Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Aralık '06

 
Kategori
Bayramlar
 

Avludaki misafir

Avludaki misafir
 

Antepliler avluya “hayat” der. Ve hayat/avlu bir tiyatro sahnesidir Antep’te…Dekoru oynanacak oyuna göre hemencecik değişen, esnek ve işlevsel bir alandır. Bir gün komşuların ortaklaşa pişirip birlikte yedikleri yemeğe sahne olur, ertesi gün işbilir oğlan analarının kız bakma telaşına, sonrası gün bir kına gecesine, onun ertesi bir kara haberin ilk kez duyulduğu acıya, bir başka gün bir cenazenin matemine evsahipliği yapar.

Etrafındaki yüksek duvarların çevreleyip gizlediği haliyle hem bir mahremiyet hem de çoğu zaman yarı aralık duran kapısıyla bir yakınlık ve paylaşım durağıdır avlu/hayat. Yaşamın gelip geçiciliğini simgeler biraz. Ya oradan geçip sokağa çıkar ya da sokaktan gelip odana girersin. Ama hayatın önemli bir kısmı hayat/avluda geçer.

Taş evlerin ön tarafında ortalama iki-iki buçuk metre yükseklikte duvarla çevrilmiş kare ya da dikdörtgen biçimli bir alandır. Zemini toprak, taş döşeme ya da betondur. Bazılarının orta yerinde fıskıyeli, küçücük bir süs havuzu da bulunur. Bir köşesinde yan yana dizilmiş büyük yağ tenekelerinin saksı olarak kullanıldığı bir çiçeklik vardır. Çiçeklerin yanı sıra genellikle bir de asma süsler o hayatı. Duvarlara tutuna tutuna ta evin damına kadar uzanıp gitmiştir. Üzümünden çok, yaz günleri gölgesinden ve ekşi koruğundan yararlanılır. Onun adı da asma değil “ariş”tir Antepliler’e göre...

Misafirler ilk orada karşılanır; çocuklar yürümeye başlar başlamaz koşmanın sevincini ilk orada yaşar; komşular orada toplanıp sohbet eder; söz kesme, kına gecesi şenliği gibi evliliğin ön aşamaları orada geçilir. Cenaze ritüellerinin birçoğuna da mekân olur hayat/avlu. Yan yana dizilmiş sandalyelerde ya da yere serilen kilimler ve minderlerin üzerinde kederli bir yüzle oturup alçak perdeden bir sesle rahmetliyi yadederler birkaç günlüğüne...

Ve kurbanlar hayat/avluda kesilir. Ayaklarından üçü birbirine bağlanıp boynu çoğu hayatta standart olarak bulunan su arkına doğru yatırılır. Kurban sahibi ya da kasap besmelesini çekip önceden bileylenmiş keskin bıçağı zavallı hayvanın gırtlağına derince sürer. Kesilmiş boyundan sıcak bir hışırtıyla fışkırır kan... Hayvancağız bir süre var gücüyle çırpınıp sonra hareketsiz kalır. Baş gövdeden ayrılıp bir kenara konur. Ağzından sarkıp şişmiş dili, sonuna kadar açılıp öylece kalmış gözüyle, “bunu bana nasıl yaptınız?” der gibi şaşkın bir ifadesi vardır.

Çocukluğumda kurban kesilirken babama yardım ederdim. Pek istekli olmasam da babamın “bu hayvan cennete gidecek, orada bizi karşılayacak!” gibi yatıştırıcı sözlerine inanarak ufak çaplı katılırdım o anlaşılması zor eyleme... Ancak yaşım biraz ilerleyip ergenlik çağına gelince bir canlının öldürülmesini görmeye dayanamaz oldum.

Avlu/hayatımızda kışlık yakacak, kullanılmayan eşya vs gibi şeylerin konulduğu bir kömürlüğümüz vardı. Kurbanlığımız bayramdan birkaç gün önce alınıp oraya bağlanır, orada bakılırdı. Tabii biz çocuklar için de oynayabileceğimiz yeni bir arkadaş gelmiş olurdu birkaç günlüğüne de olsa. Yemini suyunu verir, kendimize alıştırıp avluda peşimizden koştururduk garibimi. Geceleri yalnız kaldığı zaman boğuk boğuk melemesi içime dokunur, kalkıp bir süre güya onunla konuşup sakinleştirmeye çalışırdım. Ona elimden tuz yalatmak müthiş bir zevkli bir şeydi.

