Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Eylül '20

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir de buradan bakın.

Bugünlerde kendimce, yaşamın içindeki etkenler yüzünden oluşan insanların ruhsal kusurlarını düşünüyorum. Hepimizin türlü türlü yaşama şekli var. Yaşamak istediklerimiz, aklımızda kalan, hayallerimize yerleşen gerçekleşeceğinden çok emin olmadığımız yaşam isteklerimiz var. Her zaman olumlu duygulara sahip olmadığımız için bizi daraltan, mutsuz eden takıntılarımız, açmazlarımız, çaresizliklerimiz de çok.

“Herkesin denizi, kendisine okyanustur,” cümlem ile anlatmak istediğim tam da bu. Kendi sevinç ve mutluluklarımız gibi dertlerimizin çapı da kendi önemseme limitimize göre anlam kazanıyor.  Kimine anlamsız ve gereksiz gelen yaşadığımız durumlar bizim için en büyük yaşam meselesi haline gelebiliyor. Herkesin hayalleri kendi belirlediği sınırlar içinde mümkün. Kimine sıkıntı veren yaşantısı başka insanların hayalleri olabiliyor.

İnsan, sahip oldukları için mutlu olmak yerine mutsuz olmayı seçtikçe hep başka hayatlara özenmeye devam edecek aslında. Bizim bu insani açığımızdan beslenen sektörler yaratıldı. “Daha mutlu insan olmak için bize katılın. Kendini keşfet, yaşamı çöz. Değişim için yapman gereken bu,” gibi vurucu cümlelerle kendini keşfetme, değiştirme, dönüştürme yolu diye adımladığımız kişisel gelişim faaliyetlerinde bulunmak hepimize iyi geliyor. Bu yazdıklarım bilinç düzeyinde, hakikaten ruhunu zihnini önemseyen ve gelişme arzusunda olan ya da sosyalleşerek kendini iyi hissetmek isteyen insanların mutlu olma faaliyetleri diyelim.

Bu çalışmaların dışında, hayallerimizde ulaşamadığımız hayatları bize geçici de olsa içindeymiş gibi yaşatan televizyon dizileri var. Sınıf farklılıkları anlatılırken öyle güzel işliyorlar ki konuları biz sınıflandırıldığımızı, değersizleştirildiğimizi, belirgin bir zengin fakir algısının içine çoluk çocuk çekildiğimizi fark etmiyoruz bile.

Neden, biliyor musunuz? Hayallerimize ulaşma çabası yorucu. Mücadele zor. Kendi yapabilirlik sınırlarımızı keşfetmedik ve eksik görüyoruz kendimizi. Yapamazmışız, ulaşamazmışız gibi gelmeye başladığında, rüya gibi önümüze sunulan bu başarı, entrika, hırs, aşk tutku dolu hikâyelerin içinde olduğumuzu hissederek yaşamak hoşumuza gidiyor. Kolay geliyor. Kitap okumaktan daha kolay mesela izlemek. İşimize geliyor. Zararlarını umursamıyoruz.

Tanrı’nın bize bahşettiği en kıymetlimizi, zamanımızı hayallerimizin gerçekleştirilmiş halleri gibi yaşandığı öykülerinin içinde yaşamayı seçiyoruz. Güzel. Keyifli aslında. Bu sektörden ekmek yiyen birçok insanı düşünürsek, içimiz rahat olacaktır. Ulaşamadığımız bilince, bilgiye, duyguya, göremediğimiz yerlere ulaşmak için bir fırsat da denebilir. Sürüklenip gidiyoruz saatlerce. Heyecanla bir sonraki bölümü bekliyoruz.

Son dönemde kanalların rekabetini arttıran gerçek yaşam öyküleri yayınlanıyor. Sanki yazılan hikâyelerin hepsi inanların gerçek yaşamından esinlenerek yazılmıyormuş gibi yeni moda, “Gerçek Yaşam Öyküsü” başlığı altında yazılıp emek harcanarak dizileştirilen hikâyeler.

Hikâyelerin içeriğine bir bakalım birlikte. Çoğu birçok yaralı, ruhsal çöküntü yaşayan, klinik tedavi gören hastaların gerçek yaşam öykülerinden yani bir doktorun hastaları için kayıt aldığı hasta analiz tedavi, tanı dosyalarından uyarlama. Gerçek hastalardan alıntı yaşam öyküleri yani.

