Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Mayıs '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bir kış bir de bahar yorgunluğunun sesi

Bir kış bir de bahar yorgunluğunun sesi
 

BİR KIŞ BİR DE BAHAR YORGUNLUĞUNUN SESİ


Her ilkbahar öncesi yorgunluk çöker bedenlere; Şimdi ben, o yorgun seslere kulak vermek istiyorum. Yazacaklarım, hepimizin içindeki o yorgun ses olacak. Bakalım o yorgun sesler bizlere neler anlatacak?

Çok derinden ve çok yorgun bir sesle fısıldıyoruz; “Yorgunuz” Tabi ya üstümüzden ne kışlar geçti, ne çok üşüyüp ellerimizi ovuştururuz hayata, hayatsa ortası tel örgülü bir bahçe, yarısı yaz, yarısı kış. Kimi yazlar, yürüdük başak kokan harmanların mehtabında. Kimi kışlar, yürüdük bahar kokan toprağın türküleriyle.
Odunluğumuzun kâh zenginliğine, kâh fakirliğine sığdırırdık baharları.

Elbet bahar gelecek, elbet kışlar bitecekti. Tüm sabırları umutlara, umutlarıysa hayallere bağladık. Hayallerin bittiği yerde, hayat da biter! Bizler hayalleri o nedenle hiç bitirmedik ki.

Umut her zaman vardı, hep de olacaktı, hepte olacak.

Hayat dimdik, tutunacak dalı yok. “Çık çıkabilirsen” demediler. “Çık” dediler. Bizler olmayan dallara tutunup, irademizle dağları yassı yapıp, kimimiz olurda, ya çıkamasak? Olabilecek öfkeli bakışların korkusuyla, bırakın çıkmayı, dağlara koşmuşuz.

Susamışız. Mataramızda ki birkaç damla su, hadi içsek ya bir daha bulamamanın korkusu, indirmişiz mataralarımızı sonralara.

Güven almışız o birkaç damla sudan, onu da yarınlara umutlara bırakmışız.

Bir uzun yolculuk ki nereye mi? (Halkın diliyle) “Ne bilem gidiveriyoz işte!” Yaşıyor muyuz? Yaşamıyor muyuz? Bilmeden, umutlara uzun bir yolculuğa çıkmışlık değil midir ki hayat…

Akşam, başımızı her yastığa koyuşumuzda, günün yapılan işleri geçer gözlerimizden; Günün işleri tamamlanmıştır, seviniriz, üzüleceğimiz yerde. Yaşamı, yaşamak için yaşasaydık üzülürdük elbet.

Oysa akşam olmuş ömürden bir gün daha gitmiş, kopan her takvim yaprağında, görev tamamlamak için varız ya! Ömürden bir gün daha gitmişte, kimin umurunda! Öyleyse niye vardı ki hayat? Tam bu noktada “Hayır”, deriz kendimize; “Bu sana hiç yakışmadı”, deriz. Niye mi?

Yenilgiyi kabul etmek, bitmek demek değimlidir.

Hayatın bitmişliğinde, hayatı yaşadığını sanmak ne kadar yaşamaksa; irdelemek, gerçeklerle karşı karşıya gelmek, eğer bitmişliğin sirenini çalıyorsa, bu karamsar karşılaşmalardan arkamıza bakmadan kaçmalıyız. Nereye mi? Dedim ya

( Halkın deyimiyle) gidiverem işte. Bakın birkaç saniye düşüncesi bile yordu işte.

Başımı dünyanın omzuna dayayıp, uzun bir ninni duymak istiyorum. Gözlerimi tüm yorgunluklara kapayıp, kulağımı vefalara yaslayarak bir ninni duymak istiyorum.

Anamın elleri gibi olsun hayatın elleri, okşasın saçlarımı istiyorum.

Bir annenin sevgi bakışında olsun istiyorum dostluğun ninnileri.

Bir hamalın sırt sancısında sallanmasın beşikler gibi avuntular.

Bir ninni duymak istiyorum, içinde Zara’nın sesinden dostum olsun.

