Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Şubat '09

 
Kategori
Siyaset
 

Baş döndüren cazibe:Davos!..

Baş döndüren cazibe:Davos!..
 

http://img223.imageshack.us/img223/6683/cazibe16pl8ua9.jpg


Delireceğim, adını bir türlü anımsayamıyorum, ne kitabın ne de yazarın… Fakülteden birkaç arkadaşa sordum, iyi mi, onlarda anımsayamadılar!

Bir ders kitabımızdı oysa… İngiliz dili ve edebiyatı okurken, “Selection” yani “Seçmeler” di dersin adı, her dönem ana birkaç roman ve yedi sekiz adet de öykü, deneme, drama gibi kitapçıklar okumak ve incelemek zorundaydık. O dönemler yurt dışından gelen bu kitaplar çok pahalı olduğundan, kitapçıkları hiç okumazdım, almazdım yani yük olmamak adına aileme, o kitapçıklardan az soru çıkardı ve sorular daha sığ olurdu, karakterlerin isimlerini öğrendikten sonra birilerinden, soruya göre senaryo uydurmak pek de zor bir şey değildi…

Ana kitaplar öyle değildi ama, ne ne için denmiş, ne neyi sembolize edermiş falan, anamız ağlardı vallahi!

Böyle ana bir kitaptı kendisi, oryantalizmi işliyordu yan konu olarak, bir paragrafı vardı ki, olamaz diye düşünmüştüm, bizi bizden iyi nasıl bilebildi!

Toyluğun getirdiği muhakeme gücü eksikliğinden sanıyorum, aklım alamıyordu böyle net, böyle doğru bir tanımlama yapmasını…

Olgunlaştıkça anlamıştım nedenini, emek vermişti yazar tabii ki, incelemişti, ama en büyük nedeni de dış göz ile bakabilmesiydi!

Dış dediğim, ecnebi anlamında değil, mesela minik bir eşya alırız evimize, en uygun yeri bulana dek koyayım şuraya deriz, hani her geçtiğimizde önünden durduğu yer pek bir sakil gelir gözümüze, neyse uygun yeri bulana dek dursun şu köşecikte dediğimiz nesne gözümüze batmamaya başlar az bir süre sonrasında, onun gibi bir şey yani… Evimize gelen bir konuk için öyle değildir ama! O sakilliğe gözü takılır, kalır!

Oryantalizmi şöyle tanımlamıştı maalesef adını anımsayamadığım yazar, elbet kendi cümlelerimle ifade edeceğim: Formlar, yani şekilcilik pek önemlidir. Tembelliği severler… Saatler boyu kahvelerde oturabilirler, mesela… Bireysellikten ziyade gruplaşmayı tercih ederler. Bireysel düşünceleri yerine, genelin sözcüsüdürler. Tek başlarınayken bir şey söylemeye, düşünce üretmeye çekinirler, ancak üç kişi bir araya geldiklerinde sistemi eleştirirler. Her şeyi devletten beklerler, ancak bir katkı sağlamayı düşünmezler… Duygusaldırlar… Misafire cömert, birbirlerine cimridirler… Bir kaç gözlemi daha vardı ama, şu an onlarda gitmiş aklımdan…Kahramanlıkla falan ilgiliydi, ancak yanıltmak istemem yazar hakkında sizi…

……

Bireysel başarı ve becerileri konusunda istedikleri yere gelemeyen kişiler hep içlerinde bir kahraman ruhun var olduğunu, ancak bir türlü bu ruhun ortaya çıkamadığını sanırlar! Yaşamlarını istedikleri gibi yönlendiremeyen insanların içlerinde de hep böyle bir duygu vardır zaten!

Teyzesini oğlu ya da kızıyla evlenirler, aileleri yüzünden, akılları birilerinde kalmıştır, on altı yaşında evlenirler, okusaydım bilmem ne olurdum derler… Hep bir eksiklik vardır içerilerde bir yerlerde ve bu nedenle ille de bir tılsım beklerler!

Neden aileme karşı çıkmadım diye düşünmek, kendini eleştirmek zor gelir, formlarla savaşmak emek gerektirir, kahvelerde, odalarda konuşmak, atıp tutmak kadar elbette ki kolay değildir!

