti-kolonyalist / sömürgecilik karşıtı zihniyet dünyası sayesinde olaylara özgürlükçü / liberal bir pencereden bakıyor olduğu keyfiyeti, söz konusu bu yayınların da etkisiyle, pekişmiş; bu durum De Alvear’ın, Mustafa Kemal’in şahsında, mücadelesinde ve fikriyatında 4 Temmuz 1776 deklerasyonuyla neticelenen Amerika Birleşik Devletleri İstiklâl Savaşı sürecinin, 14 Temmuz 1789'da Bastille zindanının Fransız halkı tarafından zaptıyla zirvesine ulaşan Fransız İhtilâlinin ve Latin Amerika’yı sömürge olmaktan kurtarmaya çalışan Simon Bolivar’ın (1783 - 1830) söylem ve eylemlerinin izlerini görmesine neden olmuştu. Bir diğer deyişle De Alvear, Mustafa Kemal’e karşı derin bir sempati ve hayranlık besliyordu.

Dünyanın önde gelen tabanca atıcılarından olduğu gençlik dönemlerinde, küresel anlamda üne sahip birçok önemli silah üreticisine kendisi (ve hayranı olduğu yerli ve yabancı önemli eşhas) adına özel üretim tabanca siparişleri veren De Alvear’ın, 1923’ün Ekim ayının sonunda aldığı mezkûr aksiyonu, Belçika’nın (halen de Avrupa’nın en çok silah ihraç eden üreticilerinden birisi olmaya devam eden) Fabrique Nationale d'Herstal (FN Herstal) firmasına, bu kez de TBMM tarafından Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı olarak seçilen Mustafa Kemal’e yapacağı jest için, başvurmak olmuştu.

3 – Altın harflerle ‘GENERAL MUSTAPHA KEMAL’

De Alvera’nın Mustafa Kemal için söz konusu silâh üreticisine verdiği sipariş, kendisinin de kullanmayı çok sevdiği, ‘7.65 mm Browning, Model 1910’ idi. 33418 seri numarasını taşıyan tabancanın sağ yanı (altın harflerle yazılmış olmak kaydıyla) üstte, tetik mekanizmasına yakın yerde ‘29-OCT-1923’, altta ise namlu boyunca uzanan ‘GENERAL MUSTAPHA KEMAL’ ifadeleriyle; sol yanı ise, namlu boyunca uzanmış (ve yine altın harflerle yazılmış olan) ‘MARCELLO TORCUATO DE ALVEAR’ ismiyle tezyin edilmişti. İç çeperleri maviye çalan eflatun rengindeki kadifeyle kaplı hususi, şık ve orijinal kutusunda olan tabanca setine bir kutu özel kurşun ve temizleme fırçası da eklenmişti. De Alvear, Cumhurbaşkanı seçilmesi şerefine Arjantin devleti tarafından bastırılmış olan bronz madalyalardan birisini de tabanca setine ilâve etmeyi ihmal etmemişti.

4 – Mustafa Kemal’in silahına ne oldu?

Bahse konu armağan silâh, kuvvetle muhtemeldir ki, şu iki farklı prosedürden / yoldan birisi izlenmek suretiyle  gönderilmiştir Türkiye'ye;

a - Türkiye Cumhuriyeti’nin ilânı ve Mustafa Kemal’in de onun ilk cumhurreisi seçilmesinin akabinde, 1923’ün Ekim ayını takip eden dönemde (mezkûr tabancanın Belçika'daki üreticisinden Arjantin'e intikal ettiği tarihe bağlı olarak, 1924 yılının ilk ya da ikinci yarısında) Buenos Aires’deki Türkiye Büyükelçiliği vasıtasıyla Türkiye’ye gönderilmiştir. Ya da:

b - Kargonun, Türkiye Büyükelçiliği devre dışı bırakılarak, (yine aynı zaman diliminde, yâni, 1924 yılı içerisinde) doğrudan Arjantin devletinin kanalları üzerinden yerine ulaştırılması tercih edilmiştir.

Silahın bundan sonraki hayat hikâyesini / yolculuğunu, esas olarak Chiristie’s Müzayedeevi’nin mezkûr müzayedesine ait olan 26 Eylül 2012 tarihli kataloğunun 5. sayfasındaki 13. lota ait açıklamalarda kendisine yer bulan bilgiler ve varsayımlardan hareket ederek; bunların arasındaki boşlukları ise (okunulmakta olan satırların yazarının konuya dair yaptığı araştırmalar sonucu eriştiği bilgilerle ve hayalhanesinin mahsulü olan kimi olasılıklarla) doldurarak, inşa etmeye çalışalım.

