Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mayıs '07

 
Kategori
Anılar
 

Bela gelir, beni bulur...

Bela gelir, beni bulur...
 

Mehmet Amca koca bir sarpa yakalayınca hemen aldım oltayı balığı elinden;

— Baba sen bir geri dur bakalım, ben bir fotoğraf çektireyim.

— Milleti mi kandırcan?

— Ya sen ne yapacaksın, arkada dur biraz.

— Ne duracağım kardeşim, ben yakalamadım mı balığı?

— Aman baba ne kıymetli balığın varmış altı üstü b... sarpa işte, çekil.

Çekilmedi...

O sırada da Reyhan deklanşöre bastı. Biz aynı karenin içinde kaldık. Ben dip oltası atıyorum; Mehmet Amca Kıbrıs olta kullanıyor.

Kefallerin biri gidiyor biri geliyor. Güneş tepeye çıkınca, mızıktım ben. Kamışı topladım. Gitmeye hazırlanıyorum.

— Ne oldu çocuk, pes ettin.

— Akşamüstü yine geleceğim.

— Gel, ben buradayım beklerim. Yem olarak tavuk alma bu sefer, köfte ekmek yaptır!

Anlaşıldı kıyıdan bir şey yakalayamayacağım. Yılların Kaptan Kustosu'nun düştüğü duruma bak, ben ki Lizbon’da, okyanustaki balık neslini kurutuyorum diye dünyanın para cezasını ödemiş olan adam. Kendi memleketim de Avustralyalı Aborjinlere döndüm.

Kıyıdan olmayacak bu iş engine, deryaya açılmam lazım. İstikamet Problemin yeri.

Tek başına oturan bir adam var..

— Ağabey be, denize çıkmak istiyorum bende, buralarda tekne kiralayan birileri var mı?

— Kaç kişi çıkacaksınız?

— İki.

— Şu mavi tekneyi gördün mü? Kamaralı olan.

— Tamam.

— O tekne benim ortağın, bir telefon edelim bakalım müsaitse gelsin pazarlık yapın.

Ortak geldi. Onun da ismi Mehmet, o da aslen Bornovalı. Elli, elli beş yaşlarında güleç yüzlü bir ağabey. Çayları söyledik, havadan sudan muhabbet ettikten sonra kısa süreli bir pazarlık yaptık.

Sabahtan hava kararana kadar 100 liraya el sıkıştık.

Hava kararmak üzere, gündüzden sahildeki Deniz Feneri adlı lokantayı gözüme kestirdim. Pansiyonda üzerimizi değiştirdik. Deniz Fenerine geldik. Dışarıda bir masa dolu, içeride de orta yaşlı bir bey yalnız başına oturuyor.

— Merhabalar, televizyona yakın bir masa istiyoruz biz.

—Neden, dışarıya otursanıza!

(Yüce Rabbim neden benim hayatıma sürekli bu tür insanlar giriyor? Foça’da Bilgehan’ın taş meyhanesinde de benzer bir şey yaşamıştım)

Adama, "Sana ne müşteri değil miyiz? İstediğimiz yere otururuz, " diyeceğim olmayacak.

— Bu akşam Kurtlar Vadisi var. Onu izleyeceğiz.

— Biz o diziyi seyretmiyoruz.

— Bu akşam izlersiniz işte değişiklik olur.

— Tamam, televizyonun önündeki masaya oturun o zaman.

Bu adam böyle konuştuğuna, ismi de Deniz Feneri olduğuna göre bu lokanta ücretsiz herhalde?

— Balık yiyecek misiniz?

— Yiyeceğiz de erken daha.

— Ne balığı istersiniz, şimdi söylerseniz yan taraftaki balıkhaneden alacağım, onlar temizleyecek, daha sonra söylerseniz ben temizleyeceğim, en iyisi siz şimdi söyleyin.

Eveeet yine buldum belamı.

— Siz hangi balığı uygun görüyorsanız onu yiyelim biz.

Adamın yüzü güldü

— Hah şimdi oldu.

Konuştuğum iri yarı adamın ismi Aslan ( Berberin ismi de Kaplandı ya buralarda kimseye dayılanmaya gelmiyor demek... Paralayı verecekler)

İran asıllı, bilmediği yok.

Bütün kuşları öpmüş, fıldır fıldır leylek arıyor.

Bilgehan’ın Taş meyhanesi: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=15235

 
Toplam blog
: 1280
: 1114
Kayıt tarihi
: 09.08.06
 
 

Deniz tutkunu.Amatör kıyı balıkçısı. Aynı Şarkı ve Ilık Havada Hoşça Kal adlı kitapların yazarı ..