Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '08

     
    Kategori
    Aile
     

    Babalar evde olun...

    Babalar evde olun...
     

    Altı yaşında dünyalar tatlısı bir kızım var. (Her annenin düşündüğü gibi). Bu sene ilkokul birinci sınıfa başladı.
    Daha doğrusu tüm aile başladık. Ailemiz öğretmen açısından hayli zengin. Anneannemiz, dedemiz, teyzemiz, kuzenimiz ve ben yani annesi hepimiz öğretmeniz. Böyle bir altyapının verdiği rahatlıkla okulların açılıyor olması bende tatlı bir heyecan dışında, ne en ufak bir korku ne de en ufak bir endişe yaratmadı. Meğer ne çok yanlmışım...

    Okul alış-verişi safhasında herşey son derece keyifliydi. Formamız alındı ve alındığı gün boyunca üzerimizden hiç çıkartmadık. Sonrasında okul çantamız, mataramız, ayakkabılarımız da sanki ilk ve son kez alınmışlarcasına el üstünde tutuldular. (Aslında geçen sene anasınıfı deneyimimiz olduğu için aynı teçhizat geçen sene de alınmıştı). Bilmem biliyor musunuz? Son iki senedir anasınıfı ve ilköğretim birinci sınıf öğrencileri, eğitim ve öğretim yılının başlangıç tarihinden bir hafta önce başlıyorlar okullarına. Bu, öğrencileri okula hazırlamak adına yapılan bence son derece yerinde bir uygulama. Ve kendi kızım hariç bu sene bizim okulumuzda okula yeni adım atan yaklaşık 120 çocuk üzerinde, uygulamanın ne kadar yerinde olduğuna da bizzat şahit oldum.

    Aslına bakarsanız ilk hafta bizde de bir sıkıntı olmadı. Sabahları servisin gelişini dört gözle bekleyip okul sırasındaki yerimizi büyük bir keyifle alıyorduk. Ne olduysa ikinci hafta oldu. Tüm sınıf düzeni oturmuş ve minik eller kalem tutmaya hazırlanmışken... Okulun ilk haftası için ben de, kızımın bana ihtiyacı olacağını düşünerek iş yerimden izin almıştım. Bu konuda ne kadar yerinde bir karar verdiğimi, kızımı okula uğurladıktan sonra; okul idaresinden, sınıf öğretmenimizden, servis şoförümüzden ve rehber öğretmenimizden gelen her telefonla anlamış oldum.

    Okulun ikinci haftasının ilk günü okula birlikte gittik. İstiklâl Marşı, müdür beyin yeni bir eğitim ve öğretim yılının başlaması sebebiyle yaptığı konuşma ve andımızın okunuşunun ardından sınıflara geçildi. Amaa gelin görün ki kızımı o sınıfa sokmak pek de mümkün olmadı.Kendi kızımı tanıyamıyordum. Hiç bu kadar hırçın görmemiştim. Etraftaki velilerin meraklı bakışları nezaretinde yumuşak bir ses tonu ile başlayan telkin çabalarım maalesef sonuç vermiyordu. Tam anlamıyla şaşkın ve çaresizdim. O günü, okulda ama sınıf dışında el ele, diz dize geçirdik kızımla. Ertesi güne dair ne çok söz verdi... Hiç sorun çıkartmayacak, öğretmenini üzmeyecek ve hep sınıfında bulunacaktı taa ki paydos zili çalana kadar... Eve döndüğümüzde ertesi gün yaşayacaklarımız beni son derece kaygılandırıyordu. Ve ne yazık ki korktuğum gibi de oldu. Karnının çok ağrıdığını söyleyerek uyandı. Üstüne üstlük midesi de bulanıyordu "okula gidemeyeceğim sanırım" dedi. Birkaç lokma birşey yemesinin iyi geleceğini, açık havaya çıktığında geçebileceğini, hatta okula vardığında hiçbir şeyinin kalmayacağını söylesem de çok ikna olmadı. Servisine binerken yüzündeki ifadeyi görmeliydiniz... Nitekim servisine bindirdikten yarım saat sonra öğretmenimizden gelen telefonla kendimi gene okulun bahçesinde buldum. Öğretmenimiz o günü evde geçirebileceğini söylediğinde kızımdan mutlusu yoktu. Ne karın ağrısından ne de mide bulantısından eser kalmamıştı.