Bağlamanın tüm tellerinde can olsun, alıp götürsün beni başka diyarlara.

Hayatın ninnisi, türküleri ve annelerin tüm ninnileri fısıldasın istiyorum kulağıma. Ve hala anamın elleri dolaşsın istiyorum saçlarımda.

Çocukluğum da ördüğü gibi örse saçlarımı anam. Sonra ben;

“Çok sıkı oldu, bir daha ör” desem, hayatın ninnisi ana sabrında, ince nakış gibi işlese yüreğime ve anlatsın bana dağlarımı, ağaç kokan ormanları, sevda kokan çamları, ayaz kokan Sarıkamış topraklarını, Adiloş bebeği anlatsın istiyorum anam. Ağzındaki emziğini, pijamasının üstüne giyindiği o kısacık eteğini ve düğümlü saçlarını anlatsın. Anlatırken hayat çözsün tüm Adiloş bebelerin düğümlü saçlarını. Ne o yağmurlarımı yağıyor hüzünlere?

Ben dinlerken bu masalı yağmurlar yağmamalıydı. Ben kapalı havalarda mutsuz olur, göçmen kuşlar misali uçmak isterim berrak diyarlara.
Sonra da arkamda kalan diyarıma ağlarım.
Ağlatmayın beni yağmurlar, yağmayın üstüme.

İki elim var sıkı sıkı tuttuğum, boş kalmasın ellerim, ellerimse o ellerin üstünde. Efendim anne, ne diyorsun? “Ağlıyor muyum?”

Hayır, ağlamıyorum seni dinliyor, bu masalda kendimi buluyorum Anne. Gözlerime toz kaçtı, acıttı gözlerimi, silme gözlerimi, sen gözlerimin nemini alan yüreğimi sil Anne. Efendim anne “Kaldırayım mı başımı”

Hayır anne, ne olur çekme ellerini saçlarımdan! Ne oldu anne nereye bakayım? Bu karlar ne zaman eridi, ne zaman kışlar geçti anne?

Hem bak, kardelenler de çıkmış bahar gelmiş anne. Dağlarda mor menekşeler açmış görüyor musun pembe çiçekleri anne? Bahar gelmiş saçlarıma.

Ne güzel okşadın, nasıl çözdün anne? Bahar geldi saçlarıma, bahar geldi ninnilerinle bana, bahar geldi Anne.

Sarıkamış'ta benim bir leylak ağacım var, bak o da açmış, kokusunu hasretin rüzgârına salmış geliyor anne. Neredesin anne? Hiiişt, küçük kardelen annemi gördün mü? Hem sen neden ağlıyorsun? Senin de mi gözlerine toz kaçtı?

Bak küçük kardelen; Biliyorum, sen de yorgunsun kışlara ve de baharlara. Biliyorum, sen de hem seversin güneşi, hem de korkarsın güneşten.

Biliyorum, güneş içini ısıtır, bu hoşuna gider ama ne var ki karlarını da eritir.

Biliyorum küçük kardelen senin karların eriyince sen öleceksin!

Biliyorum, Allah-U-Ekber yamacındaki kaya dibi kardeleni,

sen de Allah-U Ekber’in tepesinde olmak isterdin.

Biliyorum, orda her zaman biraz kar olur. Güneş ısıtır karların yüreğini, karlarsa kardelenlerin beyaz yapraklarını.

Bak küçük kardelen, uzak diyarımdan anamın sesi, bak usulca çağırıyor beni. Hadi hoşça kal küçük kardelen.

Hadi hoşça kal Zemherinin Kardeleni Sarıkamış.

Hadi hoşça kalın Sarıkamış'ımın kardelen ve kar çiçekleri!

DİLEK EJDER

(Not: Eski soyadı Dilek FIRAT'TI)

 
Toplam blog
: 52
: 596
Kayıt tarihi
: 22.04.08
 
 

Araştırmacı yazar, şair, aforizmacı, ressam, besteci... Kardelenler diyarı Sarıkamış’ta doğdu..