Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Şubat '14

 
Kategori
Sinema
 

Bi Küçük Eylül Meselesi; hayat ne ki sonuçta anlık bir buluşma

Bi Küçük Eylül Meselesi; hayat ne ki sonuçta anlık bir buluşma
 

14 Şubat'ta vizyona giren “Bi Küçük Eylül Meselesi” hiçte tarzım olmayan filmler listesinde olmasına rağmen Engin Akyürek’i sinemada izlemek adına gittiğim bir film.

Ama en başından söylemek istiyorum ki son zamanlarda izlediğim en güzel aşk filmiydi “Bi Küçük Eylül Meselesi”.

Yani tarzım olmadığını düşünürken Kerem Deren senaryosuyla beni yanıltı. Sıradan klişe aşk filmi izleyeceğimi düşünürken modern zaman kadınlarının acımasızlığını izledim filmde.

Ama fazlasıyla ustaca, sinema tadında, dizilerden uzak bir anlatımla.

Dağınık hayatları aşk mı toparlar yoksa aşk neşemizi mi kaçırandır?

Mucize imkânsız olan mıdır yoksa imkânsız mıdır mucize olan?

Hayat anlık bir buluşma mıdır?

Bazen hatırlamamak hatırlamaktan daha mı iyidir?

Kim olduğumuzu bilmez miyiz? Başkaları mı söyler bize kim olduğumuzu gerçekten?

Bu ve pek çok soruyu içinde barındıran film Kerem Deren’in ilk filmi. Hani Ezel’in senaristi bu filmde hem yönetmenliğini hem de senaristliğini konuşturmuş Deren. Bence Türk sinemasına ismini kazımıştır bu filmle Türk sinemasına daha çok şey katacağını da göstermiştir. Bu filmle gelecek filmleri için beklenti çıtamızı da yükseltmiştir.

Aşk filmlerini çok zor beğenen biri olarak açıkçası şaşırdım bir beklenti içinde gitmedim ama ters köşe olacağımı da beklemiyordum. İzlerken sıkılmadım fazlasıyla keyif aldım. Çıktığımda iyi ki gelmişim dedirten bir iş çıkarmışlar. Tüm ekibin ellerine sağlık.

Hatta yerli Aşk filmlerine gitmem bile. Bir kalıbın içinde debelenir dururlar çünkü.

Fakat Kerem Deren bu kalıbı kırmış bir hikâyeden çok karikatürü resm etmiş. Onu da anlatayım, şunu da anlatayım, a bu da eksik kalmasın dememiş küçük bir öyküden büyük bir hikâye çıkarmış.

 Öykü küçük ama meselesi büyük yani anlayacağız.

Deren’de klişelerden yararlanmış tabi hatta izlerken benzettiğiniz filmlerde olacaktır ama Kerem Deren tüm bunların yanına kendi yorumunu da katmış, kattığı yorumla kapıldığımız tüm hislerden film bütüne ulaşınca bir anda sıyrılıyoruz Deren’in yorumuyla baş başa kalıyoruz.  Ruhunu kurgusuna katmış anlayacağınız.

Basit bir anlatım dilinden akan replikler kâh güldürüyor, kâh hüzünlendiriyor çokça da düşündürüyor.

Ama abartısız ağdasız sözcükler. Günlük kullandıklarımızdan. Yerli yerinde.

Replikleri en az filmin kendisi kadar önemsiyorum, sıkıyorsa bütünde hikâyenin de kalitesini düşürüyor bana göre. Ve hikâye kendi dilini repliklere yansıtabilmeli replikler hikâyeden uzak sırf edebiyat yapayım diye yazılıyorsa ya da tersi anlatmaya çalıştıklarınız eğreti kalıyor. Hikâyenize uygun replikler oluşturamıyorsanız da anlatım diliniz yetersiz olduğu için hikâyeniz vasata düşüyor.

Bu anlamda filmin sıradan görünen replikleri hikâyenin ruhuyla bütünleştiği için sıradan olmaktan çıkıp anlam kazanıyor bu da sizi hikâyenin içine sokuyor.  Sürüklenip gidiyor hikâye gibi oradan oraya savruluyorsunuz.

Bu film bir aşkı anlatmıyor aşkı hatırlatıyor özetle.

Hikâye bir kaza sonrası Eylül’ün son bir ayını hatırlamamasıyla başlar. “İşte bir kadın hafızasında ki boşlukları doldurmak için bir tatil kasabasına sığınır, orada yalnız bir adama âşık olur sonra eksiklerini hatırlar hikâye böyle gider.”

 Diye düşünüyorsunuz ilk başta yani ben kurgunun böyle olduğunu düşünerek gittim filme.

Ama hiçte öyle olmadığını film noktayı koyduğunda anlıyorsunuz.

Evet, Eylül bir kaza sonrasında son bir ayını hatırlamıyor. Hayata yeniden dönüyor çevresindeki herkes ona her şeyin yolunda olduğunu söylese de o bir şeylerin ters gittiğini düşünüyor. Hisleriyle, içgüdüsel olarak.

