Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Temmuz '10

 
Kategori
Siyaset
 

Ben sadece bir insanım 2

Ben sadece bir insanım 2
 

Daha sonra Ümit Culduz bey bir blog yazdı ve ben ona da yorum gönderdim.

Ümit bey, Almanya’da yaşayan bir Türk vatandaşı ama farklı bir insan. Farklılığı, olanı biteni görüp, doğruya doğru, eğriye eğri demesini bilmesi. Yapılan yanlışları da, doğruları da fark etmesi ve bunu açıkça dillendirebilmesi… Kendini nasıl tanımlar bilemem.

Bizim yerli halkımız, burunlarının dibinde olup bitenleri bile görmüyorlar, daha doğrusu görmek istemiyorlar.

“Bizimkiler”in yanlışlarıyla, “ötekiler”in doğruları hep görmezlikten geliniyor. O zaman da doğru bir tercih yapılamıyor, isabetli bir karar verilemiyor.

Ben Ümit beyi anladığımı sandığım için, beni de anlasa anlasa Ümit bey anlar diyordum ama, o da yanlış anlamış galiba…

Sağla sol arasında hiç fark görmediğimi daha önce belirttim. Ancak burada tartıştığımız konu sol olduğu için söylediklerimden yola çıkarak beni hem bir taraftan sağdan bahsetmemekle, sağı tenkit etmemekle, bir taraftan da farkında olmadan sağı yerden yere vurmakla suçlamış.

Bir defa daha tekrar ediyorum ki, Türkiye’de sergilenen sağ ve sol eylemler arasında ortaya çıkan sonuç bakımından benim açımdan hiçbir fark yoktur ve sağ da sol da aynı kategori içindedir.

Ben bir kere prensip olarak insanların dışlanmasına uyuz oluyorum. O kadar ki, hemşehricilik gibi basit bir tavır bile bana ters gelir. Ehil olmayan bir kişiyi sırf benim hemşerim diye işe almak aklımın ucundan geçmediği gibi, aynı şekilde beni layık olmadığım bir göreve getirsinler diye hemşehricilik ayaklarına da yatmam.

Haksızlığın her zaman karşısındayım.

Sol da öyledir değil mi? Ya da öyle olduğu iddia edilir. Peki hangi solcu kurum ve kuruluş bir sağcıya kucak açar? Hani haksızlığa karşıydı?

Her cümlenin sonuna aynı şeyin sağ için de geçerli olduğunu ilâve etmeme gerek var mı bilmiyorum. Ayrıca hem konumuz sol, hem de sol bu değerler üzerinden siyaset yapıp yandaş toplamaya çalışan bir ideoloji, bunu mutlaka belirtmek zorundayım.

Solu cazip kılan zaten sloganlardaki ideal vaatler ve ütopik hayallerdir.

*****

Sağ ve sol deyimlerinin nereden çıktığı konusunda birkaç şey söylemem gerekir. Anlatılan klasik söyleme göre Fransız devriminde kralın sağında oturanlara sağcı, solunda oturanlara solcu dendiğini biliyoruz.

Hasan Basri Özgen arkadaşımız bir yazısında sağ ve sol tabirinin ilk kez Fransız ihtilalinde değil, ondan yaklaşık 1200 sene kadar önce Kur’ân-ı Kerim’de geçtiğine değinmiş, bunun bir tesadüf değilse “mucize” olabileceği konusuna dikkat çekmiş.

Ancak Kur’an’da “sağcılık” veya “solculuk” tabiri geçmediği gibi, İslâm dünyasında da böyle bir söylem kabul görmüş değildir.

Kur’an’da sadece “Sağduyulu hareket ederek Allah’ın kitabına iman edip hayata geçirenler, birbirlerine, sabrederek mücadeleyi, merhametli davranmayı tavsiye edenler, güçlü hale gelenler, hayırlı sonuca kavuşanlar” övülüyor ve onlara amel defterlerinin sağ taraflarından verileceği, onların da bundan büyük mutluluk duyacağı bildiriliyor.

“Sağduyularına kulak vermeyerek, Allah’ın kitabını inkâr edip, burunlarının doğrusuna gidenler, zaafa uğrayanlar, kötü sonuçla karşılaşanlar” da yeriliyor, onlara da amel defterlerinin sol taraftan verileceği belirtiliyor ve onların bundan çok rahatsız olacakları, üzüntü duyacakları belirtiliyor.

