Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Ekim '09

 
Kategori
Güncel
 

Barış süreci, engebeli, dolambaçlı ve sarp bir yoldur

Barış süreci, engebeli, dolambaçlı ve sarp bir yoldur
 

Ortalama bir açılım muhalifi


Barış süreci bitti mi?

Radikal Gazetesinin Genel Yayın Yönetmeni İsmet Berkan, geçtiğimiz hafta yazdığı yazılarında yaşadığımız süreci Oyun Teorisi ile açıklamaya çalışmıştı;

Türkiye, ‘Oyun Teorisi’ ile bir hayli geç tanıştı, bu teorinin kurallarını özellikle siyasette ve dış politikada uygulamaya bir hayli geç başladı. Şu anda bir tarafında PKK ve bir tarafında da Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nin yer aldığı bir ‘oyun’ oynanıyor.

Bilinen sebeplerle iki taraf masaya oturmuyor, karşılıklı görüşmüyor. Onun yerine birbirlerinin davranışlarını tahmin etmeye çalışıyor, birbirlerinin davranışlarından, konuşmalarından anlam çıkarıp kendilerine ona göre bir yol çiziyorlar. Yani durum tam da Soğuk Savaş döneminde ABD ile SSCB’nin durumuna benziyor.”

Şu anda oyunda bekleme ve ısınan ortamı sakinleştirme aşamasına girildi. Çünkü oyunun verileri arasında, yıllar içinde oluşan nefret ve öfke, düşmanlık ve diğerini kabul etmeme hali de fazlası ile yer tutuyor. Bu, gerçeği yok sayarak oynanabilecek bir oyun değil. Bu öfke ve nefret de sürecin bir gerçeği.

DTP ve PKK, hamle sırası kendilerine geldiğinde, yanlış bir adım attılar. “Öteki”nin kendi adımlarından nasıl etkileneceğini hesaba katmadılar. Sıra kendilerine geldiğinde, attıkları adımı, yalnızca kendi gerçeklikleri üzerinden değerlendirdiler. Karşı tarafı gözetmediler, yaralarına merhem sürmeyi düşünmediler.

Oysa, eğer attıkları adımda samimi olsalardı, sınırı geçmeden önce ortaya serdikleri birkaç silahı ateşe verir ve silahı artık bir çare olarak görmediklerini, o yolu terk ettiklerini ve dönüşü olmayan bir yola girdiklerini simgesel olarak anlatmaya çalışırlardı. Ya da askeri üniformaları girişte tercih etmezlerdi. Bir diğer olasılık olarak, girdikleri anda barışa dair, akılda kalıcı, ikna edici bir beyanda, ifade de bulunabilirlerdi. Oysa bunların hiçbirisi olmadı ve atılan adımda yalnızca kendi gerçekliklerini hesaba kattılar.

Sürecin kendileri adına bir yenilgi olmadığını, hatta hatta bir kazanım olduğunu anlatmaya ve kendi topluluklarını ikna etmeye çalışan bir çizgi ve söylem yaratma çalıştılar.

Oysa karşılarında, yılardır, vatan savunmak için gönderdikleri oğullarının acısını yaşayan ve bu tablodan etkilenen son derece geniş bir kesim de var. Ve barış denilen şey bu insanlarına rağmen değil, bu insanlar da ikna edilerek kurulabilir bir şey.

Elbette, barış, bu süreçten en fazla acı çeken insanların şu an sahip oldukları ruh hali ile yaratılamaz. Bugün 34 PKK’lının Türkiye’ye gelişi üzerine oluşan tepkiler daha çok, bu acıyı en fazla duyumsamış insanların tepkisi ve bu nedenle barışa hizmet etmiyor. Ama kesinlikle göz ardı edilebilecek bir tepki değil. Hatta aksine en özen gösterilmesi, üzerinde titrenilmesi gereken tepkiler. Çünkü hayatın en gerçek acısını yaşamış olanlar bu insanlar.

Her zaman düşünmüşümdür, şu an anlamsız bulduğum ve yıllarca süren, on binlerce insanın ölümüne neden olan bu “iç savaş”ta, askerlik görevini yapan ve bana çok yakın olan birisini kaybetsem, “acaba bu gün düşündüğüm gibi düşünür müydüm?” diye. Bundan elbette şu an emin olamam. Ama büyük olasılıkla, benden başkaları da yakınlarını kaybetmesinler diye, bu çatışmalı ortamın sona ermesini talep ederdim. Fakat yakınımın katillerini, kendi adıma büyük olasılıkla hiçbir zaman affetmezdim.