Söz konusu tabancanın hedef adresine (Mustafa Kemal’in eline, Ankara’ya) erişmediğine vurgu yapan Chiristie’s experleri (bunun tam aksini savunan bir uzmanın, Chiristie's silâh uzmanı Howard Dixon'ın görüşü 8. bölümde ayrıntılı olarak değerlendirilecektir), onun 2. Dünya Savaşı’na müteakip (kuvvetle muhtemeldir ki 1946 – 1947 gibi, ZŞ) De Alvear ailesine geri dönmüş olabileceği ihtimalini dillendirmekteler.

Bu iddiayı hakikatle mutabık bir veri olarak aldığımızda, mezkûr silâhın, biraz sonra diğer safhalarına da değineceğim, 1946 (1947?) - 2012 dönemindeki yolculuğu belirginleşmekte; öte yandan, onun 1924’de başlayan 22 – 23 yıllık bir peryot boyunca nerede olduğu ise gri / belirsiz bir alana tekabül etmeye devam etmektedir. Belgelenemediği için 'belirsiz' nitelemesiyle tavsif ve tasvir edilen bu süreçte, silâhın aslında Türkiye’de olma olasılığının çok yüksek olduğunu düşünüyorum. Öte yandan, buna dair yaptığım araştırmalar sonucunca, yukarıda da işaret ettiğim üzere, hiçbir somut bilgiye erişemediğimin de altını çizmek isterim. Ancak bu durum, konuya dair (bazıları hakikatle mutabakatı oldukça yüksek olan varsayımlarmış gibi algılanabilecek, diğer bazılarıysa spekülatif olarak yaftalanabilecek) kimi iddialarmı / argümanlarımı ilerleyen satırlarda paylaşmama engel değil tabii ki.

Chiristie’s kataloğundaki açıklamaları üzerinden tabancanın izini sürmeye devam edelim. Pedro Peacan Nazar of Brenoa Aires, ateşli silâhlarla, özellikle de tabancayla atış yapmaya meraklı birisi olsa gerek ki, büyük babası Pedro Nazar Anchorena tarafından çok özel bir ödülle onurlandırıldı. Yukarıda da işaret edildiği üzere, Marcelo T. De Alvear tarafından 1924'de Mustafa Kemal'e armağan edilen tabanca, onun ölümünden ve 2. Dünya Savaşı'ndan sonra Türkiye'den çalınarak yeniden De Alvear aillesine satılmıştı. De Alvear ailesi, yakın dostları olan Pedro Nazar Anchorenaya mezkûr tabancayı ya hediye etmiş, ya da satmış olmalılar. Bu sayede de büyükbaba, Mustafa Kemal'in Browning'ini, silâhı, görgü tanıklarının yeminli ifadelerine göre, iki kılıçla birlikte, 1960 yılında torununa armağan etmişti. 1960 yılından itibaren 30 yıl boyunca (1924 – 1946 / 1947 periyodundakine benzer bir şekilde) silâhın izi / yolu yeniden fululaşıyor, hatta kararıyor. Bu 30 yıl boyunca silâh Pedro Nazar Anchorena’da, ya da ailesinde kalmış olabilir.

1990, bahse konu tabancaya dair yeni bir bilginin bize intikal ettiği bir tarih olarak temayüz etmekte. Takip eden 22 yıl boyunca silahı özel koleksiyonunda tutacak olan Santiago’da mukim önemli bir Şilili koleksiyoner, 1990’da silâhı satın alıyor. Kimden aldığı ise tam bir sır. Doğrudan Pedro Nazar Anchorena’dan ya da ailesinden, veya bir antikacıdan ya da bir müzayededen alınmış olabilir o tabanca. Dedim ya, orası meçhul. Kimlik bilgileri Chiristie’s Müzayede Evi’nde saklı olan bu Şilili koleksiyoner, 2012’de tabancayı müzayede edilmesi için bahse konu müzayede evine teslim ediyor (bir Chiristie's uzmanının, yukarıda da kendisine referans verilen Howard Dixon'ın, Şili'deki özel bir koleksiyonda teşhis ettiği silâhı, koleksiyoneri ikna ederek, müzayede için Londra'ya götürdüğü şeklindeki aksi bir görüş de dillendirilmektedir; bknz 17. dipnottaki timeturk videosu) . Bu metinde birkaç kere vurgu yapıldığı üzere, aynı yılın 26 Eylül’ünde, Londra, South Kensington’daki Chiristie’s Müzayede Evi Salonu’nda müzayede edilen Mustafa Kemal’in tabancası, 30,000 (25,000 + +20 komisyon ve vergiler) Britanya poundu’na yeni sahibinin oluyor (v), (vi).

