Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Kasım '09

 
Kategori
Anılar
 

Ayak kokusu

Ayak kokusu
 

Son zamanlarda, ne şiir yazabiliyorum, ne de mizah türü bir şeyler. Kimyam bozuldu. Yaklaşık, yedi yıldır, hayatımda iyi şeyler olmuyor. Allaha şükür, nefes darlığı, astım hastası değilim, ama, nefes alamıyorum. Sanki, tüm ülke, ayak kokuyor. Bu ülke, böyle değildi. Dağ, taş, kekik, yasemin kokardı. Havası berrak, suyu billur gibiydi. Sebzesi, GDO lu değildi. Tütünü kanser yapmazdı. Çocukluğumda, kimse kanserden ölmüyordu. O zamanın hastalığı, halkın, ince hastalık dediği, Verem di. Anam, sabah erken kalkar, kapının önünü sular, süpürür. Teneke semaverde çayı demlerdi. Çayın kokusu, tüm sokağa yayılırdı. Evlerimizde, su tesisatı yoktu. Erzurum da, her sokak ta, gürül, gürül akan çeşmeler vardı. Kovalarla suyu bu çeşmelerden taşırdık. Evler, toprak damlıydı. Sokaklar da topraktı. Bu yüzden, Erzurum'un, tozu ve buzu meşhurdur, derlerdi.

Benim iki Dayım vardı. İkisi de rahmetli oldular. Dayılarımın kamyonları vardı. Şehirler arası nakliyat işi yaparlardı. Çocukluğumda, okullar tatil olunca, dayılarımla yolculuk yapardım. Yollar şimdiki gibi, modern değildi. Asfalt denen şey, henüz oralara gelmemişti. Yollarda benzi istasyonu falan yoktu Tenekelerle benzin, kamyonların kasasının yanında, bu iş için yapılmış bölmede taşınırdı. Bir keresinde, Dayım, Hakkari ye yük almıştı. Beni de götürdü. Geceleri, kamyonun arkasına geçer, yüklerin üzerine uzanır, yıldızları seyrederek yolculuk ederdim. Yıldızlar daha parlaktı sanki ve gök yüzü daha koyu lacivert ti. Yolculuk uzun sürmüştü. Gecenin bir vaktinde, Dayım, Yahu, Hakkari'ye gelmiş olmamız lazım dedi. Kamyonu yol kenarında durdurdu. Biraz sonra karşıdan bize doğru gelen iki karaltı göründü. Yaklaşınca, devriye gezen, iki Jandarma olduğu anlaşıldı. Dayım, hemşerim, Hakkari'ye daha ne kadar yol var diye sordu. Jandarma, Burası Hakkari hemşerim, dedi. Şehrin dışındaydık. Hiç ışık yoktu. Yüklerin üzerine çıktık, bırandanın altına girip uyuduk. Korkusuz ve rahattık. Düşünüyorum, aynı şeyi, bu gün yapabilir miydik?

Sabah, şehrin merkezine gittik. Meydanlık bir yerdi. Hükümet konağı iki katlı bir binaydı. Karşıda, bir kahvehane vardı. Oraya gittik. Selamün aleyküm deyip girdik. Başka müşteri yoktu. Yeni demlenen çayın kokusu, her yana yayılmıştı. Kahveci, çaylarımızı getirdi. İnce belli bardakta. Çay tabağının ortasında, İran Kraliçesi, Süreyya'nın resmi vardı. Ortalıkta fazla insan görünmüyordu. Dayım sordu: Hemşerim, insanlar nerede? Hangi insanlar, dedi Kahveci ve devam etti. İnsanların yarısı, koleradan öldi. Öbür yarisi de, Barzani'ye gatıldi.

Çay güzeldi. Birer çay daha söyledik. Yükü boşaltacağımız, Toprak Mahsuller Ofisinin yerini de, kahveciden öğrendik. Kalktık, kahveci bizden iki çay parası aldı. Siz misafirsiniz, ilk çaylar benden olsun, dedi. Benim memleketimin insanı böyleydi. Şimdi, beş yaşındaki çocuklara, terörist kıyafeti giydiriyorlar. Havasını, suyunu kirlettiler, şimdi insanların yüreklerine de nifak tohumları ekiyorlar. Bu yüzden, nefesim daralıyor. Bu yüzden tüm ülke, ayak kokuyor.

 
Toplam blog
: 820
: 326
Kayıt tarihi
: 02.10.08
 
 

Nerede, nasıl, ne zaman, umursamıyorum. Bir şekilde dünyadayım, yaşıyorum. Hayatı seviyorum. Tanr..