Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Nisan '12

 
Kategori
Öykü
 

Bir dağ kulübesi

Kendini bir dağ kulübesi gibi yalnız, yapayalnız hissediyordu. Başı yüksek dağlar gibi dumanlı ve karlıydı. Gözleri sisliydi… Bunun nedenini bilemiyordu…
Gölü çevreleyen beton duvarın üzerine oturmuş, ayağını altına almış, diğer ayağını boşluğa uzatmıştı. Gözlerini uzaklara dikmişti; birilerini bekler gibi bir hali vardı. İçindeki sıkıntı, onu kemirmeye başlamıştı, daraltmıştı yüreğini…

Oturduğu yerden kalktı, gölün kıyısına kadar indi… Kumsalda, ince hafif taşları topladı… Suyun üzerinde yüzdürmeye başladı onları… İçi bir hoş oldu, çocukluğuna dönüverdi bir an için; çıplak ayaklı, yırtık pırtık yamalı pantolonu, yoksul ama mutlu bir çocuk… Acı acı gülümsedi...

Teknelere, gemilere takıldı gözü. Kesmedi içinin yangınını, oradan binalara bakındı, hayranlıkla karışık bir duyguyla… Yüzyıllık binaların hala sapasağlam ayakta durmalarına şaşırdı kaldı. Aklına yeni bir şey gelmişçesine saatine bakındı. 20 dakikası vardı, trenin gelmesine. “İyisi mi Bahnhof`a gideyim, orada bekleyeyim trenin gelmesini “ diye geçirdi içinden…

Kısa sürede vardı Bahnhof’a; tahta bir banka çöküverdi, içindeki tüm kasvetli ağırlığıyla. İrkildi birden, bilet almadığını fark ettiğinde. Bilet almamak 80 Fr para cezası demekti, siciline işlemek demekti. Korkusu bundandı. Fırladı yerinden, gişeye koştu. Biletini aldı. Rahatladığını hissetti. Dönüp tekrar eski yerine oturdu. Tren yaklaşıyordu; görebiliyordu.

Geldi tren büyük bir gürültüyle önünde durdu, stresini boşalttı, ıslığını çalarak. Yolcular aceleyle indi-bindi yaptılar. Dakikti tren, otobüs dakikti, gemiler dakikti, insanlar dakikti, her şey bir saat gibi düzenli çalışıyordu. Kafayı taktı bu düzenliliğe, kızdı, hatta küfretti… Dişlerinin arasından dökülüverdi küfürler.

Bir anlam veremiyordu içini sürekli kemiren bu duyguya, neden bu kadar gergin, huzursuz ve negatifti, bilemiyordu… Belki de yıllardır içinde biriktirdiği tüm acılar, tüm olumsuzluklardı içini kemiren şey. Bilemiyordu… Canı bilmek de istemiyordu zaten. Hem bu saatten sonra içini kemiren şeyin ne olduğunu bilmesi ona ne yarar sağlardı ki!

Mutsuzluğu, mutsuz yaşamayı seviyordu. Ya da sevdiğini sanıyordu… Bir kaç ay olmuştu, Avrupa’ya gelişi. Bir şeylerden kaçmak istercesine… Dostlarının yardımıyla bir iltica kampına başvurmuştu. Orada kalıyordu. Kamp tepelerin üzerinde bir yerde, ıssız, şehir yaşamından izole edilmiş bir yerdeydi. Manzarası mükemmeldi; doyulmuyordu. Tepeden aşağılara bakıldığında 3 ülkenin toprakları ve sınır kapıları açık seçik gözüküyordu. Sürekli araçlar giriş-çıkış yapıyordu sınırdan. Araçlar kontrol edilmiyordu, ya da rastgele kontrole uğrayan araçlar vardı... Halil kendini bir aracın içine koyuyor, korkusuzca bir o sınırdan giriyor bir bu sınırdan çıkıyordu. Bir de yalnız olmasaydı; daha iyi olacaktı. Sevdikleri yanında olmuş olsaydı bu kez de sığmayacaklardı; dar gelecekti aracın içi. Kalabalıktı aracın içi; birbirlerine karıştı nefesleri. Hissetti bunu. Mutlandı; içerisine tarifsiz bir sevinç gelip oturdu.

 
Toplam blog
: 62
: 233
Kayıt tarihi
: 12.01.12
 
 

1977-78 İzmir Namık Kemal Lisesi Edebiyat Bölümü mezunuyum. Çesitli dergi ve sayfalarda öykü, den..