Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Eylül '13

 
Kategori
İnançlar
 

Bilime inanmak mı? Bilime Tapınmak mı?

Bilime inanmak mı? Bilime Tapınmak mı?
 

Herşeyin paramparça bölük pörçük olduğu ülkemizde, bilim de bu parçalanmadan payını alıyor.

Bilim dinin ve metafiziğin karşısına bir antitez şeklinde öne çıkarılıyor.

Bazen herhangi bir sohbet esnasında konu dine geldiğinde;  dini değerlere önem vermeyen birisi hemen, konuyu " beş duyu ile doğrulayamadığınız sürece inanamayacağını, konunun bilimsel deney ve ispat yöntemlerine uygun olmadığını" vs. belirtiyor. Kendince ta baştan entelektüel bir yaftaya sahip olduğu izlenimi yaratarak gurur duyuyor.

İnanç seviyesinin -ister Müslümanlık, Hristiyanlık, Yahudilik, ister başka bir inanç olsun- çok sığ olduğu ya da ateizmin hakim olduğu zihinlerde, bu karşı konuluşun sıkça bilim vasıtasıyla yapılıyor olması aslında meseleyi iyice din - bilim çatışması boyutuna getiriyor.

Bazı insanlar, evrendeki makro boyuttaki işleyişin, sadece doğanın eseri olduğunu ve bilimin de yöntem ve buluşları açısından adeta kutsal bir fenomen olduğunu iddia ediyorlar.

İyi güzel de, evrenin ve varoluşun tamamının işleyişini doğa sağlıyor diyorsanız, o ilk zamanda doğayı vareden ve mekanizmayı mükemmel şekilde sürekli çalıştıran güç nedir?

Yani doğayı yaratan nedir?

Çünkü en basit haliyle insanın aklına şu geliyor "dünyada ölmeyen bilim insanı vaki mi?"

"Bilim insanları, doktorlar ölümü engelleyebilir mi?"

"Bilim tıpatıp bir serçe parmağı yapabildi mi?"

En son can alıcı soru "Bilim insanları ve bilim kimin eseri?"

"Bilim insanları kendi kendilerini yaratmadığına göre, onları, bilimi, evreni, canlıları, zamanı, yaşam ve ölümü, ruhu kim yarattı?"

"Zamanın öncesini, evrenin başlangıcını ve bu muazzam, giderek genişleyen, yıldızları, gezegenleri içine çeken kara delikler oluşturan, yıldızları daha küçük parçalara tozlara ayıran, uyduları gezegenler çevresinde  rotasından milim sektirmeksizin döndüren, yerçekiminin derecesini, evrendeki ısıyı oluşturan ve devamını sağlayan o muhteşem mekanizma kimin eseri?"

Bu sorulara cevaben  "bilim insanlarının eseri " mi diyeceğiz. Diyemeyeceğimize göre, bilimi savunurken bilime tapınma derecesine vardırmak, insanı ister istemez sonu bilinmezler, çelişkilerle dolu olan ve şahsi kanaatimce  huzurlu olmayan bir yola sürükler.

Bilim hiç kuşkusuz inkar edilemeyecek, insanlar için gurur vesilesi bir fenomendir.

Dünyada hiçbir canlı, yaradılış biçimini insan kadar aşamamıştır ve aşamaz da.

Her hayvan türü sadece bir ortamda, en fazla iki ortamda yaşayabilirken, insan; kara, hava ve denizde varlığını sürdürebilen tek canlıdır. Bilim ve sanat yapan.... Dünyayı ve insanlığı iyi ya da kötü yönde değiştirebilen.

Bilim ve insan bu denli önemlidir ancak şu raddeye kadar ki;  Evreni, bilimi ve insanı yaratan O sonsuz ışık ve sevgi dolu yaratıcı Allahtır.

Bizi bilim yapabilecek vasıflarla donatan, bazen rüyalarımızda ya da uzuuuun uykusuz geceler süren bir araştırma sonucunda, aniden zihnimizde çakan şimşeklerle bazen bizi küçük ipuçlarıyla ödüllendiren de o dur.

