Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Eylül '09

 
Kategori
Güncel
 

Bir 12 Eylül hikayesi

Bir 12 Eylül hikayesi
 

Eli kemerli görevli ve gözlerdeki korku


“ Yirmi yıl önce Davutpaşa Kışlası'nın önündeki bir kış gününü anımsıyorum.

Kar insafsızca, hiç durmadan yağıyor. Geçici tutukevi yapılan Davutpaşa Kışlası'nın aşağı giriş kapısındayız. Tutukevi olarak kullanılan ana bina tepede; girişten oraya en az üç kilometrelik bir yol var.

Okulların yarıyıl tatili üç gün önce başlamış. Bu nedenle görüş yerinde adlarını yazdırmak için bekleyenler arasında çocukların sayısı artmış. Her yaştan çocuk, insafsızca yağan karın altında, apaçık, rüzgârlı bir arazide saatlerdir bekliyor.

Bekliyoruz. Kadınlar ve çocuklar saatlerdir bekliyoruz.

Mahkûm yakınlarını yukarı, tutukevinin oraya götürecek üç cemseden ikisi cezalandırılmış.

Bu nedenle gidiş geliş tek cemseyle yapılıyor. Bu saatler süren bekleme ondan.

Çocukların ayakları, elleri buz kesti. Annelerin, bacıların, anneannelerin sözleri, hikâyeleri onları avutmuyor artık. Sıcak bir yer özlüyorlar. Aylardır göremedikleri babalarını, ağabeylerini çok özlediler ama şimdi görmeseler de olur, yeter ki, sıcak bir yere kavuşsunlar.

Karın altında çaresizlik diz boyu.

*

En fazla yirmi beş kişi alan tek cemse tepeden usul usul iniyor.

Vakit iyice ilerlemiş. İki cemse cezalı olduğundan, saatlerdir bekleyen mahkûm yakınlarının büyük bir kısmına sıra gelmeden ''görüş saati bitti'' denilecek ve bekleyenler özlem dolu yürekleri bir kez daha acımasızca burulmuş, evlerinin yolunu tutacaklar.

*

İçimizde biri var ki, o mutlaka babasını görmeli. Henüz beş günlük. Mavi gözleri hâlâ yumuk, ellerini güç açıyor ve hiç sesini çıkarmadan o da saatlerdir bekliyor.
Babası, onu bugün ilk kez görecek. O henüz ana karnında üç aylıkken babayı tutukladılar.

İşkencelerden geçirdiler. Baba bütün aşağılanmalara, bütün fizik acılara onu düşünerek katlandı.

Şimdi tepede, tutukevinde en iyi giysilerini giymiş, saçlarını taramış ve elinde kendi ördüğü yeşilli, allı bir bere küçük kızını bekliyor. Beş günlük küçük kızını.

*
Ama böyle giderse baba küçük kızını göremeyecek, çünkü iki cemse cezalı.

Dayanamıyorum, ben saatlerdir eşimi görmek için bekledikten sonra görmeden dönebilirim ama bu beş günlük küçük kız babasıyla mutlaka buluşmalı. Çünkü babasının belki de yıllarca sürecek mahpusluğunda bugünün önemi büyük. Baba bunca işkenceye bu nedenle dayanabildi, küçük kızının yüzünü görebilmek için dayanabildi.

*

Dayanamayıp görüş yerindeki yüzbaşıya cemselerin neden cezalı olduğunu soruyorum.

Yüzbaşı, gayet net bir biçimde, gece mahkûmların fazlasıyla gürültü yaptıklarını, iki cemsenin de bu nedenle cezalı olduğunu söylüyor.

Cemseler, az ötede ağaçların altında duruyor ve biz bekliyoruz.

Yüksek sesle, ''cemseleri cezalandırmanın bizi cezalandırmak olduğunu, görüş hakkımızın açıkça gasp edildiğini'' söylüyorum.

Yüzbaşı şaşırıyor. ''Bağırmadan konuşun lütfen'' diyor.

''Verilen emir değiştirilmez, o cemseler cezalı ve siz bekleyeceksiniz.''

''Başka bir araç bulun'' diyorum, ''cezalı olmayan bir araç. Aramızda çocuklar var, hiç olmazsa onlar babalarını görsün!''

Sesim mutlaka yüksek çıkıyor ama artık ip koptu.

Bu arada arkamda, yanımda, sağımda, solumda sesler duyuyorum.

''Aman sakin ol. Adamları kızdırma.''

''Emir büyük yerden, ne yapalım başka bir gün geliriz.''

''Sana mı düştü, cemselerin hesabını sormak. Şimdi hepimizi cezalandıracaklar.''
Evet çok iyi anımsıyorum, bu sözleri duyduğumu çok iyi anımsıyorum.

Önce şaşkınlık gelip buluyor beni, ardından derin bir hayal kırıklığı.