Tabancanın, onu yukarıda işaret edilen müzayedede alan, son sahibi, Hollanda'da yaşayan bir gurbetçi Türk: Bülent Türker. Türker, müzayedenin hemen sonrasından günümüze kadar geçen süreçte defalarca yaptığı açıklamalarda, bu silâhı Türkiye'ye kazandırmak istediğini söylemiştir.

5 – Atatürk’ün tabancasını kim satın aldı?

Bülent Türker'in oldukça enteresan ve renkli olan hayatının ana hatlarıyla, onun Atatürk'ün tabancasını satın almasının ayrıntılarına girmeden önce, bahse konu silâhın 93 yıllık yolcuğunun (zaman çizgisinin) safhalarını bir kez de derli toplu görmekte fayda olduğunu düşünüyorum. İşte o 'time line':

1 - 29 Ekim 1923 sonrası: 33418 seri numaralı Browning marka tabanca De Alvear tarafından Belçikalı üreticisi FN Herstal'e sipariş verilir;

2 - 1924 - 1946 (1947): Bahse konu Christie's katalogunda yer alan açıklamalara bakılacak olursa, silâhın bu süreçte nerede olduğu bilinmiyor. Bana göre ise, çok büyük olasılıkla, tabanca bu yıllar arasında Türkiye'dedir;

3 - 1946 (1947) - 1960: Tabanca bir şekilde çalınarak Türkiye dışına kaçırıldıktan sonra satıldığı Arjantin'de, De Alvear ailesindedir;

4 - 1960 - 1990: Arjantin'de, Pedro Nazar Anchorena ve ailesindedir;

5 - 1990 - 26 Eylül 2012: Santiago'da oturan Şilili bir koleksiyonerin elindedir;

6 - 26 Eylül 2012 - Ağustos 2016: Hollanda'da yaşayan gurbetçi Bülent Türker tarafından satın alınan silâh halen onun elindedir.

Bülent Türker'i mercek altına almanın şimdi artık tam sırasıdır.

6 - Bülent Türker kimdir?

Hayatı ve âsârı 'emekli bankacı, iş adamı, seyyah, koleksiyoner, araştırmacı, yazar, yardımsever', 'gönül adamı', 'güzel insan' olarak özetlenebilecek olan Bülent Türker 1956'da Kırklareli'nin Vize ilçesinde, mütevazi bir bakkalın oğlu olarak dünyaya geldi. 34 yıldır Hollanda'da yaşayan Türker tam bir Türkiye ve Atatürk sevdalısı.

Eğitim hayatı boyunca yoksulluk çeken, bu yüzden de okurken sürekli çalışmak zorunda kalan Türker, yaşadığı bunca sıkıntıya karşın, lise yıllarında maraton koşmayı da ihmal etmemiş. Atletizmi, yaptığı diğer her işte olduğu gibi, çok ciddiye alan Bülent Türker, Ankara İktisadi Ticari İlimler Akademisin'de okurken katıldığı bir uluslararası üniversiteliler maraton yarışmasında birinci olunca, Rotterdam'da bir süre kalma şansı elde ediyor. Tam bu sırada Demir-Halkbank'ın Rotterdam'da şube açacağını öğreniyor ve başvuruyor. Yabancı dili olmadığı için sınavı kazanamıyor; ancak, çaycı ve office boy olarak ücretsiz çalışma isteği kabul ediliyor. Dinamik ve özverili çalışması üzerine hemen kadroya alınan Bülent Türker, en alt kademeden başladığı bankacılık kariyerini, kendi isteğiyle emekliye ayrıldığı 25 yıl sonra, müdür olarak tamamlıyor.

Bankacılığı sırasında başladığı yardım ve hayır işlerini girişimci ve iş adamı olarak yaşamını sürdürdüğü son yıllarda da, temposu artan bir şekilde, sürdüren Türker, başta bedensel ve zihinsel engelliler olmak üzere, yoksullara, kimsesizlere, eğitim ve sağlık hizmetlerine  erişimde sıkıntı yaşayanlara yardım elini uzatıyor. Sadece kendisi sosyal sorumluluk projelerinde yer almakla yetinmeyen Bülent Türker, başta Hollanda'daki Türk iş adamları olmak üzere, ilişkide olduğu herkesi yardım faaliyetlerine özendiriyor ve yönlendiriyor.

Bankadan emekli olunca eline geçen kaynakla Türkiye'de okul yaptıran Türker'in teşvikleriyle, civarındaki imkânı olan arkadaşları da okullar yaptırıyorlar.

'İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır' hadisini kendisine düstur edinen Bülent Türker, yaşam tarzı kıldığı yardımseverliği yüzünden başta Mehmetçik Vakfı olmak üzere, çok sayıda kurumdan ödül, madalya ve berat aldı. Hollanda'da ve memleketi olan Kırklareli'nde yaşayan bir efsane haline gelen Türker, Hollanda Kraliçesi tarafından verilen Kraliyet Madalyası'nın da sahibi. 2005 yılında çok yüksek bir katılımla yapılan 'Hollanda'nın en sevilen Türkü' yarışmasını açık ara ile olmak kaydıyla kazanan Bülent Türker'in Hollanda'daki şöhreti, popülaritesi ve bilinirliği öylesine güçlü ki, üzerinde sadece 'Bulent Turker, Rotterdam, Netherlands' yazan gönderiler rahatlıkla onun eline geçmektedir.

Yardımseverliğin yanı sıra, Bülent Türker'i tarife en ehil olan bir diğer özelliği de, onun tarihle olan tutkulu ilişkisidir. Odaklandığı konular: Çanakkale ve Gelibolu Savaşları ve Atatürk. Çeşitli konularda toplam 8 kitabı olan, Çanakkale Savaşları ile ilgili sergiler düzenleyen ve konuşmalar yapan, İstiklâl Harbi ile ilgili belgesellere katkı veren Bülent Türker, uzunca bir süredir Çanakkale ve Gelibolu Savaşlarıyla ilgili ne bulursa toplamakta.

Sayıları binleri bulan her türden obje, üniforma, silâh, madalya, berat, musaf cüzleri, Kur'an, efemera, evrak, kitap, gazete, dergi, bayrak, sancak, heykel ve fotoğraflardan oluşan çok zengin koleksiyon ve arşivini, söz konusu savaşın 100. yıl dönümü vesilesiyle, Mart 2015'den itibaren, Çanakkale Müzesi'ne çevirdiği Hollanda'daki iki katlı evinde sergileyen Türker, böylelikle gurbette yaşayan Türklerin, özellikle de genç nesillerin, tarihlerine ve milli benliklerine ve manevi değerlerine yabancılaşmalarını önlemeye çalıştığına vurgu yapmakta. Ziyaretin ve park yerinin parasız olduğu müzede, gelenlere gün boyu Çanakkale Savaşlarında er ve erbaşa verilen tayınlar bedava ikram edilirken, ziyaretçilere, özellikle de çocuklara ve gençlere, Çanakkale Savaşı konulu poster vb türü hatıralar da hediye edilmekte (vii), (viii), (ix), (x), (xi), (xii).

Hollanda ve Türk medyalarına verdiği beyanatlarda '2015 yılının Mart ayında hizmete girmek üzere biri Hollanda'da, biri Çanakkale'de, birisi de gezici olmak üzere, üç Çanakkale Müzesi kurmak istiyorum' şeklinde mesajlar veren Bülent Türker, ülkemizde başvurduğu yetkili mercilerden yeterince yardım görememiş olacak ki, bu üç hedefinden sadece Hollanda ayağına ait olanını realize edebilmiştir. Onun, kendisine 30,000 pound'a mal olan, manevi ve tarihi değerlerine paha biçmenin ise gerçekten zor olduğu, Atatürk'ün tabancasını Türkiye'ye getirmek noktasındaki girişimlerinin nasıl sonuçlandığına gelince...

7 - Atatürk'ün tabancası Türkiye'ye getirildi mi?

Ağustos 2016 itibarıyla içinde bulunduğumuz tarihsel uğrakta bu sorunun aktüel cevabının peşine düşmeden önce, filmi biraz geri sarmakta ve 26 Eylül 2012 müzayedesine dönmekte fayda var.

Müzayedeye (yandaki fotoğrafta da görüldüğü üzere) Atatürk ve Türk bayrağı desenli bir kravatla ve 736 numaralı bayrakla iştirak eden Bülent Türker, etkinliğin hemen akabinde, kendisiyle mülâkat yapan medya organlarına ‘Bu silâhı Türkiye’ye dönmesi için satın aldım. Bundan büyük gurur duyuyorum. Onu ülkem ve şehitlerimiz için satın aldım’ şeklinde milliyetçi ve memleketperver açıklamalarda bulunmuştu. Hedeflediği objeyi, umduğundan çok daha düşük bir bedelle almaya muvaffak olduğu için gark olduğu derin mutluluğunu ölümsüzleştiren yandaki kareye bakarken, gelin birlikte, bir taraftan da onun müzayedeyle ile ilgili yaşadıklarına ve izlenimlerine kulak kabartalım:

'2012 yılının Eylül ayıydı. Benim, Atatürk'le ilgili hemen her şeyi topladığımı bilen bir dostum, Londra'da yapılacak olan bir müzayedede, Gazi'nin tabancasının da satışa çıkarılacağını e-mail ile haber vermişti. Bu arada, söz konusu müzayedenin sıralı tam bir listesinin linkini de paylaşmayı ihmal etmemişti dostum. Katalogdaki tabancaya dair olan görsel ve açıklamalar beni çok heyecanlandırmıştı. Tabanca 20,000 - 25,000 pound aralığında açık arttırmaya çıkarılacaktı. Tabancayı araştırıp, onun gerçekten de Atatürk'e ait olduğuna ikna olunca, bu bedeli seve seve ödemeye hazır hale gelmiştim. Ancak, fiyatın arttırma sırasında çok yükseleceğini düşündüğümden, doğrusu alabileceğim hiç aklıma gelmemişti. Daha önce Chiristie's müzayedelerine katılmadığım için şirketle temasa geçerek koşullarını sordum. Benden kişisel bilgilerimi belgeleyen resmi kayıtları istediler, gönderdim. Maddi kontrgaranti istediler; Hollanda'ki evimin tapusunu faksladım. 'Yetmez!' dediler ve yüklü bir meblağda olmak kaydıyla banka teminat mektubu istediler, gönderdim. Nihayet, müzayede günü, Londra'ya, sırf Atatürk'ün silâhını yakından görebilmek ve dokunabilmek adına gittim. Salonda 60 civarında katılımcı vardı. Salondaki 11 görevli kız da telefonlarla pey alıyorlardı. Tabancayla ilgilenenlere 'lütfen yükseltmeyin, ben bunu kendim için değil, müze için alıyorum' gibi şeyler söyledim. Nihayet onu 30.000 (25,000 + %20 komisyon ve vergiler) pound'a aldım. Çok mutlu olmuştum. Bu arada, Türkiye'den gelen hiç kimsenin olmaması beni çok şaşırtmıştı doğrusu; Kültür Bakanlığı, Müzeler Genel Müdürülüğü, Askeri Müze, Anıtkabir Komutanlığı, Atatürk'ün partisi CHP, Atatürk'ün kurduğu banka İş Bankası'ndan hiç olmazsa bazıları salonda temsil edilmeliydi ve açık arttırmaya katılmalıydı diye düşünüyorum. Ne yazık ki hiçbirisi yoktu!'

Türker, ilerleyen zamanlarda, Türk ve Hollanda medyasına birçok röportajlar verdi. Atatürk'ün

tabancasını Türkiye'deki ilgili bir kuruluşta / müzede sergileyerek milletine mal etmek istediğini defalarca kamuoyuyla paylaştı. Yanı sıra, devletin konuyla ilgili bütün kurumlarını, makamlarını, ilgililerini, yetkililerin bu konuda bilgilendirdi. Ancak, ne yazık ki, devletten, bürokrasiden, karar alıcılardan ve uygulayıcılardan bu projesine destek göremedi.

Bu sürecin olumlu sonuçlanmamasında, gelişmelerin, silâhın Türk Milletine mal edildiği bir şekilde finalize olmamasında Bülent Türker'in bu meseleyi tam manasıyla anlatamamasının mı; yetkililerin bu konuya yeterince eğilmemelerinin, önemsememelerinin ve  konsantre olamamalarının mı, yoksa başka etkenlerin mi tayin edici edici olduklarını bilemiyorum doğrusu. Bu konuya dair çok net olarak bildiğim şey şudur: üzerinden tam 4 yıl geçmesine karşın, Türker'in, Atatürk'ün tabancasını Türkiye’deki bir müzede, ya da Anıtkabir’de teşhir etme doğrultusundaki bütün girişimleri ne yazık ki başarısızlıkla sonuçlanmış ve silâh ülkemize getirilememiştir (xiii), (xiv).

8 – Atatürk'ün tabancasını kim çaldı?

Atatürk’ün silâhının izini kovaladığım süreç boyunca, olayın karanlıkta kalan yanlarına dair kimi varsayımlar geliştirdim. Yanı sıra, eleştirilerek üzerine gidilmesi gerektiğine inandığım bazı hususları tespit ettim. Çalışmamın okunmakta olan final / hüküm bölümünde, bunları paylaşacağım.