Bunu kabullenmekten neden gocunulur ki?

Kendini ve yaratanı bilmek insana ancak huzur verebilir. Rahat bırakın kendinizi kasmayın. Bu harikulade yaratılışın tadını çıkarın. Özel, anlamlı ve çok sevilen, Allahın meleklerden önde tuttuğu ruhlara sahip olmanın sevincini yaşayın ve şükredin.

Kabul ediyorum; Dünyada gerek bütün tek tanrılı din mensupları, gerekse -maalesef özellikle de son dönemlerde -  güzelim dinimiz mensupları arasında, din adına işlenen o kadar büyük günah ve vahşet var ki...

Bunu hepimiz biliyoruz elbet. Görmemek bilmemek, o acıyı derinlerde hissetmemek mümkün değil. (Ben sadece Müslüman ya da sünni olmadığı için öldürülen masumların  peygamberimizin ruhuna da acı verdiğini, onun yaşasaydı, böyle bir vahşeti asla hoş görmeyeceğini düşünüyorum).

Ancak, herkes ebedi alemde kendi kaderine gidecek ve "hesaplar şahsi görülecek".

Bırakın zalimin zulmü yüzünden dine küsmeyi ve şu güzel; kaysı dallarında çiçekleri, denizinde kumsalı, envai çeşit yiyecek ve nimetiyle bize saray etmiş olan Allahın bizi hiç terketmediğini düşünün ve şahdamarımızdan yakın olduğunu. Bizi hep gözettiğini, sevdiğini... Ne güzel..

Diyelim bir yakınınızı kaybettiniz ya da hastalık içinde ıstırap çekiyorsunuz ve çevrenizi sarmış atmosfer içinde, sizi gözleyen, annenizin sevgisinin sonsuz katı kadar sizi seven ve şefkat besleyen, görünmez sonsuz kollarıyla sizi sarmalayan bir  Allah var. Ne kadar Muazzam bir nimettir bu...

Düşünün ki bir gün -istisnasız hepimiz- o gerçek dünyaya gittiğimizde,  her sevdiğimizden ayrı olacağız.

Eşimizin sevgi dolu kollarından, evlatlarımızdan, anne babalarımızdan. O çok önem verdiğimiz makam koltuklarımız ve banka hesaplarımızdan. Kaçınılmaz bir son olarak yaşadığımız geçici ve illüzyon dünyada tutunduğumuz  her dalı bırakmak zorunda kalacağız.

Bir gün, gözlerimiz açılacak, esas aleme önceden oraya gitmiş olan yakınlarımızın yanına ve bu dünyada -onu göremesek bile- her an en yakınımızda olduğunu bildiğimiz o yüce yaratana gideceğiz. Onu sınırları belli  tek bir obje gibi görmemiz zaten fiziken  mümkün değil ancak onun varlığını doya doya hissedeceğiz. Belki de Dünya hayatımızda onu memnun edecek hal ve davranışlar ve iman içinde yaşamayı başarabilmişsek;  o bize kendisini en hoşumuza gideceğini bildiği şekillere girerek tecelli ettirecek. Ebedi dünyada onun varlığının coşkusu ruhumuzu yıkayacak.

O halde, bu dünyada da ona inanıp varlığını hissederek, ona dua ederek, hatta onunla  konuşarak yakınlaşmanın ne zararı var ki? Bu kulluğu yaşamanın, onun bizden beklediği, itaati, çevremize kendimize ve başkalarına yararlı olacak davranışları  geliştirmenin ne zararı var ki...

Siz kendiniz, sade bir inançla  ve yapabildiğiniz kadar -ve hesabını yalnız Allaha vereceğiniz- ibadetinizi yapıp, yapamadıklarınız için ve günahlarınızdan dolayı azami şekilde pişman olup tövbe ederek ömrünüzü geçirdikten sonra, başka çok aşırı marjinal fanatik -bence büyük kısmı ruhen bozuk- kişilerin yaptığı hatalar ve vahşetin hesabı (eğer doğrudan ya da dolaylı iştirakiniz yoksa) sizden sorulmayacak ki.