DTP’nin de bu süreci organize ederken, sınırdan giriş yapan insanların, geçmişlerinde ne yapmış olurlarsa olsunlar, şiddet içeren bir yapının temsilcileri olması nedeniyle, toplumun çok geniş bir kesimince asla affedilmeyecek kişiler olduklarını bilerek hareket etmesi gerekirdi.

Bu olmadı. Ancak bunun olmaması, sürecin baltalanması için bir neden değil. Çünkü sürecin esas aktörü PKK ya da DTP değil, devletin kendisi. Bu barış sürecini başlatan, en başta devlette yaşanan değişim. Bu değişim basitçe, siyasi öznenin, statükonun hayattan kopuk algısından sıyrılıp, hayatın içindeki konjonktürel avantajları kullanmayı bilmesidir.

Bu sürece esas rengini veren, devlette ciddi bir zihniyet değişiminin yaşanmış olması. Devlet ve elbette onu temsil eden siyasal özne doğru adımlar attıkça, karşı tarafın yanlış adımları süreci baltalamaz, sadece oyunun bu tarafının elini güçlendirir. Eğer oyunun her iki tarafının da samimiyetinden şüphe duysaydık, iki taraftan birisinden gelen hatalı bir adımın, kolaylıkla süreci baltalayacağını söyleyebilirdik. Ama en azından taraflardan birisi samimi ise ve bu samimiyeti çerçevesinde ileri adım atmaktan çekinmiyorsa, bu yalnızca kısmi bir duraksamaya neden olabilir. Kaybeden süreç değil, sadece samimi olduğuna herkesi ikna edemeyen olur. Bu durumda süreç onu ezip geçer. Çünkü hayat kendisine tutunanı ve doğruya ulaşmak için çabalayanı her zaman destekler.

Son bir değini;

Peki bu barış süreci, günlerdir üzerinde konuşulan ve elbette bir gerçekliği olan gayri hukuki adımlarla mı sağlanacak? Yani caniler ve katiller, hukuki her türlü uygulamanın dışında mı tutulacak?

Türkiye’nin son yirmi beş yıl yaşadığı acıların yaratıcısı, ne yazık ki, adaletsizliğin ve hukuksuzluğun kendisiydi. Türkiye’nin bir bölgesine yıllarca adalet uğramadı. Cezaevleri koşulları, işkenceler, kontrgerilla faaliyetleri, adam kaçırmalar, herhangi bir yasaya tekabül etmeyen gözaltılar, sürgünler, köy boşaltmalar, yok saymaları düşündükten sonra, adaletsizliğin ve hukukun eksikliğinin, bu süreci başlatan olduğu kadar bitiren adım olduğunu da kabul etmek gerekiyor.

Ancak perdeyi kapatırken yaşanan hukuksuzluk, o kadar da derin değil. Devlet tarafından serbest bırakılanlar, devletin askerine karşı silah kullandığı tespit edilememiş olanlar. Örgütün önderlerinin, idari kadrosunun ve silahlı kesimin önde gelenlerinin bu muameleye tabi olmayacağı kesin.

Ancak yinede, yıllardır yaşanan adaletsizlikleri, bir bölgeye girmeyen hukuku görmezden gelenlerin, şimdi olmayan adaleti, barışın önüne engel olarak koymaya çalışmaları hiç de samimi bir söylem değil. Niyetlerinin adalet ve hukuk olmadığını da son derece açık.

Türkiye, bu sürecin sonunu ayakları yere basan ve evrensel değerlerle, toplumsal gerçeklikten beslenen bir hukuk sistemi -muhakkak yeni bir anayasayı- ile adalet mekanizmasını kesinlikle oturtmak zorunda.

 
Toplam blog
: 453
: 1826
Kayıt tarihi
: 14.11.06
 
 

36 güneş yılı. 27 yıl G.antep, 9 yıl İstanbul. İstanbul, 90’lı yıllarda yaşandı, bitti.  Hep şe..