Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '09

 
Kategori
Yurtdışı Tatil
 

Berlin'den kesin dönüş yaptım

Berlin'den kesin dönüş yaptım
 

Brandenburg Kapısı


Okuyanlar hatırlayacaklardır geçen haftalarda seyahate çıkacağımı belirtmiş, yazılarımı da günü gelince yayınlanmak üzere asistanıma bırakmıştım. “Vay be, herife bak, asistan bile edinmiş” ya da “hele bak hergeleye, asistanım var ayaklarına yatıp güya kendine mühim şahsiyet gömleği giydirecek” şeklinde yorum yapanlar olabildiği gibi durumdan vazife çıkartmaksızın gelişimi bekleyenleriniz de olmuştur…

İki cenahı birbirinden ayırt etmeksizin; yine eskisi gibi hepinize birden hitap etmeye kaldığım yerden devam edebilirim artık. Zaten anlatacaklarım da baya birikmiş durumda, depolar doldu, çatlayacak raddeye bile erişti. Hakikaten de yazamadığım vakit bende bir elektriklenme peydah oluyor, önüme gelen her şeyi çarpıyorum…

Misal kaldığımız otelde asansöre bineceğim, çağırma butonuna basmak için parmağımı uzattığım anda çata-çut şeklinde bir elektrik geçişi hasıl oluyor, anlayacağınız asansörü elektrik çarpıyor. Ee kolay değil, benim gibi birinden elektrik almaya kalkışmak elbette acı veren bir eylem olacak…

Zaten otel yönetiminden de şüphelenmeye başlamıştım. Otelde metal cinsinden ne varsa dokunduğum anda elektrik geçişi oluveriyor, bedenimde yazamamaktan ve siz müstesna okurlarımla hasbıhal edememekten mütevellit birikmiş olan bilmem kaç kilovat elektriğimi çaktırmadan araklayıveriyorlardı

Tevekkeli otelin elektrikleri ben müşteri hanesine dahil olduktan kelli bir başka aydınlık vermeye, lambaları bir başka ışıltılı yanmaya başlayıverdi. İlkin bunu anlayamamıştım da gün geçtikçe durumu çakozladım…

Gün geçtikçe dediysem bakmayın siz, öyle uzun boylu kalmışlığımız olmadı, şunun şurası 3 gün 3 gecelik bir seyahat idi. Ancak ahanda şuraya yazıyorum (parmağımı dilimle ıslattım, masama parmağımla yazdım) bana bir haftalık mevzuu çıktı. Peyderpey birikimlerimi paylaşacağım elbet…

Geçenlerde dahil olduğumuz sosyal entegrasyon yemeğinden sonra da böyle biriktirmiştim, hala onları sizlerle paylaşamadım, araya bu seyahat girince hepten birikmiş oldu…

Konuyu dağıtmayayım, elektrik meselesinden bahsediyordum. İşte, bendenizde yazamayınca, okuyamayınca, ülkenin pek salim gündemini takip edemeyince bir elektrik yüklenmesi hadisesi baş gösteriyor ki sormayın gitsin…

Otel yönetimine çıkışta elektriğimin karşılığını fatura etmeyi bile düşündüm, benden arakladıkları elektrik ile otel önündeki parkın bir yerine elektrikli ısıtıcılarla bezenmiş bir otağ kurdukları bile rivayet edildi. Dediklerine göre kentin ipsiz-sapsız gençleri sokak ortasında demlenmesinler, gelsinler şuracıkta sıcak bir ortamda demlerine dem çalsınlar, hayattan kıdem çalsınlar diyerek gayet masumane düşünceler içerisinde bu eylemi gerçekleştirmişler…

Tamam, kardeşim, vatana-millete bir faydamız dokunsun isterim elbet, ancak bu benden çalınan elektrik ile oluyorsa o vakit öncelik bizim vatandaşlarımıza verilsin. Hatta madem o kadar ulvi düşünceler içerisinde yüzüyorlar o zaman ben biraz daha gayret eder, doğal gaz bile üretirdim…

Bendenizin narin bedeninden oluk oluk çıkacak doğal gaz ile bir tüp gaz üzerinde çay filan da demlerdik, memleket hasreti çeken gurbetçilerimize Rize turist çayından demleyip demleyip ikram ederdik. Lakin bana bunlardan haber veren yok ki…

