Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Nisan '14

 
Kategori
Deneme
 

Bir uzun hikaye onun hikayesi (Yirmi dördüncü bölüm - devam edecek)

Bir uzun hikaye onun hikayesi  (Yirmi dördüncü bölüm - devam edecek)
 

O çocuk


Diğer günlerde burnu alıştığı için pek rahatsız olmuyordu. Ancak rahatsızlandığı için şimdi bu koku kusacağını getirmişti. Tam öğretmen gelmişti ki birden öğürmeye başladı. Öğretmen telaşla yanına geldi “Ne oldu çocuğum?” diye sordu.

Bu öğretmen, ona kitap veren öğretmendi. Çocuğun cevap verecek hâli yoktu ve durmadan öğürüyordu. Öğretmen kolundan tutup tuvalete götürdü. “Kus burada” dedi. Çocuk öğürüyor ama ağzından biraz sarı su hariç pek bir şey gelmiyordu. Çocuk buna rağmen biraz çıkarınca rahatladı. Lavaboda ellerini yıkadı. Ağzını çalkaladı.

Bu sırada oraya sümük gibi bıyığı olan müdür de gelmişti. Öğretmen, müdüre çocuğu gösterip “Üşütmüş galiba.” dedi.

Yalnız çocuğun kusmuğundan bir şey çıkmadığını da görmüştü. Çocuğa “Oğlum sen sabah kahvaltısı yapmadın mı?” diye sordu. Çocuk “yapmadım” anlamında başını geriye doğru salladı. Müdür “Tabii ya, aç karnına koştuysa midesi bulanmıştır” dedi. Çocuğa “Oğlum niye kahvaltı yapmadan çıktın?” diye sordu. Çocuk başını öne eğdi.

Öğretmen “Her hâlde okula geç kalacağım diye kahvaltı yapmadan çıktı.” deyince çocuk “evet” der gibi başını salladı. Müdür “cık cık” etti. “Hiç kahvaltısız okula mı gelinir çocuğum? Önce kahvaltını yapacaksın.” dedi.

Çocuk bu söylenenlerden bir şey anlamıyordu. O sıra karnı zil çalıyordu, tek derdi bir şeyler yiyebilmekti. Ama şu anda öğretmenlerine bunu söyleyemezdi. Onun için sözlerini tam anlamasa da sadece başını sallayarak usulca “Anladım öğretmenim.” diyordu.

Onu tuvalete getiren öğretmen müdüre, “Müdür bey çocuğu evine gönderelim. Bugün istirahat etsin, yarın okula gelsin.” dedi. Müdür “Tamam öğretmenim, dediğin gibi, şimdi gidip istirahat etsin” dedi. Sonra çocuğa “Sana bakan biri vardı değil mi?” diye sordu. Çocuk “Vardı, ama şimdi yok.” diyemedi “Var öğretmenim.” dedi.

Müdür “Tamam, şimdi doğru evine git. Öğretmenlerim kahvaltı yapmadan geldiğim için bana kızdı. Bir daha kahvaltı yapmadan okula gitmemem lazımmış de. Sana bir çorba yapsın. Güzelce iç, dinlen, yarın okula gelirsin. Tamam mı, anlaştık değil mi?” dedi. Çocuk “Anladım öğretmenim.” deyip tuvaletten çıktı. Çantasını alıp okuldan ayrıldı.

Eve gitse evde kimse yoktu ki… Cebindeki parayı düşündü. Otuz kuruşu vardı. Tekrar o aşçıya öldürseler gidemezdi. Çünkü ‘Tekrar gidersem dilenci durumuna düşerim.’ diye düşünüyordu.

Okuldan çıktı. Caminin oradan pazar kurulan meydana geldi. Aşçının az aşağısındaki fırına gitti, on kuruşa bir ekmek aldı. Oradaki bakkala gitti, on beş kuruşluk peynir aldı. Beş kuruşu kalmıştı. Onunla çay söyleyecek, ekmekle peyniri yiyecekti.

Bu düşünceyle babasıyla geldikleri kahveye geldi. Kahveciye “Dayı bene bi çay ver. Ekmek yicem.” dedi. Çaycı çocuğu tanımıştı. “Gel oğlum” deyip onu çay ocağına götürdü. Önüne su bardağında çay koydu. İçine de bolca şeker koyup karıştırıverdi. Çocuk çay ocağının hemen yanındaki küçük masanın üzerinde ekmeği çıkarıp peynirle birlikte yemeye başladı. Bu arada çaydan da içiyordu.

