Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '07

 
Kategori
Sinema
 

Beyaz perdenin yelkenlisi

Beyaz perdenin yelkenlisi
 

Sinema dediğimiz bu bilimsel oyuncakla şiirleri yoluyla oynayan Sunay Akın, Kız Kulesi’ ndeki Kızılderili adlı kitabında çocukluğunu anlatırken sinemaya dalar: ‘‘Yukarı mahalleden gelen çocuklar ellerindeki mantar tabancalarını ateşlerken bir yandan da bağırırlardı: ‘ öleceksiniz, pis Kızılderililer ’...

Mantar tabancalarımız olmadığı için rolleri değiştirecek gücümüz yoktu. O yıllarda, çizgi romanlardan ve sinemadan Amerika yerlileri hakkında yalan yanlış bilgi edinen tüm çocuklar, Kızılderili olmanın sonunda kaybetmek anlamına geldiğini çok iyi biliyorduk.

Dersim sürgünü bir ailenin en küçük çocuğu olan Cemal Süreya’nın kendisiyle yapılan bir söyleşide, konserve fabrikasındaki işçi olan bir arkadaşını anlatır: ‘Osman Ağabey bir filmi anlatırken eski filmlerden aklında kalan bazı sahnelerden söz ederdi. Birden elini dudağına götürüp ‘Geronimo’ derdi. Belli ki Geronimo, daha önce görmüş olduğu bir filmdeki kötü adamın adıdır. Ayrıca biraz da korku filminden çıkıp gelmiş bir adam gibidir. Ürpererek birbirimize bakardık: Geronimo!..’ ’’

1942-1944 yıllarında Tophane Maliye Şubesinde çalışırken, çalışma saatinin bitiminden sonra da sinemalarda, tiyatrolarda denetim görevi yapmakta olan, İstanbul beyefendisi bir şairimize rastlarız. O yıllarda Nevzad Sudi ismiyle şiirler yayınlayan bu genç şair, A. Nevzad Odyakmaz’dan başkası değildir! Şairin Küllük Anıları adlı nefis kitabında anlattıklarına kulak verelim:

‘‘Çoğun Melek, Şark, Saray, Sümer, Lüks, Taksim, Lâle sinemalarıyla Ses tiyatrosunda görev almayı yeğlerdim. (...) Doğallıkla sinema ya da tiyatro sahibine ya da yöneticisine tanınan birkaç kişiyi parasız içeriye sokabilmek ayrıcalığı bana da tanınmıştı. Sait Faik, çoğun cumartesi ya da pazar saat on bir gündüz gösterisine gelirdi; kimi kez de saat on sekizde, sırtında kısa, buruşuk bir yağmurluk, ensesine doğru itik dar kenarlı şapkasıyla sinema kapısı önünde görünüverirdi. Sait Faik için gişeye gidip yer ayırtmazdım. Çünkü birinci yerlikteki koltuklarda sayı yoktu. İsteyen, dilediği koltuğa otururdu. O da birinciyi, hem de birincinin ön koltuklarında oturmayı severdi. Genellikle erlerin, çocukların yeğlediği bu bölümdeki ön koltuklardan birine kaykılarak oturur, filmi iyi ya da kötü demez ilgiyle izlerdi. Kimi kez de Sabahattin Kudret Aksal, ya tek başına ya da bir arkadaşıyla birlikte gelirdi sinemaya.’’

Sabahattin Kudret Aksal, genellikle düşünce şiiri denilebilecek şiirlerinden biri olan Tomurcuk’da ‘‘Dur kapısında bu masal ülkenin’’ der. 1942 yılında, Sait Faik’i sinema kapısından farklı bir kapıda beklerken buluruz. Çünkü o yıl içinde bir ay, Haber Gazetesi’nin Adliye Muhabiri olarak çalışmıştır! Bundan sonra çalışmadan, 1939’da ölen babasının geliriyle yaşamıştır. Ama iyi ki o bir ay çalışmıştır. Bu iş sayesindedir ki, Sait Faik’in ölümünden iki yıl sonra yayınlanan Mahkeme Kapısı adlı güzel kitabında yazdıkları ortaya çıkmıştır...

Nevzat Sudi’nin, nam-ı diğer A. Nevzad Odyakmaz’ın Küllük Anıları’nda değindiği şair, yazarlarımızdan biri de Salâh Birsel’dir:

‘‘Sanırım 1957-1958 yıllarında olacak, Salâh Edebiyat Fakültesi kitaplığında görev almıştı. Ayrıca sinema konusunda da bir çalışması vardı’’ diyen Odyakmaz’ı, kitapta anlatılanlardan anladığımız kadarıyla, Salâh Birsel’in bazı hareketleri üzmüştür. Yine de hümanizm dolu yüreğiyle açıklama yapmadan edemez A. Nevzad Odyakmaz: ‘‘Az önce tarihsel Salâh Bey dememe bakmayın siz; üstelik bu tür yazılarını da, o değişik, devingen, sürükleyici, kıvrak biçemli yazılarını da severek okuyorum. Beni bildiğince ‘dost’ belledi, öptüm diye yanak sarkıtıp göz belertti, çalçenecilik etti diye ozanlığını, yazarlığını, çarpıcı anlağını, efendiliğini nasıl yadsırım Salah’ın.’’