Sonra bir hasır şapkayla asıl hikâye başlıyor. O hasır şapka Eylül’ü Bozcaada’ya sürüklüyor. Her şeyin başladığı yere belki de her şeyin bittiği yere.

Başlangıçla sonun sonla başlangıcın yer değiştirdiği yere.

Eylül hafızasında ki boşlukları doldurmaya çalışırken merak ettiklerini sizde onla birlikte öğreniyorsunuz. Ama tam öğrendim derken aslında Eylül gibi öğrendiklerimizle öğreneceklerimizin farklı olduğunu görüyoruz. Neler oldu derken aslında olanların bizim öğrendiklerimizden çok başka şeyler olduğunu başlangıçla sonun yer değiştirdiğini anlıyoruz.

Olaylara dönüşlerin sık sık yer değiştirdiği hikâye bir tarla korkuluğun üzerindeki levhada yazıyor. Tüm olup bitmeler Eylül’e olanlar, Tek’in yaşadıkları. Bir cümleye sığmış.

“Bi Küçük Eylül Meselesi var bir türlü haledemiyorum.”

Tek mi haledemiyor, Eylül mü, biz mi? Filmin sonuna kadar hep birlikte haledemiyoruz.

Olayların kendi zamanlarına geçişleri ustalıkla yapılmış. Hangi zamana geçtiğinizi Eylül gibi hemen siz de anlamıyorsunuz. Anladığınızda başka bir zamanın içinde buluyorsunuz kendinizi. Zaman zamanlar dönüp duruyor hikâyenin sonuna kadar.

Ve bu hikâyenin Eylül’ün mü Tek’in mi yoksa her ikisinin mi hikâyesi olduğunu da anlamıyoruz film bütüne ulaşmadan. 

Tek Eylül’e Eylül’ün hikâyesini mi anlatıyor yoksa kendi hikâyesini mi?

Bu soruların cevaplarını vermeyeceğim elbette ama Tek “insan bir mucizeyi nasıl tekrarlar ikinci kez” derken kaçırdığımız mucizelerin tekrarı olur mu, ıskaladıklarımız, korkup kaçtıklarımız aslında birer mucize midir? Biz mucizelerden mi korkuyoruz aslında? Kaçırdıklarımıza sonradan mı anlamlar yüklüyoruz? Yaşarken anlamlandıramadıklarımız sonra mı anlam kazanıyor? Yoksa birilerinin bize bizi anlatmasını mı bekliyoruz?  Sorularını da beraberinde sorduruyor bize.

Tek Bozcaada’ya sığınmış adı gibi Tek. Tekin’in kısaltması aslında. Bir gazeteye gönderdiği karikatürlerle geçimini sağlıyor. A sosyal çirkin bir adam. Engin Akyürek ya da diğer adıyla Tek’in çirkin olması ne kadar mümkünse tabii.  Zaten burada kastedilen çirkinlik fiziksel çirkinlik değil. O kendini öyle hissediyor. Korkuları olan dans etmeyi bilmeyen, eğlenmeyi bilmeyen, yüzmeyi bilmeyen tuhaf bir adam.  O kadar görünmezliğe alışıktır ki Tek bir bakışla onu fark edene umutsuzca âşık olup bir öpücükle her şeyi unutabilen anda asılı kalan biri.

Eylül ise her şeyi olan, hayatı yolunda giden biri. Belki de aslında yolunda gitti sandığımız zamanda hayatımız yolunda gitmiyordur sorusunu sordurtan kişi.

Güçlü bir kadın.

Bir kadın güçlü olduğunda, aşkın kendisini zayıflatacağından, gücünü kaybedeceğinden korktuğu için mi aşktan kaçar?

Yoksa aşk zayıflatan mıdır?

Erkek güçlüyse aşka sahip çıkan, kadın güçlüyse inciten midir?

Korkulardan kurtulduğunuz da bedeli gerçekten ağır mıdır yoksa korkulardan kurtulduğunuz da kazanan mısınızdır? Korkuları yenmek insana pahalıya mı patlar?

Hayat mı tesadüfleri sever aşk mı?

Modern zaman kadınının aşkı bozuk para gibi harcadığına tanıklık ediyoruz Eylül ile. Ve soruyoruz haliyle bu soruları da onun hikâyesine tanıklık ederken.

Deren Eylül’ü anlatırken kendinden izler yüklemiş. Bu yüzden Eylül’ün hafızasında ki boşlukları doldururken hislerinin devreye girmesini çok iyi anlayabiliyoruz diye düşünüyorum.

Hatırlarsanız Ezel’i yazarken bir beyin kanaması yaşamış tekrar hayata dönmüştü Kerem Deren.  Kendisini hastaneye yetiştiren Pınar Bulut olmuştur. Son jenerikte “Bana bir mucizeyi tekrar yaşatan eşim Pınar’a” ithafı da bu yüzdendir.

Bir mucize tekrar yaşanır mı herkes için bu mümkün mü bilinmez bu hikâyede Eylül ve Tek için ikinci bir mucize yaşanır mı, yaşanıyor mu? İşte onu filmi izleyip göreceksiniz.

