Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '15

 
Kategori
Anılar
 

Barbara Cartland sever misiniz? (Bir Noel öyküsü)

Barbara Cartland sever misiniz? (Bir Noel öyküsü)
 

Cebimde kala kala bir 100 Mark kalmıştı o Noel günü (24 Aralık 1979)… Tüm paramı kiraladığım ev için harcamış( depozit, kira vs.) ve evin anahtarlarını henüz almamıştım ev sahibinden. Bana iş ve ev bulan, futbol oynadığım Alman kulübünün idarecileriydi. Aylarca kulübün ayarladığı pansiyonda kalmıştım ve yeni kiraladığım evin anahtarlarını(önceden) alırım umuduyla pansiyondaki odamı da boşaltmıştım. Daha fazla yük olmak istemiyordum kulübe ama resmen sokakta kalmıştım işte.

Aybaşına daha 7 gün vardı ve ben arabamda yatıp kalkıyordum!

Türk İşçi Derneği’nden tanıdığım (tercüman) Cemile abla, “Gel ulan Tatar, bende kal” demişti. Diz boyuydu kar ve arabada yatılacak gibi değildi. O, bir haftalığına Türkiye’ye gidecekti. Ben de bu bir hafta zarfında onun kedisine (Zarife’ye) bakacaktım. Ne var ki bazı şartları vardı Cemile ablanın. Genç adamdım ve (onun tabiriyle) eve “kız atma” ihtimalim olacağından yatak odasını kilitleyip de gidecekti. “Ne halt yersen oturma odasında ye” demişti! Evi temiz tutacaktım ve Zarife’ye iyi bakacaktım.

Cemile abla gidince miskin Zarife ile baş başa kaldık. Gerçekten de miskindi Zarife kız… Verdiğim yemeği nazlanarak yer, sonra da bir köşeye kıvrılır uzun uzun beni seyrederdi. Cebimdeki para sayılı olduğundan değil eve kız arkadaşımı çağırmak, sokağa çıkacak durumda bile değildim. Allah’tan televizyonun üzerindeki rafta bir sürü kitabı vardı Cemile ablanın ve hepsi de tek bir yazara, Barbara Cartland’a aitti…

Hiç unutmam, elime aldığım ilk Barbara Cartland kitabının ismi “Aşk Oyunları” idi… O bir hafta zarfında bu kitabı diğerleri izledi… O zamanlar ben kafayı” klasiklere” taktığımdan bu tür kitapları yadırgıyordum ama seçme yapacak durumda değildim. Rafta Red Kit, Tom Mix veya Tenten bile olsa aynı iştahla okurdum açıkçası. Bugün bile bana “mutluluğu tarif et” deseler, “Yağmurlu bir Pazar sabahı çay eşliğinde divana uzanıp sürükleyici bir kitabı okumaktır” diye tarif ederim. Hele de üzerimde beni ısıtan bir battaniye varsa.

19. yüzyılda geçerdi kitaptaki öyküler ve bu öykülerde sadece aşk, aşk ve aşk vardı… Şakakları hafiften ağarmış  “kırklık” kontlar, dükler, baronlar uzun boylu, geniş omuzlu ve yakışıklıydılar, üstelik zengin! Yaşlarına başlarına bakmadan 17’lik, 18’lik fıstık gibi kontesler, baronesler ve prenseslerle aşk yaşarlardı. Oğlanla kız arasına 20 senelik bir yaş farkı koymazsa rahat edemezdi, Barbara Cartland! Saraylardan, o görkemli şato ve konaklardan da pek çıkmazdı öykülerinde. Bakımlı ve soylu atların çektiği o muhteşem kupa arabaları ya sevgilileri birbirinden ayırır, ya da birleştirirdi! Barbara Cartland kitaplarının sayfalarından şapır şupur asalet akardı!

Neden bilmem; Barbara Cartland öykülerinin kahramanları pek “şaapmazlardı” aralarında… Sanırım aşkın kutsiyeti şey olmasın diye… Diyaloglar çok ama çok önemliydi. En fazla bir el tutma, göz göze gelme ve kırk yılın başında bir öpüşme olurdu ama ne öpüşme! Breh, breh, breh! Öpüşürlerken yanardağlardan lavlar fışkırır, şimşekler bir biri ardına çakarken bulutların üzerinde dolaşırlardı âşıklar. Ben de sabırla “o iş” ne zaman olacak diye sayfaları çevirirdim, beyhude! Gençlik işte!

Cemile ablanın kitapları kısa bir zamanda tükendi… İçim dışım aşk dolmuştu artık! Ama ne var ki ben şakakları hafiften ağarmış yakışıklı bir kont veya baron değildim! Yirmili yaşların başında sıradan biriydim sonuçta. Hem etrafımda prenses, kontes falan da yoktu! Teoriden ziyade pratiğe yatkındım etrafımdaki “fıstıklar” gibi. Öyle “yanardağlı, şimşekli ve beyaz bulutlu” ayrıntılara pek zaman ayıramıyordum!

E peki, niye okurdu bu tür kitapları, çevresinin “erkek gibi kadın” diye nitelediği Cemile abla? Güzel sayılırdı oysa ve hatta endamı yerindeydi ama o hiç evlenmemiş ve biriyle çıktığı da görülmemişti.(En azından bizler öyle biliyorduk.) O zamanlar bu işte bir “uyumsuzluk” olduğunu sezmiştim ama bir açıklamasını yapacak kadar yaşam tecrübem yoktu. Aradan şunca yıl geçmiş ve belli bir yaşa gelmişiz ama ben yine de bir değerlendirme yapmam, yapamam! Vakti zamanında bana “gel ulan bende kal” diyen Cemile ablaya olan saygımdan. Günlük yaşamda bulamadığı şeyleri kitaplarda arıyordu belki, kimseye zararı olmadan ve gayet insani!

Kitaplar tükenince gözüm miskin Zarife’ye ilişti. Bir kediye miskinliği yakıştıramadığımdan kalan günlerimi Zarife’nin eğitimine ayırdım. O da bunu bekliyormuş meğerse… Çeşitli oyunlarla Zarife’yi hareketlendirdim. Ben “fare” olurdum bir şekilde, o da beni yakalar yakalamaz tırmalardı! Sadece hareketlenmekle kalmamış, tam bir “kuduruk”, tam bir oyun delisi olmuştu, Zarife. Onu da kendime benzetmiştim!  Zor ayrıldık birbirimizden.

Daha sonraları ne zaman Cemile ablayı görsem, “Ne yaptın ulan Zarife’ye?” diye sorar, “Başa çıkamıyorum ben bu poporospuyla, hep oyun istiyor” diye yakınırdı. Balıkçı yaka bir kazağımı Cemile ablanın evinde unutmuştum. “Zarife senin kazağının üzerinden başka yerde yatmıyor artık” demişti, Cemile abla.

Hayat işte…

Kimi, kitaplarda ararken mutluluğu, Zarife de “kokuyla” teselli buluyordu.

Haa, Barbara Cartland mı? ( Yüz milyondan fazla satmıştır kitapları.)

Onu da saygıyla anarım efendim.

Kitaplarını beğenip sevdiğimden değil…

Parasız, evsiz ve umarsız kaldığım o soğuk Noel günlerinde yalnızlığıma renk kattığı için.

Ama en çok da yazdığı aşk öyküleriyle Cemile ablayı bir nebze olsun mutlu edip avuttuğu için!

Saygıyla anarım. 

 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..