    Ertesi sabah ne mi oldu? Bu sefer gelen telefon servis şoföründendi; "kızınızı servisten indiremiyoruz gelip alır mısınız lütfen?"... Beni biraz tanıyanlar sabır yönümün ne kadar kuvvetli olduğunu bilirler. Fakat bir noktaya geliyorsunuz ki artık siz siz değilsiniz. Bu yaşananlar şaka olmalı diyerek gene okulun yolunu tuttum. Yaklaşık binbeşyüz öğrenci mevcuduna sahip okulun tamamı derste, benim kızım, servis hostesimiz ve şoförümüz ise servis aracının içinde sohpet halindeydiler. Beni görünce gözleri nasıl parladı görmeliydiniz. Elinden tuttum sınıfının kapısına dek yürüdük . Gözlerinden akan ip gibi yaşlar içimi acıtsa da bakışlarımdan bunu sezmemeliydi. Kızımı öğretmenine teslim edip eve dönerken, aklım da, anne yüreğimde küçük papatyamda kalmıştı... Okulun çıkış saatinde öğretmenimizi aradım ( sanırım bu yaşananların en iyi tarafı bu olmalı okuldaki hemen herkesin telefon numaralarına sahibim artık). Öğretmenimiz kızımın tüm gün derslere katılmadığını, gününü müdür yardımcısının odasında geçirdiğini söylediğinde ben ertesi gün için telaşlanmaya başlamıştım bile...

    Konuşmalarımız, telkinler, ödül vaatleri, verilen sözler hiçbiri ama hiçbiri işe yaramıyordu. Sonunda rehber öğretmenimiz duruma el koymaya karar vermiş olmalı ki, ertesi gün için okula çağırıldım. Bir çözüm bulabilecek olacağımızın ümidiyle söylenen saatten yaklaşık yarım saat önce okulun rehberlik servisinin önünde beklemeye başladım. Rehber öğretmenimizle yaptığım konuşma bazı can sıkıcı gerçekleri gün yüzüne çıkartmış olsa da, sonuca ulaşmamızda pay sahibi olmuştu. Özlem Hanım'ın söylediğine göre kızımın duygusal zekâsı yaşıtlarına göre çok ilerideydi. Bunun için de "çocuktur anlamaz " mantığından son derece çabuk sıyrılmalı ve O'nunla iletişimimize oldukça dikkat etmeliydik.

    Özlem Hnm. "babamız evde mi" diye sordu birlikte yaşayıp yaşamadığımızı öğrenmek için. Ben de "evet evde" diye yanıtladım. Bunun üzerine soruyu biraz değiştirerek yineledi; "peki gerçekten evde mi?"... Bu soru herşeyi biraz açıklıyordu. O an düşündüm de hakikaten bu bir haftadır süregelen okul kaosunda neredeydi babamız? Meseleyi ciddiye almıyordu, çünkü O'na göre kızımızın bu durumunun tek izahı "şımarıklıktı". Rehber öğretmenimizin kendisiyle görüşmek isteyişini ise türlü bahanelerle atlatmıştı. Kızımız ise babasından beklediği ilgi ve güven duygusunu erkek öğretmenlerin yanında gidermeye çalışıyordu. İşte sorunumuz buydu... Ama babamızı gene inandıramadık.

    Son durumumuza gelince; o buhranlı dönemi kızımla birlikte atlattık çok şükür. Şimdi herşey yolunda ve ben O'nunla gurur duyuyorum. Gülerken gözlerinde gördüğüm ışığı hiçbirşeye değişmem...

    Ebeveynlik dünyada sahip olunabilecek en güzel ama bir o kadar da zor sıfatlarından biriymiş bunu anladım. Bize bu sıfatı kazandıran çocuklarımız. Ve onlar bizim herşeyimiz... Sevgimizi, ilgimizi, onları ne kadar önemsediğimizi anlarlar nasıl olsa diye beklemeyelim, gösterelim... Korkmadan, çekinmeden, kaygılanmadan ama en önemlisi ertelemeden... Ve babalar; haydi aile olalım ve evde olun olmaz mı? Gerçekten evde...

     
    Toplam blog
    : 1
    : 595
    Kayıt tarihi
    : 19.09.08
     
     

    Yolun yarısı yakın. Ömrümün yaşanmış ve yaşanılacak en güzel çağındayım. Biraz gençlik ateşi biraz o..