Şimdi ben hangi hizmete ram ettiklerini bilmeden elektriğimi ne diye kullandırayım. Velev ki kullandırdım, o zaman çıkışta bari plaket filan takdim ediverin, elinize mi yapışırım…

Sanki ben otel yönetiminden ekstra ücret talep edecekmişim gibi davranınca hoş oldu mu yani. Sen benden kaçak-kuçak elektriği tırtıkla, parklar ve bahçeler genel müdürü benim elektriğim üzerinden kendine prim yapsın. Yok yaaa…

Bak sinirim tepeme çıktı yine, korkarım elektrik biriktirmeye başlayacağım. Gerçi sorun değil, elektrikçiden topraklama kablosu yaptırdım kendime, elektriğimi toprağa veriyorum, toprak ışıl ışıl oluyor, o da hoş…

İnsan bir yerlere gezmeye gidip döndükten sonra, eş-dost “ee anlat bakalım, yediğin içtiğin senin olsun, neler gördün” gibi sorularla siperlerinizi döverler…

Bana da aynısını yaptılar merak buyurmayınız. Ancak ben soru şekline ve ayrıca sorunun kipine kıl oluyorum… Şimdi bir kere zaten istesen de yediğim ve içtiğim şeyleri gösteremem. Ha illa ısrar edersen, “aşk olsun, benden mi saklıyorsun” diyeniniz varsa bilemem. Elvermez hicabım o taraklarda saçımın telini zayi edemem. Zaten bundan daha saçma bir merak da olamaz, zira mideme o vakitlerde indirdiğim her türlü yenebilen cinsten nevale son demde tanınmayacak durumda halde toprak hazretlerine avdet ediyor. Bu bahsi geçiyorum, sonu kötü olacak

Gelelim sorunun ikinci ve de en önemli kısmına. “Neler gördün anlat bakalım” şeklinde özetlenebilecek bu soru kısmında temelde yatan bir mantıksızlıktan başlayayım. Öncelikle her gördüğümü anlatmaya kalksam zaten bir gün sürer. O kadar vakit ben konuşmaya takat bulurum da sen dinlemeye mecal bulabilir misin kuşkuluyum…

Havaalanında başlayan yolculuk macerası yine dönüşte aynı havaalanına inişe dek devam eden bir eylemdir. Bu eylemin hangi karelerini merak buyurdun, hangi noktalar senin merakını celbetti bilemem. O zaman neresinden başlayıp neresinde bitireceğimi de bilmem olanaksız olacaktır haliyle…

Misal sen uçaktan korkan biri isen, uçak yolculuğu esnasında hissettiklerim ve yaşadıklarım senin merakını çekecektir; bir başkası tarih meraklısı ise gezip gördüğüm tarihi mekanlar da onun ilgisini çekecektir. Yahut gece hayatına ram olmuş bir şahsiyet gittiğim diyarın gece akışkanlığına dikkat kesilecek; ille de memleket diyen bir diğeri de oradaki vatandaşlarımızın hallerinden sual eyleyecektir…

İşte bakın azıcık bir analiz ile o soruya neden kıl olduğumu anlattım. Daha da anlatırım da, uzatmanın alemi yok, anlayan bu kadarıyla da anlamıştır…

Demem o ki; siz birçok şeyleri merak edebilirsiniz ancak “misafir umduğunu değil, bulduğunu yermiş” atasözündeki gibi benim dikkatimi çeken şeyleri okuyacaksınız bilesiniz…

Araya ani bir gündem maddesi düşmez, daha önemli bir hadise cereyan etmez ise sırasıyla notlarımı paylaşacağım. Serinin diğer yazılarında Berlin ayısından girip, Berlinale Film Festivalinden çıkacağım; Bergama Müzesinden girip, Kais-Wilhelm Gedächtnis Kirche’den çıkacağım…

Beni izlemeye devam edin, ben olsam öyle yapardım :)

Murat HACIOĞLU
20 Şubat 2009 Cuma

 
Toplam blog
: 656
: 1708
Kayıt tarihi
: 08.12.08
 
 

Allah kimisine “Yürü ya kulum” demiş. Ben onu “Yürü, yaz kulum” anladım. Yürü anca gidersin manas..