Duygusal, içli ve de tılsım bekleyen insanlara dış gözle bakanlar bunu kolayca yakalar, bu nedenle ayaklarını masa üstüne uzatma lüksü olan, patronu geldiğinde sigarasını saklamaya gerek duymayıp, bacaklarını da masadan indirmeyen kişiler daha derin çalışmalar yapar ve gerçekleri yakalar!

Söz konusu yazarın, inanın, hiçbir kötü niyeti yoktu, eninde sonunda tali bir konuydu ve de pek güzel işlemişti, ancak farklı niyette olanların yazacakları senaryolar için bu veriler pek de bir muteberdir!

……

Davos bir fatih yarattı!

Cıksss… Olmadı, beğenmedim!

Davos’da bir fatih yaratıldı!...

Hah, bu tam ifade oldu!

……

Kahramanlık duyguları ayyuka çıkartıldı, bu duygularla mest olanlar olan bitenin ayırtında değil tabii ki, vay be, kim tutar bizi tarzı meysiz bir sarhoşluk içinde “Heyttt be! İşte budur Türkiye!”

İçki sarhoşluğu en fazla yirmi dört saat sürer, bu psikolojik sarhoşluk en azından seçime kadar devam eder!

……

Hani, tutulan takım için can vermeye kalkanlar vardır, takım için ise yalnızca bir taraftardır, taraftara gaz verilir, ne kadar çok olurlarsa o kadar iyidir, can verdiğinde o taraftar, takımın umurunda bile değildir, iyi bir amigo değilse, elbette!... O da şahsından ziyade, adı üstünde “Coşturan kimse!”

……

Sultalık rejiminden pay almamış toplumlar vardır, pek azlardır, ama bireyselliklerine tanınan özgürlükte pek de bir gelişim sağlamışlardır, o günah, bu yasak, ayıp şişşştttt, pek çalışkan bu adam, ayağını kaydırsam, bir açığını bulup müdüre mi ispiyonlasam? Yalakalık yapsam da, işten kaytarsam düşünceleri diğer toplumlara göre daha az gelişmiştir!

Ne yaparsam daha başarılı olurum diye düşünmeye alışmış bir beyin, ne yaparsam önümden çekerim diye düşünmekte zorlanır elbette!

Tanınan haklar da izin verir, yeni projeler üretmesine, deneyler yapmasına falan… Hocaları iç geçirmezler, önlerini tıkamayı düşünmezler boynuz kulağı geçtiğinde, ne mutlu ki böyle öğrenciler yetiştirdim diyerek egolarını tatmin ederler…

Sonra işte bu insanlar, bu sunulan imkanlarla çalışmalar yaparlar, insan olgusunu, toplumların duruşlarını, duygularını falan inceler, stratejiler geliştirirler!

Reklamcıların işleri gibi yani, toplumun taleplerini, beklentilerini gözlemler, satılmayan bir malı pek de rahat bir şekilde satmayı, aldıkları eğitim ve de önlerine vurulmayan ketler neticesinde, arasan da bulamazsın öyle kolayca tarzında pazarlarlar!

Hem reklamcılar hem de ürünü satmayan müşteriler memnundur hallerinden!

Satın alanlar da memnundur gerçi, ilk etapta, şekerim bembeyaz yapıyormuş ilk yıkamada!

……

Reklamcı parasını almış, mallar satılmış olduktan sonra pişman olanlar çok olsa da, “Al bak şekerim, vallaha pek güzelmiş!” diye sağlık verenler nedense utanır da “Ayy yanılmışım, ne bileyim reklama kandım!” diyemediklerinden, derlerse kişiliklerinin eksikliklerini bildireceklerinden, ya da karşı tarafça “Salak, cahil!...” diye sıfatlandırılacaklarından, malı hala övmeye devam edenler olacaktır nasıl olsa!

Araştırılmış, geliştirilmiş, test edilmiş gerçekler vardır eninde sonunda ve üç yüz- beş bin yedi yüz kişi “Kanmayın!” diye bağırsa da ne fayda!

Davos’da bir fatih yaratıldı, herkes alkışlıyor şu an şuursuzca!...


Gülgün Karaoğlu
Şubat,03/09

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..