Filmin pürüzleri yok muydu elbette vardı ama Kerem Deren’in ilk filmi olduğu için bunları zaman içinde çözeceğini düşünüyorum bu yüzden bu detaylara girmiyorum bu sefer.

Ancak şunu da atlamak istemiyorum su altı çekimlerini çok başarılı buldum ve Gökhan Tiryaki’nin gözünden resm edilen görsellik mükemmel. Bozcaada’nın keyfini çıkarıyorsunuz.

Birazda oyunculardan söz etmek gerekirse her zaman söylerim dizilerde bir oyuncunun oyunculuğunu anlamak zor sinemada izlemek gerek. Çünkü diziler size istenileni oynatır yani siz sizden istenen oyunculuğu sergilersiniz. Dizilerin dar kalıbına sıkışıp kalırsınız.

Oysa sinema özgürleştirir. Her ne kadar Engin Akyürek Yabancı Damat ve Fatmagül’ün Suçu Ne ile anılsa da ben onu ilk Nizipli olarak tanıdım. Sonra Bir Bulut Olsam’ın Deli Mustafa’sında bayıldım oyunculuğuna. Sara nöbetinde ki oyunculuğu hala unutulmazların arasında. Fatma Gül’ün Kerim’i sonraların işi. O arada birde sinema filmi sığdırmış izleyemesem de Kader’i hiç anmazlar sanki ilk filmiymiş gibi iki de dizisi varmış gibi anarlar. Oysa çok iş sığdırmıştır ama seçicilikle. Hatta Kader filmiyle de SİYAD ödülü almıştır. Bunlardan pek söz etmezler nedense.

Benim izlerken keyif aldığım oyunculuk ruhuyla doğan insanlardan olduğunu düşündüğüm biridir kısaca Engin Akyürek.  Sinemada nasıl olduğunu merak ettiğim için gittiğim filmde de yanıltmadı beni ara verdiği zamanda çok yol almış, oyunculuk adına kendine çok şey katmış bunu da gösterdi.

Tek’in ezik hallerini, duygularını, görünmez kimliğini bize o kadar doğal abartıdan uzak anlatıyor ki çokça konuşmadan, mimiklerle. İşte o zaman oyuncu olarak doğanlardan diyorsunuz. Bu ruhu içinde yaşayanlardan diyorsunuz. Zaten popüler olma derdinde de değil magazin dünyasında adı geçmez ama seveni de çoktur. Yakında yeni dizisi Kara Para Aşk ile sevenleriyle buluşacak uzun bir aradan sonra.

Farah Zeynep Abdullah’a gelirsek o aşmış kendini. Her karakterde başka bir kız görüyorsunuz. Hani oyuncunun Farah olduğunu bilmesem kim bu kız diyeceğim. Sadece karakteri yüklemiyor üstüne her şeyi ile başka bir insan olarak çıkıyor. Yeni bir imaj yaratıp rolün içine oturuyor. Başka bir yüz görüyorsunuz her rolde. Bana göre son dönemin en başarılı kadın oyuncusu ama gerçekten oyuncu tadında bir oyuncu. Yani bir köylü kızını oynatsalar yadırgamayız karşımızda bir köylü kızını görürüz diğer karakterden tek bir ize rastlamayız. Oyunculukta bu değil midir zaten üzerine giydiği yeni karaktere izleyiciyi inandırmak.

İşte Farah Zeynep Abdullah böyle bir kız. Onunda yakında dizisi başlıyor. Kurt Seyid ve Şura.

Engin ile karşılıklı sahnelerde çok iyi bir uyum yakalamışlar hikâyenin anlam kazanması ikisinin oyunculuklarındaki başarıyla katlanmış.

Özetle film hem hikâye hem oyunculuklar anlamında beni tatmin etti. Zaten beğendiğim oyunculardı hikâye de güzel olunca keyifle bir film izledim. Filmden çıkarken iyi ki geldim dedirten bir filmse benim için o film olmuş demektir.

“Bi Küçük Eylül Meselesi”  bana bunu dedirttiyse aşk filmi sevenlere fazlasıyla dedirtecektir…

oyatekin@gmail.com                                         

https://twitter.com/#!/oyatekin (@oyatekin)

http://yurthaber.mynet.com/yazarlar/tum/1/o.tekin35

OYA TEKİN / MEDYABEY.COM

Oya Tekin/ Engelliler Haber ve Bilgi Portatalı Yaşadıkça.com köşe yazarı

Not: Burada yazılan tüm yazılarım elektronik imza ve zaman damgası güvencesi altında yasal hakları korunmaktadır. Hiçbir şekilde basılı ya da elektronik bir ortamda (CD, Internet vs.) kaynak gösterilmeksizin izin alınmadan kullanılamaz.

Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 295
: 3718
Kayıt tarihi
: 01.10.06
 
 

Milliyet Bloğa nasıl geldim ve nasıl yerimi aldım bilmiyorum. Sanırım uzun yıllar okuduğum bölüml..