Kurban bayramının birinci günü babam bayram namazından gelince o da son yolculuğuna hazırlanırdı. Geçici barınağından çıkarılır, en sevdiği yemler elle yedirilir, hayat/avluda bir süre dolaştırılır, biraz su içirildikten sonra ayakları bağlanıp avlunun bir kenarından geçen su arkına doğru yatırılırdı.

Büyüyüp aklım başıma geldikçe bir canlının evin avlusunda koşup zıplayan bir arkadaşken, boğazlanıp önce paramparça ve kanlı bir cesede, ondan sonra da soframızdaki bir yemeğe dönüşmesini kabullenemez oldum. Kurban bayramları haricinde fazla et yiyebildiğimiz söylenemezdi. Bizim gibiler için kurban eti bulunmaz bir nimetti. Hepimizi işin daha çok bu yanı ilgilendiriyordu. Bence Kurban Bayramı toplum tarafından işin sevabından çok bu yönüyle benimsenmiştir. Ülkemizde sofrasına sadece Kurban Bayramlarında etli yemek koyabilen aile sayısı azımsanacak gibi değildir hâlâ. Kurban kesmenin saikleri ne olursa olsun Kurban Bayramları sevmediğim bir gün haline geldi zamanla. Artık değil kesimine yardımcı olmak, diriyken bile görmeye dayanamıyordum zavallı kurbanlığı. Birkaç gün sonra etini, böbreğini, ciğerini yiyeceğim hayvanla oynamak da bir insan vahşeti gibi gelmeye başlamıştı. Rahmetli babam yardım etmeyişime kızardı ama kızgınlığı benim o inadımı kıramadı.

Ancak ben bir vejetaryen değilim. Et yemeyi sevdiğimi söyleyebilirim hatta. Bunu da insani bir paradoks olarak görmüşümdür hep. Yani hem bir hayvanın öldürülmesine dayanamayıp karşı çıkıyorum hem de et yiyorum. Vejetaryenlik bir çözüm mü, onu da bilmiyorum. Ama yine de kasapta et olarak duran bir gıdayla avlunda sevimli sevimli oynarken bir sabah boğazlanıp sofrana gelen bir hayvan arasında bir fark var gibi geliyor bana...

Acıklıydı, kanlıydı ama bir yandan da kendine göre bir neşesi vardı Kurban Bayramlarının. Her günkünden değişik sesler, çocukların oraya buraya koşturması, komşuların kurban kesemeyenlere pay dağıtması, kurban derisi toplayan tüccar ve derneklerin kapıları birer birer çalıp deri istemesi, mangalların yakılıp kebapların çevrilmeye başlanması ve bayramlaşmaya gelen eş dost, konu komşu, hısım akraba kalabalığının sevinci..

Hayat/avlumuz hâlâ yerinde duruyor. Ama zamanında o avluyu dolduran bizler artık orada değiliz. Her birimiz ayrı bir yere dağıldık. Şimdi sadece annem yılın birkaç ayı orada oturuyor. Bayramlarda bile çoğu zaman bir araya gelemiyoruz.

Kurbanlıklarımızın misafir edildiği kömürlük de duruyor... Birçok şey hâlâ yerli yerinde ama artık babam yok. Kardeşlerim kurbanlarını kendi evlerinde de değil dışarıda kestirip getiriyorlar. Ben kurban kesmem. Dolayısıyla avlumuzda birkaç gün sonra kesip yiyeceğimiz bir misafir de beklemiyor. Zaten ancak birkaç yılda bir Kurban Bayramlarında memlekete gidebiliyorum.

Kurban Bayramlarında avlu/hayatımızda artık o kanlı görüntülere rastlanmıyor. Ancak orası yine de bayramlarda eskisine göre çok daha hüzünlü... Yaşlandıkça kemikleri eriyip çöken insanlar gibi küçülüvermiş; birşeylerini yitirmiş ve çok yalnız...

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..