Konuyu bir de şöyle tersinden açıklamak gerekirse, herşeyi yaratan bir üstün zeka, ilahi gücün varlığına inanmaksızın, insanoğlunun da kırda bir papatya gibi bir gün solduğunda toprağa karışıp çürüyüp yokolacağına, ilahi bir yaratıcının, ruhun ve ruhun ölümden sonra gideceği bir alemin olmadığına inanmanın, dünyada her kim ne yaparsa hesabının sorulmayacağı yanına kar kalacağını düşünmenin,  insana ve topluma ne gibi bir yararı var ki?

Konuyu daha fazla dağıtmadan söylemek gerekirse; Din ve bilim birbirine zıt kavramlar değildir. Bilim güçlenince din zayıflayacak, din güçlenince bilim zayıflayacak diye düşünebileceğimiz bir durum da söz konusu değildir. Dini pek çok konunun araştırılıp doğrulanmasında bilimsel yöntemler kullanılmıştır. Bilimsel gerçeklerin pek çoğunda da ilham ve rüyaların, anlık zihin şimşeklerinin rolü vardır.

Rüyalarında beste yapan, şiir yazan, bir sorunlarına çözüm bulan çok kişi vardır. (Ben de bazen kendim bizzat, zihnimde akan mısraları anında kağıda dökmediğimde toz olup kaybolduklarını farkederim. Hemen yazmaya çalışırım. Bir çift sözcükten uzun şiirlere ulaştığım da olmuştur).

Evet çoğunun hoşuna gitmese de gerçek şu ki; Biliminsanları günlerce çalışıp çözemedikleri konuyu bazen tesadüfi sanılan ancak tesadüfi olmayan küçük zihinsel çakmalarla çözerler. Bazen rüyalarında, bazen anlık fikir kırıntıları ve ipuçlarıyla aşama kaydederler.

Şahsi görüşümü de söyleyeyim ki;

İnsanoğlu, bir bilgisayar oyunu başında oturan çocuk gibidir. Her çabası ve bu çaba sonundaki gelişimine karşılık, ona, bir üst aşamaya geçmesi için bir ipucu, çözüm ya da fikirler verilir.

Sonra insan bu yeni duruma göre çalışır, emek ve zaman harcar, bir noktada yeniden geliştirilir. Bu böyle sürer gider.

Bu ilham ve geliştirici fikirler verilmesinde esas olan, bilgiyi kullanacak şartlarda yaşayan ve bu konuda çaba sarfedenlerin seçilmesidir. Yani bir Afrikalı kabileye uzay teknolojisi ipuçları verilmez. Ya da 100 yıl önceki insana çok sınırlı ölçüde bilgiler ilham edilirken, şu anda yaşayan insanlığa neredeyse her ay süper bir buluşla sonuçlanacak bilgiler verilmektedir.

Aslında kafamızda bilinmez olarak duran "madem öyle Kuranı Kerim de, İncil'de neden şundan bahsedilmemiş?" dediğimiz  pek çok konu, dini kitaplarda, bizim anlayamayacağımız için özellikle bize bildirilmemiş olan konulardır. Ya da bizim iyiliğimiz için, bildirilmemesi gereken konulardır.

Bu konu çok uzun adeta kitap yazılabilecek denli çok boyutlu bir konudur ancak sıkıcı olmaya da gerek yok. Şimdilik böyle noktalıyorum.

Duygulanarak ve doğaçlama yazdığım yazımın,  içinde çözülememiş çokça sorusu olan insanlara, bana uygun ve makul gelen cevapları paylaşarak bir nebze yardımcı olabilmeyi dilerim.

Esen kalın.

.

 

  

 
Toplam blog
: 148
: 384
Kayıt tarihi
: 21.09.07
 
 

Merhaba...  Üniversite mezunu Kamu İdaresinde  çalışan bir bayanım. Ankara'da iki oğlumla yaşıyorum..