Evet, bu örneklemeleri görmek, izlemek hoşumuza gidiyor. Peki, o hikâyeyi yaşayan gerçek hasta siz olsaydınız? Sizin hikâyenizi güvenip anlattığınız doktor bir gün ulusal kanallardan birinde dizi yapılması herkesin izlemesi için bir yapım şirketine sizin özelinizi satıp para kazansaydı, siz de bu diziler sayesinde yeniden, belki de iyileşmenize rağmen unuttuğunuz ya da unutmak istediğiniz hayat hikâyenizi canlı canlı herkesle birlikte izleyip, olayları yeniden yaşasaydınız da, hoşunuza gider miydi?

Hikâyeler gerçekten sarsıcı ve etkileyici. İnanılmaz merak uyandıran ve sürükleyici. Senarist, yönetmen konuyu şahane işliyorlar, oyuncular muhteşem bir performans sergiliyor. Gerçekten başarılı çalışmalar. Alkışların en büyüğünü hak ediyorlar. Belki de insanlar yaşamında farkında olmadığı hastalıkların içinde çırpındığının bilincine varıyor insanlar, hatalarıyla yüzleşiyorlar, kimine de iyi geliyor kim bilir ama ya bu hikâyeleri gerçekten yaşamış ve kendi hikâyesini yeniden izliyor olan insanların durumu?

Zihinsel ve ruhsal hastaların bildiğim kadarıyla kişilik haklarının korunması ile ilgili doktor hasta gizliliği konu başlıklı bir etik kural var. Projeler eminim isimler mekânlar değiştirilerek, bu kural gözetilerek hazırlanıyordur. Belki de kişilerden hikâyeyi yayınlamak için belli bir bedele karşılık izinler de alınıyordur. Peki, bu da iyi.

Ben bu gerçek yaşam öykülerini televizyona ve sinemaya taşıyan psikoloğun hastası olduğumu ve o anlatılan öykünün benim olduğunu hatırlayıp anlamayacak mıyım? Yeniden geçmişe gömdüğüm olayların yükünü gözümün önünde yaşarken huzursuz, mutsuz olmayacak mıyım? Peki, bana yakın ailem, yaşamımda benimle hikâyemi paylaşan insanlar anlatılan öykünün içindeki karakterin ben olduğunu hatta kendilerinin de olduğunu anlamayacaklar mı? Anlatılan öykünün gerçek zamanında hissedilen duygular, düşüncelerin ağırlığı, zorluğu, kirliliği beni yeniden boğmayacak mı? Bir gün hayatımı televizyonda bana izleten psikoloğa güvendiğim için kendime kızmayacak mıyım? Bir daha işin içinden çıkamadığımda güvenip başka bir uzmana nasıl anlatacağım? Belki de o hikâyelerden birinin sahibi ben değilim ama benim zor hayatımın hikâyesi beni zorlamayı sürdürdüğü için tam da bir psikoloğa başvuracakken bu gerçek yaşam öykülerinin bir gün deşifre olma ihtimalini düşünüp başvurmaktan vazgeçmeyecek miyim?

Kıymetli bilgileri, birikimi, çabası olan set ekibi, senarist, yönetmen ve değerli tüm oyuncuları yürekten tebrik ediyorum. Muhteşem anlatımlar. Nefessiz izliyoruz hatta gerçekten kaliteli projeleri bizimle buluşturdukları için de tebrik ediyoruz. “Bu kadın ne anlatıyor başından beri, madem beğenmiş hepsini,” dediğinizi duyuyor gibiyim. Bir kaç cümle ile özetleyeyim.

Zaten bunca yıldır izlediğimiz her şey insanların gerçek yaşam öykülerindendi ya da kurgusal gelecek hikâyeleriydi. Şimdi bunu bir tarzmış gibi yansıtıp matah bir hareketmiş gibi reklamını yapmayın. İnsanların gözüne soka soka acılarınızdan, eksikliklerinizden, kusurlarınızdan dizi yapıyoruz, para kazanıyoruz siz de izliyorsunuz işte ne var bunda tavrına girmeyin. Tüm kanallarda neredeyse aynı psikoloğun hastalarının hikâyeleri çeşitli dizilere dönüştürüldü. Üstelik hala mesleki faaliyetini sürdürüyor. Bu hikâyeleri gerçekten yaşayanları tedavisini tamamlayan ama yeniden yaşamak zorunda kalan insanların durumunu ya da benzer durumda olup uzmandan yardım almaktan zaten çekinen insanların kaygılarını nasıl da arttırdığınızı düşünün istiyorum. Bir de buradan bakın, derim.

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 158
: 253
Kayıt tarihi
: 22.08.15
 
 

Karşı kıyıdan kendi topraklarına geri dönmüş bir ailenin İstanbul'daki bolca edebiyat kokan evinde ..