Her şeyden önce, silâhın tarihsel seyrine dair olan en karanlık ve en gizemli dönemi, 1924 – 1946 / 1947 periyodunu mercek altına almakla başlamalıyız işe diye düşünüyorum. Tam bu noktada, Chiristie’s kataloguna göre ‘Arjantin Cumhurbaşkanının hediyesi olan silâhın Mustafa Kemal’in eline geçmemiş olduğu’ varsayımını hiç de inandırıcı bulamadığıma bir kere daha kuvvetlice bir vurgu yapmak isterim. Zirâ, bu varsayıma inandığımızda, iki vahim iddiadan birisinin doğru olduğunu kabul etmek durumunda kalırız:

a - Okunulan metnin 4 numaralı bölümünde kendisine referans verilen ilk devam yolu (mezkûr tabancanın Buenos Aires'deki Türkiye Büyükelçiliği vasıtasıyla Mustafa Kemal'e / Ankara'ya gönderildiği iddiası) hakikatle mutabıksa şayet, bu durumda, Türkiye Cumhuriyeti'nin üst düzey bir hariciye yetkilisi, Arjantin Cumhurbaşkanı'nın, Türkiye cumhurbaşkanına (üstelik de, protokolde kendisine ayrılan makamı doldurması için seçilmiş sıradan bir reis-i cumhura değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Kurucu Babası'na) gönderdiği bir hediyeyi yerine eriştirmek noktasında çok büyük bir yetersizlik, zâfiyet ve acziyet sergilemiş demektir.

b - Bahse konu hediyenin yerine eriştirilmesi sürecine TC Büyükelçiliği dahil edilmemiş ve bu iş tümüyle Arjantin devlet silsilesi içerisinde gerçekleştirilmeye çalışılmış ise şayet; bir diğer deyişle, 4 numaralı bölümde işaret edilen ikinci devam yolu cariyse, bu durumda da, Arjantin Devleti, dünyanın önemli liderlerinden birisine gönderdiği bir paketi / kargoyu yerine ulaştırmakta yetersizlik, zâfiyet ve acziyet içine düşmüş demektir.

Haberleşme, iletişim ve ulaşım imkânlarının zenginleştiği ve çeşitlendiği 1920'lerin ortasında, yukarıda iki şık altında tarif ve tavsif ederek kuşatmaya çalıştığım mahiyetteki ağır bir yetersizlik, zâfiyet ve acziyet tablosunu ne Arjantin'e ve ne de Türkiye'ye yakıştıramam, konduramam doğrusu. İşte bu yüzden de, söz konusu tabancanın Türkiye’ye / Ankara'ya / Atatürk’e erişmiş olma olasılığının çok ama çok yüksek olduğunu düşünmekteyim.

Silâhın Mustafa Kemal’in eline geçmiş olduğu varsayımı üzerinden ilerlemeye devam ettiğimiz takdirde, şu olasılıklar masada demektir:

a – Atatürk, mezkûr silâhı dostlarından, değer verdiği eşhastan birisine hediye etmiştir. O birisi (ya da, onun yakınlarından birisi) de, söz konusu silâhı (Atatürk'e ait bir objeyi Türkiye’de mukim birisine satmanın içerdiği yüksek riski üstlenmemek adına), 2. Dünya Savaşı'nın bitimiyle oluşan sulh ortamı sayesinde yeniden canlanan dünya sivil ticaret network'ü içerisinde yer alan uluslararası bir antikacı / simsar vasıtasıyla, armağanı veren ve ama artık o da yaşamayan De Alvear’ın ailesine satmıştır.

b – Silâh, Atatürk’ün vefatına müteakip kataloglanarak bir müzede muhafaza

edilmeye hazırlandığı sırada; ya da (müzelerimizde, ne yazık ki, onlarca yıldır sıklıkla yaşandığı üzere) kaldırıldığı müzenin deposunda sergilenmeyi beklerken, millet adına emanet edildiği görevlisi kişi ya da kişilerce, Arjantin’deki malûm adrese pazarlanmıştır.

Chiristie's katalogunun 'silahın yerine ulaşıp ulaşmadığından emin değiliz' şeklindeki (bana hiç de doyurucu ve inandırıcı gelmeyen) açıklamalarının, yukarıda muhtasaren formüle ettiğim olası iki devam yolunun ortaya çıkaracağı yasal sorunları bertaraf etmeye yönelik misinformation ve disinformation operasyonu olduğuna inanıyorum.