Halen kullandığımız “Sağduyulu hareket etme” tabirinin buradan geldiğini tahmin ediyorum.

Sol söylemin yaygınlaşmasından sonra hem solcular buradaki dini bilgiyi, kendilerini dışlanmış gibi kabul edip zaman zaman dile getirmeye, hem de bazı sığ görüşlü sağcılar, buradan yola çıkarak solcuları din düşmanı olarak görmeye meyyal davrandılar.

Tam da sözün burasında “Peki, sol dine karşı mıdır?” diye bir soru sorsam, sanırım her kafadan ayrı bir ses çıkacaktır.

Gerçi solu “dinsizlik” olarak algıyanlar da yok değil. Hatta Darwincilikle özdeşleştirenler de var.

Biliyorsunuz din konusunda yapılan en ağır eleştirilerden biri, dindarların, kendileri dışındakileri dinsizlikle suçlayıp onlara karşı cephe aldıklarıdır. İnananlar-inanmayanlar ayırımı toplumu da bu anlamda çok rahatsız eder.

Başkalarının yaptığı yanlış bir hareketi böylesine eleştiren üstelik bu eleştirisinde de haklı olan entelektüel bir kesim, kendini “sol” şemsiyenin altına atınca, aynı hatayı niye yapar, aynı yanlışı hem de mislince niye tekrarlar ki?

İnandığını söyleyen insanların yaptığı hatalarla ne Tanrı’yı, ne de dini suçlayabiliriz. İlâhi dinler yaratılış teorisini benimseyen, bütün insanları ve kâinattaki canlı cansız bütün varlıkları Allah’ın yarattığına inanırlar. Bu bağlamda bütün nimetleri meydana getiren ve onu insanların hizmetine sunan da Tanrı’dır. Peki bugüne kadar Tanrı’nın inanmayan bir kimseyi aç bıraktığı, ona ötekilerden farklı davrandığı görülmüş müdür?

Sonuç olarak inananla inanmayan arasındaki fark, öbür dünyada belli olacak, o zaman da herkes kendi kaderine razı olmak zorunda kalacaktır. Konuyu bu şekilde dallandırıp budaklandırırsak toparlamak zor olacak. Bunu şimdi tadında bırakalım.

*****

Milliyet Blog bu tartışmayı başlatmadan önce, internette bu konuda yazılmış bir şeyler var mı diye arama yaptığımda, karşıma Işıl Özgentürk’ün 28 Aralık 2008 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan bir yazısı çıktı.

Çok kişi de bunu beğenmiş olacak ki, konuya ilgi duyan hemen her sitede aynı yazının yayınlandığını gördüm.

Yazı bir hayli uzun, onun için tamamına buraya almam mümkün değil. İsteyenler zaten çok kolaylıkla ulaşabilirler. Aslında yazı oldukça ilginç. Şöyle ki, küçük bir çocuk annesine “sol nedir?” diye soruyor. Annesi ona uzuuun upuzun bir cevap veriyor.

Küçük çocuk bir ara bunalıyor ve ''Anne, dur biraz, 'kafam karıştı” deyince annesi, ''Elbette karışacak, çünkü dünyanın en zor sorusunu sordun, daha bitmedi, devamı var” deyip anlatmaya devam ediyor.

Ama verdiği cevaplar öyle ütopik ki.. Hemen hemen hiç yapılmayan, ama yapılması gereken şeyleri uzun uzun sıralıyor anne. Küçük çocuk birden bağırarak ''Şimdi anladım, sol demek hiç durmadan düş kurmak demek!'' diyor.

Arkasından da “peki sağ nedir?” diye sormak zorunda kalıyor çocuk.

Yaklaşık aynı uzunlukta sağı da anne çocuğuna anlatıyor.

Tabii tahmin edebileceğiniz gibi yazıda, hayatta yapılması gereken ne kadar iyi şey varsa onları yapmayı solculuk; hayatta ne kadar yapılmaması gereken kötü şey varsa onları yapmayı da sağcılık olarak anlatıyor, anne…

Küçük çocuk bir ara, ''Peki anne insanların büyük çoğunluğu bu dediklerini yapıyor'' diye söze karışınca, anne, “daha bitmedi deyip anlatmaya devam ediyor.

Sonunda “….Sağ demek; bilgiyle, sabırla, vicdan duygusuyla, hukukla, ahlâkla, etik değerlerle dalga geçmek ve bu dağları ben yarattım dercesine kurum kurum kurumlanmaktır.'' cümlesinden sonra çocuk korkarak kaçıp karyolanın altına sığınıyor.

