Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ağustos '07

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Badem kokulu mavi diyar... Datça

Badem kokulu mavi diyar... Datça
 

Dörtnala giden yaban kısrakları sürüsü gibi uzanıverir Datça yarımadası, Egenin mavileri üstünde.

Uzanır da kızıl yelelerini savurur , Egenin dinmek bilmeyen rüzgarlarına.

Hala bakirdir Datça. Yaban atları gibi vahşi, diri, genç, sarp ve geçit vermez, yarımadanın dağları.

Domuzçukuru, İnceburun, İncirli Mağarası, Akvaryum koyları sadece teknelerin ulaşabildiği dünyanın en güzel koylarıdır belki de. Mesudiye ve Palamutbükü köyleri zor yolları ile bakir, hala el değmemiş güzellikler sunar doğa aşıklarına.
Yarımadanın en ucu Knidos , tarihin binlerce yıllık dokusu içinde, güneşin batışını izlerken sizi alıp götürüverir binlerce yıl geriye. Belki bir Dor, belki bir Roma kadını oluverirsiniz o anda. Beyaz uzun elbiseleri içinde Knidosun sütunlu sokaklarında bütün alımınız ile yürüyen. Göğsünüzün üzerinde, koçbaşlı altın gerdanlıklar. Saçlarınızı, dinmek bilmeyen badem kokulu rüzgarlar savurur Egeden Akdenize doğru. Ve bazan bir çobanın sihirli kaval sesi eşlik eder, bu düşsel yolculuğunuza.
Ve Anadolunun en batı ucu Knidos' da asırlardır , Egeyle Akdeniz kavuşur durur...
......................

Can Yücel'in de mekanıdır Datça. Nice gezginlerin, ozanların olduğu gibi. "Mekanım Datça olsun " der Can Baba, son şiir kitabının kapağında.

"Ölüm belki sularından kaçırdığım
O loş suda yıkanmaktır
Durdukça yosundan yeşil
Kulaç attıkça mavi..."

Der ve şehre iki üç kilometre uzaklıktaki Eski Datça'yı mekan seçer.

Eski Datça, avlulu taş evleri , bazan kekik, bazan adaçayı, kimi de badem kokulu rüzgarları ile çoğu muhacir kökenli yerleşik köylüleri ve sonradan yerleşen Eski Datça aşıklarının Can Babanın şiirleri ile içiçe yaşadığı küçücük bir köydür.
Keçiboynuzu , okaliptus, mavi yaban ladin ağaçları dallarını uzatır gökyüzüne doğru.
Daracık begonvilli, mor salkımlı sessiz, kimsesiz taş sokaklarında konuk ederken, otantik ve mistik havası ile köy içine dahil ediverir sizi. Zamanın konaklamayı seçtiği yerlerden biridir o köy. Ve sadece değerini anlayanlara mekan olur, Can Yücel gibi.

"İçimdeki karanlığı patlatacağım
Ve beynimin en ölümcül yaşlarıyla
Ağlaya Ağlaya

Yepyeni bir insan
Pırıl pırıl bir can
Bitecek toprağa... "

Dizeleri ile ses verir Can Yücel Eski Datçadaki , artık sonsuzluğa uzanan mekanından.
................

Döner döner... yine giderim ben Datça'ya. Zordur yolları. Belki de onun için bakirdir hala. Derbeder ruhumun huzura kavuştuğu badem kokulu mavi diyardır Datça.

Gülderen , kırk yıldır İsveçte yaşamakta olan çocukluk arkadaşımdır benim. Ve onyedi yıldır, yazları mekan olarak Datçayı seçenlerdendir, Can Baba gibi. Bazan uzun, kimi kısa aralıklarla Datça'da buluşur , ilkokul anılarımızı yadeder, artık rahmetli olan Türkiyenin değerli ve sayılı öğretmenlerinden biri olan öğretmenimiz Emine Çakır'ı anarız. Çocuklarımızın nasıl da büyüdüğünü izleriz hayretle. Ve su gibi akan yılların izlerini gözlemleriz birbirimizde , biraz hüzünle karışık. En eski arkadaşlık olgusu ve çok uzun yıllara varan zaman aralıkları ile hiç kimse Gülderen gibi sevinç , vefa ve hüznün sarmalandığı , bu denli içiçe yaşandiğı duygu yoğunluğunu yaşatamamıştır bende.

Yaşadığım şehirden Datça'ya varmak; aktarmalı , uzun ve zahmetlidir. Ama Datça'ya ve Gülderene kavuşmak, bunları göze almaya değer. İki gece yollarda geçen yolculuğa karşılık, iki tam gün Datça ve kırk yıllık bir dost.