Her şiiriyle adeta ironik, zeka dolu bir film çeken Salâh Birsel’in, okuması pek keyifli Halley Kimi Kurtarır? adlı kitabında anlattıklarına kulak verelim şimdi de:

‘‘İlk filmlerimi ilkokul sıralarında seyrettim diyebilirim. O yıllar beni en çok saran filmler, tefrikalı kovboy filmleriydi. Bu 36 kısımlık filmlerden, her hafta Pazar günleri, öğrenci matinelerinde yalnız dört kısmı gösterilirdi. Bunlarla başka filmler de geçerdi ama, onları kim takar? Bu dört kısımlık filmleri büyük bir coşku içinde seyrederdim hep. (...) Sinemamız da, Karşıyaka vapur iskelesinden çıkınca, solda, kıyıda idi. Bu sinema, şimdiler yine yerli yerindedir. (...) İlk sesli filmi de, Konak’taki Elhamra Sineması’nda seyrettim. Ziegfield Çılgınlıkları. İzmir’in gördüğü ilk sesli film de budur.’’

Sâlâh Birsel’in bu satırları yazdığını sandığım 1980 yıllarında sıraladığı sinema yerli yerindedir ama günümüzde onun da yerinde yeller esmekte...

2003 yılının yağmurlu 6 Kasım günü, bindiği şehirler arası otobüs İzmir’e girerken kalbinde bir şeylerin tomurcuklandığını hisseden bir şaire rastlarız. Aynı gün ben, ilk gençlik yıllarını İzmir’de yaşamış olan ve tıpkı sinema gibi dünyaya renkli cam gözlükleriyle bakan bu dev şairimizle, yani Özkan Mert’le tanışırız. Tarihi Kemeraltı’nı gezerken Özkan Mert’in sorduğu soru can yakıcıdır: ‘‘Yazlık sinemalar duruyor mu?’’ Hiç yazlık sinema olmadığını ama geçenlerde hep filmlerde gördüğümüz ‘arabalı sinemanın’ açıldığını söyleriz şaire, içimiz burkularak...

İsveç’e gittiği yıllarda Lund Üniversitesi’nde drama / tiyatro / film dersleri alan Özkan Mert, görsel bir şölene çevirdiği sözcüklerle çeker film gibi güzel şiirlerini... Her şiiriyle yüreğimizi ve aklımızı bembeyaz görüntüler sağanağına tutan Özkan Mert, İzmir’in o eski yıllarını da bakın nasıl anlatır:

Maviydi o zaman, Varyant’tan
bir kelebek gibi uçarak
Konak’a inen belediye otobüsleri
liseli kızlarla dolu
çorapları dizlerinin altında
birdenbire
biten.
Ve ben âşıktım her sabah
bir otobüs dolusu kız’a
cebimde sustalı gibi taşıdığım
bafra paketi
beyaz perde’sinde
açık hava sinemaların
olmuştum
bir
yelkenli.

Yedinci sanatın şiir sanatıyla olan bu müthiş paralelliği bitecek gibi gözükmüyor. Ama bizim filmimiz, şimdilik burada sona eriyor... Umarım zevk almışsınızdır bu seyirlikten. Çünkü ben yazarken büyük zevk aldım!... Çıkışlar, sağdaki kapıdan sevgili okur...

Keşifçe: *Larousse des Jeunes, Cilt 12, Sayfa 3687-3698 *Büyük Türk Şiir Antolojisi, İki Cilt, Hazırlayan Ataol Behramoğlu, Sosyal Yayınlar, 2001 *Nevzad Sudi, Küllük Anıları, Karşı Yayınları, 1997 *Özkan Mert, Nehir, Boyut Yayıncılık, 2002 *Afşar Timuçin, Yeni Şiirimizin Kısa Romanı, Bulut Yayınları, 2003 *Salâh Birsel, Ah Beyoğlu Vah Beyoğlu, Sel Yayıncılık, 2002 *Salâh Birsel, Halley Kimi Kurtarır, Bağlam Yayınları, 1988 *Sunay Akın, Kız Kulesi’ndeki Kızılderili, Çınar Yayınları, 1997 *Sunay Akın, 62 Tavşanı, Çınar Yayınları, 1998 *Nevzat Çelik, Sevgili Yoldaş Kurbağalar, Om Yayınevi, 2000 *Türk Edebiyatından Seçme Hikayeler, İki Cilt, hazırlayan Erhan Sezai Toplu, M.E.B., 2001 *Sait Faik Abasıyanık, Mahkeme Kapısında, YKY, 2003 *Yüzyılın Türk Şiiri, Üç Cilt, Hazırlayan Mehmet H. Doğan, YKY, 2001 *Meydan Okul Kültür Ansiklopedisi, Cilt 4, Sayfa 1721-1723 *Milliyet Almanak, 1986 *E Dergisi, Sayı 3, Haziran 1999 *Sinema Dergisi, Sayı 75, Haziran 2001 *Cumhuriyetten Günümüze Türk Şiiri, 6 Cilt, Hazırlayanlar Abdullah Özkan, Refik Durbaş

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..