Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Haziran '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Bırak, bana anlatma!

Bırak, bana anlatma!
 

Uzun zamandır yapamıyorum, o nedenle de hâlâ aynı keyfi verir mi bilmiyorum ama özledim.

Gece yolculuklarını...

Haydarpaşa’dan binmişim gece trenine, Ankara’ya gidiyorum örneğin. Sabaha karşı trenin nedense bir türlü orta yolu bulamayan kalorifer sisteminin çimento fırınına çevirdiği vagonunda vücudum, biri tutup silkelese mevcut üç-beş kilo etim kemiklerinden ayrılacak kadar tandıra dönmüş, sıcaktan bayılmışım. Benden biraz daha dayanıklı –ve de güçlü- bir başka yolcunun aşağıya indirebildiği camdan gelen mis gibi Anadolu ayazı yüzüme çarpıyor, “hade haşheşlii, süt saleep” seslerini de vagona taşıyor.

İçeri yeni yolcular giriyor telaşla. Kiminin kucağında çoktan uyumuş bebeler, elleri kolları dolu, boş yer bakınıyorlar. Biri yanımdaki koltuğu gözüyle işaret edip bana soruyor; “sahibisi va mı?”

Sahibi kamu, yani sen, ben, biziz diyorum içimden. Kendime kızıyorum sonra; ‘bal gibi anladın işte, yanın boş mu, oturan kimse var mı, oturabilir miyim buraya’ inceliği bu, ‘sen aç da kendi…’

"Yok, selbes, buyur" diyorum. Valizini yerleştiriyor yukarı, gardaki sabahçı kahvehanesinden üzerine sinen karbonatlı çay, haşhaşlı, tütün karışımı o bildik koku sızıyor ceketinin içinden, oturuyor.

‘Şimdi soracak..’ beklentisindeyim. Yanıltmıyor: “Hayırlı yolculuk. Ne tarafa?”

Tren Ankara’ya kadar gidiyor. Eskişehir’den sonra arada bir de Polatlı kaldı. Acaba onu mu soruyor, yoksa maksat muhabbet mi?

“Ankara” diyorum, yanıtını biliyorum tıpkı onun gibi ama ben de ona soruyorum: “Sen nereye?”

“- Ben de!”

Kısa bir sessizlik.

‘Hadi’ diyorum içimden, ‘ikinci soruya geç!’

“- Ee hemşerim (!), melmeket nire?”

İşte bu!

Yapabildiğim dönemlerde, şehirlerarası otobüslerle, trenlerle yolculuk keyfini yaşayabildiğim zamanlarda bana garip, tuhaf gelen, irkilten, ürküten soru.. Gıcıklığım tutar, ukalâlık yapardım. Ardındaki niyeti adım gibi bilsem de (neydi haykkatten, niyet değil, adım?), yapıştırırdım:

“- Türkiye.”

Bundan sonrası iki seçenekli. Yanımda oturanın genel sinir sistemine ve o anki ruh haline bağlı olarak farklı tepki gelecek. Bir; zoraki bir tebessümün ardından koltuğunu yatırıp uyuyacak, yine arkadaşsız kalacağım. Neyse ki genellikle ikinci seçenek çıkar; çevresi derin çizgilerle bezeli bir çift göz kısılır, biraz daha dikkatli bakar:

“- Orası öyle de, memleketin neresindensin anlamında. Yoksa hepimiz Türkiye’liyiz. Hangi şehirdensin diye sordum.”

“- Şaka yaptım, kızma! Ben Diyarbakır’da doğmuşum. Anam Şile’li, baba tarafı Eskişehir’den. Daha eskilere gidersem, her biri bir başka köşeden. Ama bildiğim, son bir-iki nesil, hepimiz Türkiye’den. Ya sen?”

Manav, Tatar, Bulgar göçmeni, Laz, Kürt, Arnavut… herhangi bir kökten. Ne farkeder?

Türkiye’deydik, Türkiye’dendik. Aynı otobüste, trende, aynı yöne gitmekteydik. Buydu güzellik, birlikteydik.

Geçen yıllar özde neyi değiştirmiş olabilir tüm kökenlerin daha da fazla iç içe geçmiş, kaynaşmış olmasından başka? Sevda yangını hele bir de Anadolu ateşi ile birleşmişse, gönül hangi fermanı dinler, düşünsene!

Biz bize kalabilseydik, birbirimize düşürülmeseydik...

Bırak, bana ne Marx, ne Lenin öyküleri, ne kurt masalı, ne de ezberlediğim başka bayat öyküler anlatma.

Bana beni, kendini anlat...

Bana bizi, birlikteliğimizi hatırlat.

 
Toplam blog
: 8
: 373
Kayıt tarihi
: 05.05.07
 
 

İşletme Müh. ve İktisat öğrenimleri aldım. Kısa bir süre yabancı sermayeli bir işletmede çalıştık..