Nitekim, BBC Türkçe Servisi'nden Şeref İşler'in konuya dair sorularını cevaplandıran Chiristie's Müzayede Evi silâh uzmanlarından Howard Dixon 'ne yazık ki tabancanın 1960 yılı öncesi yolculuğuna ışık tutacak belge yok. Ailede kuşaktan kuşağa iletilen söylentiler, tabancanın İkinci Dünya Savaşı'nın hemen sonrasında Türkiye'den Arjantin'e geri gönderildiği yönünde' diyerek, silâhın çalınmak suretiyle Türkiye dışına çıkarıldığı merkezindeki iddiamı teyit etmektedir bana kalırsa.

c – Burada dillendirdiğim iddiaların, kimilerine spekülatif gelseler de, ehemmiyetli ve kıymetli olduğunu düşünüyorum; öyle olmasalar, paylaşma cihetine gitmezdim zaten. Bunların araştırılarak çürütülmesi ya da doğrulanması, etraflarında oluşan o zehirli şüphe ve tereddüt atmosferinin dağıtılmasına hizmet edecektir. Atatürk’e yurt dışından gelen armağanlar üzerinde çalışan araştırmacı, akademisyen ve tarihçilerin, işaret ettiğim argümantasyonu mercek altına almak gibi bir vazife ve mes'uliyetleri de vardır hiç kuşkusuz.

Bu olayda aklımın almadığı, kabullenmekte zorlandığım bir diğer husus da, Türkiye Toplumsal Formasyonu indinde hem çok yüksek tarihi değere ve hem de derin sembolik anlamlara sahip olan bahse konu silahın müzayedeye çıkışına (yüzlerce ulusal ve yerel tv kanalı, binlerce ulusal ve yerel radyo ve yüzlerce ulusal ve yerel dergi ve gazeteden oluşan devasa gövdesiyle) basınımızın ancak ‘okyanusa kıyasla karıncanın gözyaşı’ derekesindeki bir parçası yer vermiştir.

İnternette yapılacak bir araştırma sonucunda görülecektir ki, Atatürk’ün silâhının müzayedeye çıkarılacak oluşunun ve akabinde de satışının haberleri Hürriyet Gazetesi, BBC Türkçe, Radikal Gazetesi ve (5. ve 6. dipnotlarda işaret edildiği üzere) Hürriyet Daily News tarafından paylaşılmıştır (xv), (xvi), (xvii). Özellikle de, son yıllarda öznesi Bülent Türker olan çok sayıda habere ve röportaja imza atan a haber ve a haber avrupa kanallarının, söz konusu müzayedenin öncesinde ve sonrasında, konuyu gündeme taşımamasının beni şaşırttığını da ayrıca belirtmek isterim (xiii). Basınımız adına son derece düşündürücü ve alarme edici bir haber atlama durumudur bu. Bu arada, basınımızın göster(e)mediği alâka, hassasiyet ve habercilik refleksini bir Ermeni haber sitesinin gösterdiğini ve müzayedeyi haber yaptığını da eklemeden geçemeyeceğim doğrusu (xix).

Ülkemizin çok sayıdaki dolar milyarderinin Atatürk'ün tabancasıyla ilgilenmemesi, lüks bir oteldeki birkaç günlük konaklama ve yemek bedeli olan 30,000 pound'un Hollanda'da mukim bir gurbetçimiz tarafından verilmesi de enteresandır doğrusu.

Öte yandan, şayet iddiam hakikatle mutabıksa, şayet Atatürk’e armağan edilmiş önemli bir obje, onun ölümüne müteakip muhafaza edildiği yerden çalınarak yurt dışına satılabilmiş ise; insanın aklına ‘acaba başka hangi değerlerimiz ve hazinelerimiz de milletimizden çalınarak talan edildiler?!?’ şeklinde soruların gelmesi kaçınılmaz olacaktır.

Bu arada, satın aldığı Atatürk'ün tabancasını ülkesinde sergilemek ve bu suretle de milletine mal etmek isteyen Bülent Türker'e, yetkililerin verdikleri cevabı da çok merak etmekteyim doğrusu. Bu blogu okuyanların ezici çoğunluğunun da aynı merak duygusunu paylaştıklarını düşünüyorum (xx), (xxi).

Kaynaklar ve dipnotlar:

(i): http://www.christies.com/about/press-center/releases/pressrelease.aspx?pressreleaseid=5818

(ii): http://www.christies.com/lotfinder/arms-armor/a-cased-presentation-belgian-765mmm-by-fabrique-5601530-details.aspx?from=salesummary&pos=13&intObjectID=5601530&sid=f40d703f-100d-474d-874d-7ffada0df9ba (ayrıntılı açıklamalara erişebilmek için, sayfanın altındaki ‘Lot notes’ ve ‘Other information’ kısımlarına tıklayın lütfen).