Zaman denen cellat, giyotinin makasını tutmuş tepemde durmakta heyula gibi. Makası ha indirdi...ha indirecek. Ve ben celladına aşık kadın gibi , yalvararak yarışıyorum onunla Datça'da.

Datça'da zaman öyle değerli... öyle doyumsuz benim için .

Bütün gece süren otobüs yolculuğunun ardından ve dokuz yıllık aradan sonra , kırk yıllık arkadaşımla kavuşmanın sevinci. Birbirimizi hınzır hınzır süzüşler... Ve vakit kaybetmeksizin çantalarımızı sırtlanıp, Villa Datçayı seçiyoruz ilk günün mekanı olarak. Salkım söğüdün altına serilip, , bu çöl sıcaklarında bile serin rüzgarları eksik olmayan Datça'da neredeyse üşüyerek, gecenin ve yılın yorgunluklarını çıkarıyorum.

Ve nihayet Egenin serin mavilerine bırakıyorum kendimi. Ege kucaklayıp sarmalıyor bedenimi. Bir yandan da ruhumu arındırıyor tüm paslarından, kirlerinden, tortularından...

İlk günüm, Emek lokantasında harika bir balık ziyafeti ile noktalanıyor. Kılıç şiş, Akya fileto ızgara ve ismini şu anda unuttuğum, ilk kez denediğim bir Akdeniz balığı, deniz kerevizi... Ve tabii ki yanında olmazsa olmaz anasonlu buz gibi sular. Dokuz yıl aradan sonra Maud 'da katılıyor bize eşi sevgili Mehmetle birlikte. Yine çok güzel, sıcak, cıvıl cıvıl, fıkır fıkır... Üstelik Türkçeyi de epey ilerletmiş... Onlar da Datçayı mekan seçenlerden.

Zaman hemen bitiverecektir , belki de onun için her anı çok kıymetlidir...

Gülderen , çocukluktan beri kuzeyde büyüdüğü için zahir, ağırkanlı biraz. Gündüzleri çok geç uyanıyor ve tembel. Ama geceleri hareketli. Bir çeşit yarasa yani. Bense gündüzleri hiperaktiflik derecesindeyim. Sabahın köründe uyandırıyorum zorla onu. Söylene söylene kalkıyor tabii mecburen. Suratında güleryüz maskesi. Pazar , son günüm. Ve tekne turu, Datçanın bakir koyları bizi bekliyor.

Hadi Güldereeeennnnn !!!!! Uyannnnnn....

Küçük turu seçiyoruz. Zira geçen yıl Palamutbükü ve Knidostaydım. Böylece Knidosa varmak için, 2, 5 saatlik açık deniz yolculuğu yerine, koylarda daha uzun süre kalacağız.

Yolculuk boyunca, yarımada tüm vahşiliği ile karşımda. Sadece teknelerin ulaşabildiği el değmemiş koylarda konaklıyoruz. Küçük bir tekneden saksafon sesi yükseliyor, İnceburun da. Orta yaşlıca bir adam " yalnızam ben yalnız " ezgisini çalıyor, hüzünlü hüzünlü...beni de hüznünün peşi sıra sürükleyerek...
Saatlerce yüzüyorum, İnceburun, Domuz çukuru, İncirli Mağara koylarında. Altımdan balık sürüleri geçiyor pul pul... Akvaryum da sırtüstü uzanıvermişim Egenin türkuaz kollarına. Karşımda yarımadanın vahşi kayalıkları ve yer yer makilikler, yaşlı fıstık çamları uzanıyor bütün haşmeti ile. Ve cırcır böceklerinin hiç bitmeyen türküleri...Ben celladımı unutuyorum, tekne de beni . Almış başını gidiyor. Ahh... şeytan gelse ya... şimdi benimle pazarlığa...

Ama yok ortada. Zor yetişiyoruz tekne ile birbirimize...

Ve zaman denilen cellat, giyotinin makasını indiriveriyor tepeme.

Datça rüyası bitiyor ... dönüş başlıyor...


Badem kokuları içinde mavilere bulanmış bir kadının yüreği , hala Datça'da bi yerlerde atmaya devam ediyor...
 
Toplam blog
: 171
: 2319
Kayıt tarihi
: 15.02.07
 
 

Düşünen, üreten, kendine, insana, çağına sorumlu, tavırlı, taraflı , çağdaş ve yüzü aydınlığa dön..