Herhalde bundan daha güzel bir beyin yıkama metodu olamaz.

Bütün insanî değerleri benliğinde toplayanlara, olsa olsa “insan” denir. Zaten en büyük erdem insanca davranmaktır. Bütün öğretiler, din, ahlâk, felsefe, insanı bu değerlere sahip hale getirmeye uğraşır.

Kimileri dinin bu özellikleri insana yüklediğini düşünerek dindarlığı yeterli bir olgu olarak düşünürler. Bugünün pek çok dindarı, yaptığı insanlık ve İslamlık dışı davranışlara rağmen kendini dindar olarak tanımladığı için, herkesten üstün bir varlık gibi görür.

Işıl Özgentürk’ün tarifindeki sol da, sadece “ben solcuyum” demekle yetinilecek bir olgu gibi… Çünkü sıralanan o insanca hareketlerin hiçbirini çoğu solcuda göremediğimiz gibi, sağcı diye peşinen suçladığımız pek çok insanda da o özellikleri görebiliyoruz.

***** .

Daha sonra Celal Çelik arkadaşımız da Türkiye’de “sol” ve “sağ” denince kabaca neler anlaşıldığını anlatan bir yazı yazdı. Sağın gözündeki solla, solun gözündeki sağ birbirinin zıddı şeyler içeren suçlamalarla dolu.

Sözgelimi haksızlık karşısında ses çıkarmamak “sağcılık”, haksızlığa karşı çıkmak “solculuk”…

Ben psikolojik bir bozukluğu olmayan herhangi normal bir insanın haksızlığa karşı çıkmayacağını düşünemiyorum. Belki ortaya koyacağı tavır açısından herkesin göstereceği tepkinin derecesi farklı olabilir. Ama haksızlığa herkes karşı çıkar. Tutup bunu bir solculuk özelliği saymak ne derece doğrudur?

Yine Işıl Özgentürk’ün son cümlesindeki, bilgiyle, sabırla, vicdan duygusuyla, hukukla, ahlâkla, etik değerlerle asıl dalga geçenlerin kim olduğunu düşünürsek, çok büyük haksızlık yapıldığını da fark ederiz diye düşünüyorum.

Sonuçta hepimizin ortak arzusu “insanca” yaşamaktır. Böyle düşünen, kendisi böyle yaşamaya gayret ederken, başkalarının da aynı haktan yararlanması için çaba harcayanlar, insan olduklarının farkına varan ve bu bağlamda hayatlarına yön vermeye çalışanlardır.

Kendisi insanca yaşamadığı gibi, başkalarının da yaşamasını engelleyenler, ya kötü niyetli ve kötü düşünceli, ya da tedaviye muhtaç ruh hastalarıdır. İnsanların görevi, kendileri gibi başkalarının da aynı şartlarda yaşamasını sağlamaktır. Onun için, “din, dil, ırk, cinsiyet farkı gözetmeksizin” diye başlayan cümleler kurarız.

Eğer eşitliği fark gözetmemek olarak algılıyorsak, neden yeni bir ayırım yaratarak kendimizi sağcı-solcu diye damgalayalım ki? İnsan olmak bize yetmiyor mu?

Solculuk adı altında, daha rafine bir topluluğun oluşacağını ummak, otomatikman bu topluluğa dahil olmayanları dışlamak anlamına gelir. Ayırımcılık da karşı olduğumuz kötü hasletlerden biri değil mi?

Ben bu manada hümanizmi dahi gereksiz görüyorum. Biz zaten insanız. Kendimize sahip çıkarsak, insan gibi olma, yaşama ve yaşatma özelliğimiz kendiliğinden devreye girecek.

Bu konuda yazılmış ve söylenmiş o kadar çok şey var ki, bir o kadar daha yazıp söylemek de mümkün. Ancak uygulanmadıktan sonra sürekli yeni kuramlar ortaya koymanın da hiç faydası yok.

Son söz olarak kendimi “insan” olarak doğduğum için şanslı hissettiğimi, insan gibi yaşamaya gayret ettiğimi, insanca yaşayanlara saygı gösterdiğimi, bu özelliğe sahip olanların, dillerinin, dinlerinin, cinsiyetlerinin, milliyetlerinin, ideolojilerinin, fikirlerinin, siyasi düşüncelerinin beni ilgilendirmediğini belirtmek istiyorum.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..