Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Haziran '07

 
Kategori
Sinema
 

Bir türk filmi; Mutluluk

Bir türk filmi; Mutluluk
 

Sinema salonuna oturduğunuzda, ışıklar kararıp film başlayınca; ilk sahneden itibaren son derece "güzel" çekilmiş bir filmle baş başa kaldığınızı anlıyorsunuz. Teknik bilginiz olmasa da, yıllardır film seyretmenin oluşturduğu birikimle; "İşte kaliteli bir çekim böyle olur." diyorsunuz. Görüntüler "net" ve özellikle denizde çekilen sahneler; muhteşem! Konu gereği bile olsa deniz sahneleri görsel bir şölene dönüşmüş; sizi o maviliklere, sıcağa, esintiye, akşamın karanlığına, sabahın serinliğine… alıp götürüyor. Seslendirme de kaliteli ve çok özenli.

Konu; bildiğimiz ve hiç yabancısı olmadığımız bir konu. Ama öyle bir yakalanmış ve öyle bir ortaya konmuş ki, böyle bir konuda sanki ilk kez film izliyorsunuz. Konunun işlenme tarzı yanında, oyuncu seçiminin de önemli bir katkısı olmuş. "İrfan Bey" rolündeki Talat Bulut, rol gereği değil de sanki kendi hayatında da; kendini ilgilendirmeyen konularda, öylesine, umursamaz biridir. Özgü Namal da "Meryem" olarak yaşamıştır bir ara. Ya Murat Han’a ne demeli? "Cemal Ağabey" gelip "Merhaba" dese biraz uzak duracağım; ne olur ne olmaz. "Psikopatlık" mı ya da her ne denirse böyle bir davranış bozukluğu, "gerçek" gibi nasıl sahneye aktarılır; "mış" gibi yapmadan? İnanılmazdı gerçekten. Son derece sakin, uysal dururken, Meryem’i sevdiğini kendine bile itiraf edememişken, kültürümüze özgü "sahiplenme" duygusunun oluşturduğu kıskançlıkla ortaya çıkan öfke nöbetleri. Öyle ki, İrfan Bey, Meryem’le ilgilendi diye, kıskançlığını başka alana kanalize ederek; birden bire bir kaplana dönüşüvermesi; pusulayı masaya çarpıp "yön öyle bulunmaz böyle bulunur" deyişi. Ve İrfan Bey’in, Cemal’in bu tarz davranışlarını anlayamaması… Bir yandan da, Cemal’in askerlikte yaşadığı sürecin ve onda oluşturduğu etkilerin son derece gerçekçi, sıkmadan, vurgulayıcı bir biçimde verilirken, yaşadıklarının şu anda terörle uğraşan bütün askerlerimizin de gerçeği olduğunun bilinciyle, hiç fark etmeden yüreğimize oturuşu… Ve sezdirmeden yüreğimize acıyla oturan diğerleri; Meryem’in hiç suçu olmamasına rağmen suskunluğu, üvey anne elinde yaşadıkları, babasının töre gereği yaşayamadığı babalığı… Küçük yerlerde insanların "Abi" ye esir oluşları… Abi’nin "saygın" konumunun altındaki “çirkef erkek” yüzü ve bunu örtme çabaları… Köyde veya şehirde "kadın" a destek olmaya çabalayan ama erkek egemenliğinden kurtulup, destek olamayan sağduyulu kadınlarımızın çaresizliği… Çaresiz kadınlarımız yanı sıra çaresiz erkeklerimiz; köydeki yaşama başkaldırarak, babasından, ailesinden kopup İstanbul’a gelen ve bulaşık yıkama pahasına geri dönmeyen; Cemal’in abisi…

Hepsi ama hepsi bir oya gibi işlenmişti filmde. Ama en güzeli “kötü” nün cezasız kalmamasıydı. Hak ettiği cezayı uygulayan kişi de önemliydi ve son derece isabetli seçilmişti; bir kenarda sessiz kalan, ama belki de en çok zarar gören kişi oydu çünkü. Ve “Mutlu Son”… Bu tarz filmlerde alışkın olmadığımız bir şekilde sevenlerin, töreye rağmen kavuşması; Cemal’in, Meryem’e sahip çıkması. İşte o en son; Cemal’in Meryem’e sarıldığı, Meryem’in başını Cemal’in omzuna yasladığı kare; filmin en güzel sahnesiydi.

Zülfü Livaneli’nin romanından biraz farklıydı bazı şeyler ama sanki bu fark ayrı bir renk katmıştı. Filmi izledikten sonra romanı tekrar okudum ve romanın ne kadar güzel bir şekilde sahneye aktarıldığını, “farklılıkların” ise isabetli olduğunu düşündüm. İyi seyirler hala seyretmemiş olanlara.

Yönetmen; Abdullah Oğuz’a, Senaryoyu yazan; Kubilay Tunçel ve Abdullah Oğuz’a, oyuncularına; Talat Bulut, Özgü Namal, Murat Han, Lale Mansur, Mustafa Avkıran ve adı burada olmayan tüm oyuncularına, ışıkçısından, makyözüne; emeği geçen herkese; sonsuz sevgiler; maviyle…

Not: söz verdiğim gibi, filmin gerçek yorumunu mümkün olduğu kadar sona bıraktım

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..