Yalnız ekmek yiyişinden çok acıkmış olduğu belliydi. Ocakçı sabah kahvaltıda kendileri için aldığı zeytini de oraya koydu, “Bundan da ye” dedi. Çocuk peynir, ekmek ve zeytinle güzelce karnını doyurdu. Biraz ekmek, biraz peynir artmıştı. Onları kâğıda sardı. Ocakçı “Zeytini de al” deyince çocuk önce almak istemedi ama ocakçı ısrar edince “Sağ ol dayı” deyip onu da kâğıdın içine sardı.

Çaycı bu arada normal bardakta bir çay daha koyunca çocuk “Dayı bu gadarına param yetmez ki…” dedi. Ocakçı “Dayım çaylar benden, sen yeter ki oku adam ol.” dedi. Çocuk, o çayı da içti. Sonra usulca “Sağ ol dayı” dedi, çantasını alıp çıktı.

Ocakçı çocuğun arkasından “Bravo valla! Bizim çocukla o gadar rahadın içinde okumeyo. Elin çocuğu köyden gelmiş, aç tok okucen deyi çabalıyo. Bravo valla!” diyordu.

Çocuk bunları bilmeden karnı tok evine gidiyordu ama Emine Yenge’nin olmayışı aklına gelince ayakları geri geri gidiyordu. Eve vardı. Hava güneşli ve ılıktı. Karlar hızla eriyip bitmiş, ortalık çamur olmuştu. Elindeki çantayı odasına koydu. Çantanın içinden öğretmenin verdiği kitabı alıp dışarı çıktı. Oradaki taşın üstüne oturdu ve kitabı okumaya başladı.

Bu sırada çocuğun köyünde de telaş vardı. Kadın ocağı yakmış, bir tekne de hamur yoğurmuş ve ekmek etmeye başlamıştı. O oklavayla hamuru açıyor, büyük kızı da pişiriveriyordu. Epey yufka pişirdi. Dört beş katmer pişirdi. Ot ekmeklerini pişirdi.

Kadın bu işleri yaparken bir yandan kızına çocukla ve Emine Yenge’yle ilgili bilgi veriyor, “İşallah oğlan hasda falan olmamışdır. Emine Yenge sağ olsun ona bakmışdır herhal.” diyerek çocukla ilgili endişelerini dile getiriyor, bir yandan da kızının kasabayla ilgili sorularını cevaplıyordu.

Küçük kız da küçük kardeşinin “Abem nerde? Neye gelmeyo?” gibi sorularını cevaplamaktan sıkılmış, anasına “Ana gı, bu oğlun sorucu arap gibi abesini sorup duruyo, valla cevap bulameyon.” diye küçük çocuğu şikayet ediyordu.

Anası gülerek “Abu gızma ablası ona, nedsin abesini özlemişdir” dedi ama garipsemişti. “Benim aslan oğlum heç böyle evden ırak galmadıydı ki. Hepimiz onu özleyoz” dedi.

Ananın bu sözleri hepsini duygulandırmış, kızların gözü sulanmıştı. Kadın hemen kendini topladı. “Tabii o gadar olucek. O okuyub hepimize faydası olucek de ondan burda değil.” gibi sözlerle kızlarını, bu arada asıl kendini teselli ediyordu.

Kasabada evin önündeki taşa oturarak kitap okuyan çocuk, neden sonra üşüdüğünü fark etti. Üzerine oturduğu taşın soğukluğu onu üşütmüştü. Kalktı, içeri girdi. Oda da soğuktu. Soyundu pijamasını giydi, yatağın içine girip yattı. Yatağın sıcaklığıyla bir süre sonra uyumuştu.

Uyandığında güneş batmak üzereydi, karnı ağrıyordu. Zorlukla kalktı, ocağı yaktı, son kökleri ocağa koydu. Az sonra ocak iyice alevlendi. Çocuk tuvalete gitti. Karnı hâlâ çok ağrıyordu. İçeri geldi.

Aklına anasının böyle durumlarda taş kızdırıp altına koyduğu geldi. Dışardan kayrak biçiminde bir taş buldu. Ocağın içine küllere yakın taşı koydu. Tekrar dışarı çıkmayacağı için kapıyı tırkıladı. Geldi, ocağın yanına oturdu.

Arada bir taşın kızıp kızmadığını eliyle kontrol ediyordu. İyice kızdığını eliyle kontrol sonrası anlayınca taşı maşa gibi bir şeyle aldı. Orada hazır ettiği havlunun üzerine koydu. Taşı havluya sardı ve altına koyup üzerine oturdu. İlk anda kıçı yanmıştı. Otura kalka kıçını alıştırdı, sonra üzerine oturdu. Bir süre sonra yellenince rahatladığını fark etti.

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..