(iii): https://en.wikipedia.org/wiki/Marcelo_Torcuato_de_Alvear

(iv): https://global.britannica.com/biography/Marcelo-T-de-Alvear

(v): http://www.hurriyetdailynews.com/ataturks-gun-to-be-auctioned-off-.aspx?pageID=238&nID=30558&NewsCatID=359

(vi): http://www.hurriyetdailynews.com/Default.aspx?pageID=238&nid=31114

(vii): https://www.youtube.com/watch?v=OQ0Ga1BOLhQ

(viii): https://www.youtube.com/watch?v=hgTwDEWuYP8

(ix): https://www.youtube.com/watch?v=RvTL2L0rh_g

(x): https://www.youtube.com/watch?v=dptTyr2WyOM

(xi): https://www.youtube.com/watch?v=xXVT4AzbwOo

(xii): https://www.youtube.com/watch?v=ALe2UDuVJu0  

(xiii): http://www.radyodeniz.com/ataturkuntabancasi.html

(xiv): Kim ne derse desin, 1839'da Tanzimat Fermanı'nın okunmasıyla birlikte, önce iktidara ortak olan, akabinde de ona büyük ölçüde hakim olan 'BÜROKRASİ', o günden bu yana geçen 177 yıldır Türkiye'yi yöneten blok içinde söz sahibi olmaya, hatta zaman zaman da dominant unsur olarak öne çıkmaya devam etmektedir. Atatürk'ün tabancasının Türkiye'deki bir kurumda sergilenmesine olur vermemek şeklinde kristalize olan tutumun, bürokrasinin o bildik, o evrensel sorumluluktan kaçma, 'risk alırım' korkusuyla aksiyondan / icraattan uzak durma şeklinde dekode edilebilecek olan 'istemezük'çü refleksinin bir tezahürü olduğunu düşünüyorum.

(xv): http://www.hurriyet.com.tr/turker-ataturkun-tabancasini-sehitlerimiz-adina-aldim-21562455

(xvi): http://www.radikal.com.tr/dunya/ataturkun-tabancasini-aldi-ama-turkiyeye-getiremiyor-1109757/

(xvii):

***http://www.bbc.com/turkce/haberler/2012/09/120926_ataturk_gun.shtml

***http://www.timeturk.com/tr/video/tarih/ataturk-un-silahi-muzayedede-satildi/

(xviii): Bahse konu kanallar, ilerleyen zamanlarda yaptıkları Bülent Türker haber ve röportajlarında, satın aldığı Atatürk'ün tabancasını gündeme getirmişlerse de, bunlar mezkûr müzayede gerçekleştirdikten çok sonra olmuştur. Bu yüzden de, bahis konusu olan medya organları da müzayedeyi, kelimenin en hafif karşılığıyla, 'atlamışlardır'.

(xix): http://www.panarmenian.net/eng/news/123770/

(xx): Pazar günleri düzenli olarak yaptığım kitap müzayedesi ve kültür performanslarından birisiydi (Haziran 2016'nın ortalarıydı); mezkûr etkinliğimizin kıymetli katılımcı ve tedarikçilerinden Mehmet Çelik (namı diğer Şişman) müzayedeye çıkarmam için, diğer birçok enteresan eserin yanı sıra, 7-8 kadar da Chiristie's müzayede katalogu getirmişti. Bu etüdün üzerine bina edildiği 26 Eylül 2012 tarihli katalog da onların arasındaydı. Katalogun arka kapağını boydan boya kaplayan Mustafa Kemal ve browning görseli, bloggerlık yapmaya başlamamla birlikte kespettiğim 'habercilik hassasımı' uyarmış olmalı ki, bahse konu müzayede katalog lotunu, standartlarım üstünde bir bedel ödeyerek, arşivime kattım. Okunulan satırların ebesi olan malzemeyi edinmeme vesile teşkil eden değerli dostum Mehmet Çelik'e (Şişman) huzurlarınızda en kalbi hissiyatımla teşekkür etmeyi bir borç bilirim. Nitekim, bir önceki cümlemi serdederek bu borcumu itâ etmiş oldum.

Bahse konu periyodik kitap müzayedem ve kültür performansım için bknz.

http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2015/11/pazar-gunu-tophanede-kitap-muzayedesi.html

(xxi): Okunulan satırların bol görselli bir versiyonu için bknz. http://ziyaversencan.blogspot.com.tr/2016/08/ataturkun-tabancasn-kim-satt-kim-ald.html

 
Toplam blog
: 297
: 1623
Kayıt tarihi
: 29.08.11
 
 

1958 Fatih / İstanbul doğumlu. Etiler Lisesi ve İTÜ Maden Fakültesi Petrol Mühendisliği Bölümü me..