İki kişi dışında herkes sessizce beklemek yanlısı.

Sessizce beklemek.

*

Ne yapalım bu böyle, beş günlük kız çocuğu babasını göremeyecek.

Birden bir şey oluyor, cezalı iki cemse hareket ediyor ve bulunduğumuz yere gelip duruyor.

Çoluk çocuk sevinç içinde cemselere binip tepeye yollanıyoruz.

Herkes gülüyor, herkeste inanılmaz bir sevinç.

Ben suskunum.

Birden bir el omzuma vuruyor. Beş günlük kız çocuğunun annesi.

''Sağol'' diyor, ''iyi ki, sen ve diğer iki arkadaş susmadınız. İyi ki, susmadınız.''

Ve cemseler tutukevinin kapısında bizleri bırakıyor.

*

Nereden baktım tarihe. 12 Eylül denince aklıma neden bu anı geldi bilmiyorum.

Belki de 12 Eylül derin bir hayal kırıklığı olduğu için, bilemiyorum. “ ( 1 )

***

Değerli yazar Işıl ÖZGENTÜRK’ ün anlattığı bir öykü değil, kendi yaşadığı bir olayın 20 yıl sonraki anlatısı. Yani kendi anısı .

Mahkumlar Cezalandırılıyor.

” Gece mahkûmlar fazlasıyla gürültü yaptığı için ertesi gün onların ziyaretçilerini taşıyacak servis işlevli “ CEMSE” lerin sayısı azaltılıyor.

Mahkumların dolaylı olarak cezalandırılması için ziyaretçilerinin yoldan kışla kapısına kadar olan 3 km. lik mesafeyi aşmakta zorluk çekmeleri isteniyor. Bu nedenle araç sayısı azaltılıyor.

Ki çoğu tutuklu / mahkum yakını ziyaret saati içinde oraya ulaşamayacağından “ görüş “ şanları kendiliğinden yok olsun diye. .

Ama hem dışarıdakiler hem de içerdekiler aynı zamanda bunun bir “cezalandırma “ olduğunu da elbet bilecek ve bir sonraki görüş olanağını yitirmemek için çaba gösterip iyi davranış sergileyecek .

Cezalandırma yöntemi ve cezalandırma için kullanılan “ ince “ analiz kabaca (!) böyle.

Bu arada mahkum yakını kadın ve çocukların da “ suçlu yakını olma “ suçları nedeni ile saatlerce soğuk ve kar altında beklemeleri onlara layık görülen davranış oluyor.

Tabii, bekleyen mahkum yakınlarının tepkisi de bir o kadar ilginç ve aslında uygulanan bu “ ince “ analizli işlemlerin kaçınılmaz sonucu.

Ürkmek, korkmak.

O ortamda olağan kabul edilen 3 cemse yerine 1 cemse ile gitme hakkından bile mahrum kalma korkusu .

Bu korkuyu tetikleyen uygulamalar da elbette çok fazla . Görüşe gidip de görüşemeden dönülen durumların oldukça sık yaşandığı sürece tutuklu, gözaltında, vb . yakını olarak katılanların anlattığı durumlardır.

*

Sevgili Işıl Hanım’ ın 12 eylül 1980 ' in 20. yılında, 2000 yılında yayımlanan yazısı, tarihe tanıklık eden bir anı.

Aslında içinde trajediler taşıyan “ sakin ve sıradan “ bir görüntüdür anlatılan .
Aysbergin su üstünde kalan kısmı gibi.
Uygulanan insanlık dışı baskı, zulüm, zorbalık ve korkutma yöntemlerinin ipuçlarını taşımaktadır.

***
Işıl ÖZGENTÜRK Hakkında Kısa Bilgi :

Gaziantep'de doğdu. İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesinde okudu. Üniversite yıllarında çeşitli tiyatrolarda hem yazar, hem oyuncu olarak görev aldı. Daha sonra çocuk edebiyatı alanında çeşitli ürünler verdi. Ardından yetişkinler için yazmaya başladı. Uzun yıllar Cumhuriyet Gazetesinde röportajlar yaptı. Filim senaryoları ve oyunlar yazdı. "Seni Seviyorum Rosa" filminin senaryosunu yazdı ve yönetti. 'Sessizlik ve Sırdır Ötesi' isimli bir kitabı da var. Eşi ünlü yönetmen Ali ÖZGENTÜRK ‘ de 12 Eylül döneminde 9 ay kadar “ içerde “ kalmıştır.

*

( 1 ) Işıl ÖZGENTÜRK: Bir 12 Eylül hikâyesi

25 EYLÜL 2000 – Cumhuriyet

http://www.belgenet.com/12eylul/12092000_y07.html

 
Toplam blog
: 61
: 3400
Kayıt tarihi
: 25.12.08
 
 

İnşaat mühendisiyim. İTÜ mezunuyum.   ..