Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Haziran '06

 
Kategori
Kitap
 

Benim sadık yarim hormonlarımmış

Benim sadık yarim hormonlarımmış
 

Aşk aşk diye nicesine kapıldım, benim sadık yarim hormonlarımmış!

Hani şu şimdilerde televizyon ekranlarında kullanılan “Akıllı işaretler” var ya… Keşke yazımın başına da onlardan koyabilseydim. Madem akıllı işaretim yok, ben de kendi uyarımı kendim yapayım o zaman: “Sevgili okur! Dikkat et, bu içinde çokça aşk geçen bir yazı, ona göre! Üstelik yazarın fikirleri ve tespitleri de tartışmaya açık, hemen kızıp köpürmece yok! Adı üstünde, bunlar yazarın fikirleri …” Yazar duyarlılığı denen şey de bir yere kadar canım. Lafı dolandırmadan söyleyeyim tabii ki gönlüm hepinizin yazıyı okumasından yana, konuyu da o yüzden böyle seçtim. Aşk hepimizi bir şekilde ilgilendirir ne de olsa!

İnsana en büyük hazzı, zevki veren duygu nedir dersiniz? Orgazmdır tabii. Bunu ben değil, Türk Dil Kurumu Sözlüğü söylüyor. Orgazmın sözlükteki karşılığı “Cinsel uyarım ve zevkin en yüksek noktası”. Peki orgazmdan sonra insana en çok haz veren, onu en mutlu eden duygu nedir derseniz, size “aşk” derim. Tabi bu benim tespitim, zira TDK sözlüğünde aşktan böyle söz edilmiyor. Neyse ki ben bu tespitimi, bilimsel araştırmalara dayandırmak suretiyle kılıfımı da hazırlamış bulunuyorum. Şöyle ki bizim mutluluk hormonu dediğimiz, serotonin ve endorfin gibi kimyasal salgılar, aşık olduğumuz anlarda tavana vuruyormuş. Bir de feromonlar var, onlara da kısaca aşkı başlatan kimyasal salgı deyip geçelim. Hani aşık olunca böyle ayaklarımız yerden kesilir, kalbimiz deli gibi çarpar, her an onu düşünüp sürekli ondan bahsetmek isteriz ya. İşte bunların nedeni de feromonlarmış.

Aşık olunca sadece duygularımız değil, algılarımız da değişiyormuş. Sadece mutluluk veren değil, üzüntü ve acı veren duyguları da daha yoğun ve farklı şekilde algılıyormuşuz. Başkası söylese takmayacağımız, gülüp geçeceğimiz şeylere de bu yüzden alınganlık yapıyormuşuz. Gördüğünüz gibi bilim çözmüş her şeyi, biz hala aşk diye sayıklayıp duruyoruz. Bu ruhsal dengesizlikler, inişli çıkışlı duyguların etkisiyle hırpalanmak hatta acı çekmek hoşumuza gidiyor üstelik, bundan zevk bile aldığımıza göre mazoşistlik de doğamızda var herhalde. Bizi bu kadar uçlarda yaşatan, canımıza okuyan bir duyguyu arar oluyoruz, aşksız yaşayamıyoruz, aşkı arayıp duruyoruz bir ömür boyunca. Kafanızı hiç yormayın nedenini bulmak için, bunu da açıklamış uzmanlar. Bir nevi endorfin bağımlılığı aslolan, aşk ihtiyacı falan değil yani.

Eh ömür boyu bu heyecana, kalp ağrısına dayanacak bünye nerde? Hiçbir insan bu güce haiz değil tabi. Neyse ki aşk denen bu kendini bilmezlik hali en az 6 ay, en fazla 2 yıl sürüyor da paçayı kurtarıyoruz. Zamanla serotoninin azalıp oksitosin seviyesinin artmasıyla, aşk da yerini sevgi, şefkat ve huzura bırakıyor. (Bkz. Evlilik) Hal böyleyken aklıma takılan birkaç soru oluyor yine de: Evli insanlar hiç aşık olmuyor mu? Aşık oluyor ama olmamış gibi mi yapıyor? Yoksa oluyor da rahatını, huzurunu mu bozmak istemiyor? Aşksız kalan evli çiftlerin hayat damarlarından biri kopmuş sayılır mı? Bilim bu sorulara da cevap bulmuş mudur acaba? Ben bunları da bir araştırayım en iyisi. Ya da cevapları bilen birileri varsa bana anlatsın lütfen! Bu arada siz de Pia Yayınları’ndan çıkan “Aşk Acısı Kilo Verdirir” (yazarı: Ildiko von Kürthy)adlı kitabı okuyun. Uzun süreli ilişkisinden sıkılan Annabel’in aşkı ararken yaşadığı maceralar oldukça eğlendirici. Annabel’in şu repliği, her şeyi özetliyor: "Beş Donna Karan jean pantolonum, tipime uyan bir saç modelim, bir de hayat arkadaşım var. Kahretsin, yeni bir şey denemenin, cesur davranmanın zamanı geldi artık." Gerçi aradığı kalp çarpıntısını buluyor ama…Gerisini bir zahmet kitaptan öğrenin!

Keyifli okumalar!

 
Toplam blog
: 8
: 3850
Kayıt tarihi
: 25.04.06
 
 

Okumayı beş yaşında söken blog yazarınız “kendini bildi bileli” okur. Lisede İtalyanca ve İngilizce ..